Ara


Kitap Önerisi:

ENGİN, Sevinç (ed.) (2007), İdare Etmek mi, Yönetmek mi?, İstanbul: Sistem Yayıncılık, 365 s.




Var Olanı Doğru Yapmak mı,
Doğru Olanı Yapmak mı?

“Hepimiz bir şekilde yönetiliyoruz” cümlesi günlük sohbetlerimizde rahatça dilimizden dökülebiliyor, yönetimlerle ilgili her türlü şikâyetimizin ve “ben olsaydım…”larla başlayan beylik sözlerimizin başına yerleşebiliyor. “İdare Etmek mi, Yönetmek mi?” adlı derleme ise, pervasızca kullandığımız “yönetmek, idare etmek, lider olmak, vizyonu belirlemek, yön vermek, çığır açmak, ufku göstermek, geleneğe saplanıp kalmak” vb. kavramları daha fazla irdeleyerek kullanabilmenin olanaklarını sorgulayan değerli bir çalışma. Kitap, idare edilen ‘şey’lerin ve öznelerin geleneksel, katı, donuk bir kurallar manzumesine bağlı olarak mı, yoksa sürekli yeni şartlara uyum sağlayan bir düzeneğe göre liderlerin etrafında mı örgütleneceği sorularını temele oturtarak küreselleşme çağında ‘devlet- sivil toplum- özel sektör- medya’ bağlantılarını masaya yatırıyor. Farklı alanlarda faaliyet gösteren bürokratlar, emekli askerler, siyasiler, sivil toplum liderleri, iş dünyasının etkin isimleri, akademisyenler, medya yöneticileri, yeni çağda bilgi ekonomisinin yönetim anlayışına getirdiği yenilikleri kendi pencerelerinden tartışma şansı buluyorlar.

İdarenin geleneksel, önceden saptanmış ve pozisyona, kişiye göre değişmeyen katı yapısını çığır atlatabilecek bir yönelim olarak görmeyen, teknolojiyle gereken uyumu sağlayamaması nedeniyle bilgi ekonomisine geçişini erteleyen bir fikri eleştiriye tabi tutan kitaptaki genel eğilim, özellikle özel sektör kaynaklı lider algısının risk alabilen ve sorumlulukları grup üyelerine paylaştırabilen bir demokratik liderlikle çözülebileceğini savunuyor. Farklı fikirde olmaları doğal karşılanabilecek yazarların geneline sinen hava, ‘kamu yönetimi’ olgusunun katı merkeziyetçi yapısından kurtulabilmesinin yolunun özel sektör ve sivil toplum kuruluşlarını da sürece dâhil eden, bunun yanı sıra yerelle yetkilerini paylaşan- kimi yerlerde devreden- bir pozisyona bürünmesidir. Yine bu görüşü izlersek, yetki paylaşımı sürecinin devlet koridorlarından taşarak özel sektöre ve sivil topluma yayılması, bu paylaşımın da teknolojinin kullanılması yoluyla desteklenmesi alışılmış ve ‘var olanı doğru yapma’yı ifade eden ‘idare’den çıkışı, ‘doğru olanı yapma’yı ifade eden ‘yönetmek, liderlik etmek’ kavramına doğru geçişi hızlandırabilecektir.

“Değişimi kendine uydurmak, onu belirlemek” ile kendisinden çok daha önce yaşanmış büyük bir değişime “ayak uydurmak” zorunda kalanın sıkıntısı, bilgi çağında değişime direnmekle değişmeyi kabullenmek arasındaki ayrıma cevap vermekle eşdeğerdir. Soruya cevap verecek ve karar aşamasına gelecek topluluk üyeleri, liderin etkin ve yetkin tavrına göre değişime karşı konumlanırlar. Liderin[*] emir vermekten ziyade ekibini dinleyen, iletişime yatkın, sezgi sahibi, problem çözen, kararlı yapıdaki tavrı, geminin rotasını belirliyor. Var olan kurallar demetinden hareket eden ve alışılmışı tekrar eden (transactional- geçişimsel) idare anlayışını tersine çevirmek ve onu atılım sağlayacak (transformational) bir noktaya getirmek, liderlerin vizyon genişliğine, kendilerini bilgi ekonomisiyle uyumlulaştırmalarına bağlanıyor.

Lider odaklı analizlerin bir adım ötesine geçen incelemelerde ise, Türkiye’nin idari yapısına yönelik çözümlemeler özellikle akademisyenlerin satırlarında anlam kazanıyor. Siyaset bilimi, yönetim bilimi ve toplumbilim disiplinlerinin yönetim üzerine düşüncelerini tartışan yazılar, liderlik vizyonuna ülke gereksinimlerini ve küresel hegemonyanın, neoliberalizmin işleyişini göz önünde tutarak cevap aramaya çalışıyorlar.


[*] Yayının editörü Sevinç Engin, yönetim kavramı üzerinden yürüttüğü tartışmada lead kökünü manage’tan ayırmayı öneriyor ve bu farklı ifadelerin yeni liderlik tartışmalarının merkezine oturduğunu belirtiyor.

Peçeyi Aralayan Narin Pençe






NERVAL, Gérard de (çev: HİLAV, Selahattin) (2004),
Doğu’da Seyahat, İstanbul: Yapı Kredi Yayınları, 2. Baskı, 796 s. [1]








“Şarkiyatçının Şark’ı, Şark’ın kendisi değil, Şarklaştırılmış Şark’tır.”
E. Said, Şarkiyatçılık


“Bakıp hayran oluyordum köleme; sırmalı fistanı ve mavi milayehi, Doğu kadınlarının hiç farkında olmadan edindikleri antik heykel duruşuyla ne kadar zarifti!”

“Doğu, hiçbir şeyden kuşkulanmaz, orada her şey mümkündür. Bir sopa vursanız, aslında böyle bir hakkınız olup olmadığını düşünmez ve bilmez.”

G. de Nerval, Doğu’da Seyahat




Giriş

Gérard de Nerval’in 1843’te Marsilya’da başlayan, Avrupa’nın farklı şehirlerindeki izlenimlerini peşine takarak ‘Doğu’ topraklarında devam eden gezisi, mektupları aracılığıyla bir seyahatnameye dönüşmüştür. Bir ‘Batılı’ araştırmacı gözüyle ‘Doğu’nun algılanışı, ayrımı kuran ve sürekli ilerleten benzerlik ve farklılıkların nedenleri, romantik ve mistik arzuların kadim mekanını arama uğraşısının sürüklediği Nerval’in izlenimleri, dönemi itibariyle ‘Doğu’ya ulaşan gezginlerin notlarından ne derece etkilenmiş, bu külliyattan ne oranda uzaklaşıp onların üzerine çıkabilmiştir? ‘Şark’ın ‘incelenecek’ ve ‘Batı’da olmayan, olamayacak olan üzerinden tesisinde Nerval’in ‘Doğu’yu ‘içeriden’ okuma denemesi, Şarkiyatçı söyleme nasıl bir duruş katabilmiştir? Nerval’in seyahati süresince ‘Batı’yı kendi içinde kodlamasıyla ‘Doğu’ya varması ve buradaki gözlemlerini derlemesi, bu gözlemlerin üzerine genel bir ‘Şark’ portresi çizmeye çalışması ‘Doğu-Batı’ kavramsallaştırmasına nasıl bir katkı koyabilmiştir? Yukarıda sormaya çalıştığım sorulara arayacağım yanıtlar ile Nerval’in peçenin ardındakini görme arzusuyla çıplaklığın otantik çekiciliği arasında kıvranışı ve kendisinden önce biriken külliyatı ‘Doğu’nun sosyal gerçekliğine inemeyişi eleştirisiyle yatay kesişi, bu yazının ana çerçevesini çizecek. ‘Batı’nın kendisini bir ‘öteki’ üzerinden pekiştirmesi ve bu yolda ‘temsil’i; ‘Doğu’dan –‘Doğu’nun kendisini hesaba katmadan- bir ‘anlam’ türetmeye çabalaması; ‘Doğu’nun araçsal bir okumasıyla ona ‘dokunduğu’nu, onu ‘gözlemlediği’ni zannederek onu ‘dillendirmesi’, onun ‘yerine’ ve onun ‘için’ konuşmasının Nerval’in kaleminde tuttuğu yeri incelemeye çalışacağım. Bu ve benzeri dertlerle bir amatör gezginin hazırladığı mektuplarda Avrupa romantizminin, Antik Yunan’dan beslenen mistisizmin kadim bilgelik arayışlarının kırıntılarını “Nerval’in Doğusu”nda arayacağım.






Bütünleşik’ Kültürlü Avrupa’dan ‘Dağınık Doğu’nun Kuruluşuna ‘Kadın’ İmgesi








Nerval’in ‘Batı’ kentlerindeki izlenimlerinde odak noktayı mekan tasarımları ve bunun üzerine oturmuş, kendi geçmişinden fazla şey kaybetmemiş bir Avrupa kültürü oluşturur. İklim biçimleri, insan davranışları, cadde yapıları farklı da olsa gidilen Avrupa kentlerinde yaşayanları bütün halinde etkileyen kadim bir Yunan egemenliği hüküm sürmektedir. Bu kadim belirlenimcilik ki, Avrupa’yı kendi içindeki birtakım farklara rağmen ‘biz’ olarak içeriden kurar, kültür ve inanç romantizmin Antik Yunan’a bağlanan düzleştirici etkisiyle uysallaştırılır. Avrupa kentlerinde Antik Yunan’ın dirilişine yorumlanan Rönesans mimarisi, sanatı öne çıkartılır, bu öğeler siyasi açıdan birleşememiş Avrupa’yı ‘kültür’ ile kuşatır, biricikleştirir. Bu açıdan Avrupa’da izdüşümleri görülen ‘romantik’ eserler, Anadolu kıyılarına ulaşmasından önce Nerval’e gereken mitik sembolleri sunar.

“…Uzun süre bu sahte Olympos’un tanrısal güzelliklerine hayran ola ola tırmanınca, sonunda tüm bunlara yaraşır tapınağın basamaklarına varılıyor; tapınak havada küstahça bir karaltı olarak beliriyor.”[2] Münih’te bir sabah

Paris, Cenevre, Venedik, Münih üzerinden yürütülen tespitlerde ‘kadın’ imgesi geniş yer tutar ve Avrupa’da farklı kadın tiplerinin erkeği kendisine bağlama yolları bir kültür kalıbına sokularak aktarılır.

“Venedikli- Avusturyalı olduğu ve tek başına kendisinde Kutsal Roma İmparatorluğu’nu canlandırdığı için özellikle hoşuma gittiğini açıkladım o güzele…[3]
…Cenevre’deki kadınlar oldukça güzel ve hepsinin başkalarından ayırt edilmelerini sağlayan belli birer fizyonomileri var.[4]
… Viyana’da aşk böyle bir şey… Ne ala! Paris’te güzel kadınlar size üç ay çektirir ve bu bir kuraldır; ama çok az erkek onları bekleyecek sabra sahiptir. Burada ise üç günde bitiyor bu iş ve kadının teslim olacağı hemen hissediliyor; yeter ki onu bir yosma yerine koyacağınızdan endişelenmesin; çünkü bu onların üzerinde en önemle durduğu konu gibi görünüyor.[5]
…Burada kadınlar, kendilerini ve çekiciliklerini mesele yapmıyorlar pek; çünkü özenle bakıldıkları ya da iyi beslendikleri zaman, güzel çiçeklerin, güzel hayvanların, güzel kuşların gani olduğu gibi, onların da gani olduğu besbelli. Bu ülkenin bereketi, hayatı öylesine kolaylaştırıyor ki, kötü beslenmiş kadın yok ve burada zanaatkarlarımızın ve taşra kadınlarımızın oluşturduğu berbat ırklar üremiyor.[6]
…Viyanalı bir kadın kimseyi başından savmaz. Eğer birisinin kadınıysa -esamesi okunmayan kocasından bahsetmiyorum- ve eğer kırk tarakta bezi varsa sana bunu söyleyecektir, kendisinden bir hafta sonra randevu istemeni ya da belli bir tarih istemeden sabırlı olmanı tavsiye edecektir. Bu pek uzun sürmez; daha önceki aşıklar da senin en iyi dostların haline gelir.”[7]


Gezi sırasında geçilen topraklarda mekan tasarımıyla kadın imgesinin ve karşı cinsle ilişkiye geçme biçimlerinin kadının inisiyatifinde oluşunun beraber işlenmesi, farklara rağmen bu özelliklerin bir kadim Yunan’ın ve güzelliğin saf ırkı koruma sayesinde başarılması anlayışıyla bütünleştirilmesi ilgiye değerdir. Nerval, güzel kadınların erkekle ilişkiye geçme ‘irade’sini ellerinde tutuyor olmalarını Avrupa’daki özgürlüğe özgülemekte, kadının istediği erkeğin koluna girip ona kendisini borçlu hissetmeden kolundan ayrılabilmesini farklılık yaratan bir kültür biçimi olarak resmetmektedir. Kadın imgesinin hararetle işlenmesinin kişisel olarak Nerval’in kadın tutkusunun ötesinde bir ‘örtük’ anlamı da olmalı. Kadına taşıtılan bu ‘anlam’, edimiyle kendisini bulan ve karşısındakini kendisini keşfiyle beraber yönetebilen, Aydınlanma dönemini yaşamış bir büyük Avrupa kültürünün gündelik yaşama yansıması olarak yorumlanabilir mi, romantik ve mistik öğeleri de barındıran bir Yunan kültürünün ‘mirasçıları’nın bu yönetme arzusu ‘Avrupalı kadın’da vücut bulabilir mi? Sorunun cevaplanabilmesi için Nerval de dahil Şarkiyatçı söylemin ‘Doğu’ kurgusunda dişil olana yüklediği anlama bakmak faydalı olabilir. Zira erkeğiyle bir ‘özgürleş(tir)me’ edimini başarabilen, dik durabilen ve dışarıdan bir müdahaleye kapalı olan, kendisini ancak kendinde bulan Avrupa kültürünün kaynağını Antik Yunan’da arayan, Rönesans’ı da bu birleşmede bir kavşak olarak yorumlayan Nerval’in ‘Doğulu’ kadına bakışına gelene dek soruyu parantez içinde tutmak zorundayım.



Nerval adına bastırılmış bir pul







Şarkiyatçı söylemin dönemsel olarak kırılmalar gösterse de “kadın-dişil”i kuruşunda ‘Şark’, coğrafya ve cinsiyetle ortak paydada buluşturulmuştur. Kimi zaman, söylemin kuruluşu ve ‘Doğu’ adına konuşabilmenin bir başlangıç noktası olarak onun zayıflığını sergilemek üzere ‘yönetilmeye mahkum, ancak ondan anlayan’, ‘bayağı bir baştan çıkarma karşısında bile direnme ilkesi diye bir şey bilmeyen’[8] kadın imgesi coğrafyayla bütünleştirilir, savunmasız ve açık kucakları bekleyen, itiraz etmeyi, karşı koymayı adet haline getirmeyen, dili daha ziyade ‘tayyib’e[9] dönen dişilik ‘Şark’la anılır. Keşfetmek (discovering) bu manada sadece bir coğrafyanın üzerinde söz sahibi olunmasını ifade etmez, aynı zamanda peçenin altındaki bilinmeyenlerin de açığa çıkartılmasını, bunun yanında şehvetiyle ‘Batı’lı erkeğin başını döndürebilecek, dikkat edilmesi gereken kadını da çağrıştırır. ‘Bakire’ topraklar, kadın vücudunun kıvrımlarını yansıtan haritalar, ‘Batı’ karşısındaki otoritesinin zayıfladığını bildiren Abdülhamid’in çıplak kadına bürünmüş suratı[10], haremin önyargılarla dolu ve Binbir Gece’nin tekrarını düşleyen[11] kurguları bunlara örnek olarak verilebilir. Hatta Kahire’de duyduğu bir haber, Avrupa’dakilerden çok rahat elde edilebilecek ‘Doğu’nun kadınları hakkında Nerval’e yeni düşler kurdurur ancak gerçek, daha sonra bu fantezileri yutar:

“… Bir kadın gördünüz diyelim. Sadece izleyin onu ve eğer, kalabalığın farkına varmadığına inandığı an yüzünüze bakarsa evinizin yolunu tutun; arkanızdan gelecektir…”[12]

Bu genel ‘kadın’ imgelemlerinin Doğu’da Seyahat için çağrıştırdığı anlam, esasında tartışmamızın merkezine yerleştirilebilir. Nerval’in bir maceraperest üslupla bezenmiş anlatısında ‘Doğu’ kıyılarına yaklaştıkça kendisini heyecanlandıran, Şarkiyatçı yazından belleğinde iz bırakan ‘Doğu’ düşü, bu topraklara varınca sönümlenmeye başlar. Gerçeklik ile söylemin ‘Batı’daki yaratıcılığı arasındaki açı farkını Nerval, Şarkiyat hakkındaki araştırmasının zeminine oturtarak cevaplamaya, ‘Doğu’ hakkındaki cinsel dürtülerin fetişleştirilmesini önlemeye çabalar. ‘Doğu’ hakkındaki önyargılarla söylem arasındaki ‘kadim’ örtüştürmenin ‘Batı’’ya “içeriden” bir ‘Doğu’ okuması yapma imkanı vermediğini Kahire’ye ayak bastığı andan itibaren kavramış ve Binbir Gece’nin belleklerde yaşatılıyor olmasını, haremin sanıldığı gibi bir cinsellik tasarımı olduğunu, çokeşliliği[13] gündelik bilgisiyle yanlışlamıştır. Bu yanlışlama, bir yandan hayal kırıklığını bir yandan da yeni bir araştırma alanının kapısını aralayacaktır. Nerval, Şarkiyatçı yazının içeriğinin ‘Batı’daki hakimiyetinden haberdar halde, bu yazına rağmen güncel bir Şark okumasının imkanını sorgular. Aslında o ana kadarki bilgisine rağmen yeni bir bilgiyi bu Şarkiyat yazınına yığmaya çalışmak, Nerval’in kendine rağmen de geliştireceği bir ‘yüzleşme’ faaliyeti olacaktır. Ne var ki, bu ‘yüzleşme’ pek de sancılı olmayacak, Şarkiyat yazınının ‘Doğu’ karşısındaki söylemsel üstünlüğünden faydalanılarak, yanlış bilginin verdiği bir tür ‘utangaçlık’ duygusunun atılması kolaylaştırılacaktır.






Nerval’in Yol Güzergahı



Kadın, ‘yüzleşme’ sırasında yeniden başa oturtulacak, harem birebir konuşmalarda tüm sırlarını ifşa etmesi için sorularla açılmaya çalışılacaktır. Kadının eşi karşısındaki konumu, bir kadından fazlasına sahip erkeğin hangi durumlarda eş alabileceği veya ona ‘boş ol’ dediği anda kadına nasıl bir gelir sağlamakla yükümlü olduğu, farklı evlilik sözleşmelerinin nasıl yapıldığı[14] Nerval’in gündelik bilgisiyle almaya çalıştığı ve bir ‘Batılı’ya yazarken kendisinin de için için öğrendiği adetlerdir. ‘Batılı’ olarak öğrenme faaliyetinin de bir sınırı olduğuna kanaat getirir Nerval ve gemide beraberinde götürdüğü köle kızın başka erkeklerle konuşmasını ‘Batılı erkek’ olgunluğuyla karşılamaya bir ara vermesi gerektiğini kendisine hatırlatarak kıza haddini bildirmeye başlar. O, kızı coğrafyasından kurtararak kölelikten kurtardığını düşünmekte ve ona kızmayarak köle olduğunu hissettirmemeye çalışmaktadır. Hem mekan hem de sahiplik biçimi olarak ‘Batılı’ olmanın verdiği üstün tavrı ‘Doğulu’ köle kıza aşılamaya çalışan Nerval, kızın sözünü dinlememesi, erkeklerle konuşmaya devam etmesi üzerine daha fazla dayanamaz ve ona “Şu andan itibaren peçeni çıkartmayacaksın ve kaptanın boş odasında cırcır böcekleriyle beraber kalacaksın… Kimseyle konuşmayacaksın!” diye çıkışır.[15]

Haremin bir önyargıyla[16] Şarkiyatçılık’ta yer edinmesi ve cinsel objelerle tanımlanması, Nerval tarafından düzeltilmeye çalışılır, fakat bu ‘egzotik’ mekanın yazından tamamen silinmemesine de gayret edilir. Kadın, hala haremde bir çıplaklık unsuru olarak ‘Doğu’yu düşündükçe ‘Batı’ya ‘zevk veren’, ‘gizemselleştirilmiş’ imgedir, ancak Şark’ı Şark’ın ‘içinden’ anlayabilmenin ön koşulu, onun ‘farklı’ bir kültür olduğunun kabul edilmesi gerektiğidir. ‘Doğu’ ile ‘Batı’nın ‘uzlaşamazlık’ içine oturtulan bu ‘doğal, anlaşılabilir kültür farklılığı’, Nerval’in en önemli vurgularından birisidir ki, yazına yeni bir açılım getirme iddiasını ‘içeriden’ okumayla birleştiren, basit öğrenme meraklarının ötesinde ‘Doğu’nun bir parçası olarak, içinde ‘kaybolmadan eriyerek’ ona karşı kendisini konumlandıran, ‘Doğu’ imajını tamamen yıkmadan peçeyi naif bir pençeyle indiren edim de tam burada belirir:
Anlatıcının genişletilmiş tecrübelerine dayanarak ‘Doğu’nun “hakiki” temsilini üreten, telaffuz eden “nesnel” özne olarak konumlandırılması.[17]

Nerval’in bu büyük açılım iddiasının geri planında henüz kurtul(a)madığı Şarkiyatçı yazının odağında yer tutan kaçışlar, belirlenimci, pozitivist genellemeler ve ‘Doğu-Batı’ karşılaştırmaları mevcuttur. Said’in özetlemesi ile “mevcut Şarkiyat arşivinin tozunu pasını gidermek için çıkılan hac yolculuğu, yeni deneyimler hazinesi olma tasarısının ötesinde çoğu zaman kendisini Şarkiyatçılığın indirgemeciliğine kaptırıyordu.”[18] Örneğin; ‘Doğu- Batı’ ayrımlarında mekanın düzensizliğini ‘Doğu’ya özgüleyip ‘Batı’da gördüğü herhangi bir aksaklığı mümkün olduğunca ideal durumdan uzak tutmak için elinin tersiyle itmesi[19], bunun karşısında ‘Doğu’daki aksaklıkları uzun uzadıya betimlemesi; ‘Batı’da övülesi yapıları Antik Yunan primordiyalizmine varan bir özcülükle, çizgisel tarih okumasıyla açıklamaya çalışması[20]; ‘Doğulu’ kadının köle pazarında satılışından başlayıp onun ‘özgürlük’ten habersiz olması sebebiyle zaten ona özgürlük vermenin anlamsız olacağını belirtmesi; iklim değişiminin ‘Doğu’ insanının uyuşukluğunu, tembelliğini[21] beraberinde getirirken rüzgarı arkasına alıp görece serin olan Lübnan’dan başlayarak Avrupa insanının zeki, özgürlüğüne düşkün oluşunu düşünmesi[22], Mısır’dan onu alan gemideki ‘Doğulular’ın konuşma mevzularının içeriğinin ‘Batılılar’ınkinden daha fakir olduğuna kanaat getirmesi[23] bu genellemeleri arasında sayılabilir. Köleyi köle sayıldığı topraktan kopartarak onu gemiye almak, özgürleştirmenin ilk adımıdır. Ne var ki, ‘Doğulu kadın’ın özgürlükten ne anladığı sorusu cevapsız kalacağından, bu ona ‘rağmen’ gerçekleştirilebilecek, onun ‘adına’ yapılabilecek, dillendirilebilecek bir faaliyettir.



Eserin Fransızca baskısı


‘Doğu’ Mitinin Kayboluşu ve ‘Batı’nın Batı(lı)laşma Korkusu


Nerval’in ‘Doğu’da ‘erime’ arzusunun klasik Şarkiyatçı söylemin ‘Doğu’ya dokunmadan onun hakkında konuşma yetisini kendinde bulması eleştirisinden beslendiğini belirtmiştim. Nerval, Flaubert, Gautier’de öne çıkan soylu Şarkiyatçılar’ın artık atın üstünden inerek ‘Doğu topraklarına ayak basma’ dürtüsü, bir yandan da belli ‘tehlikeler’e karşı koymayı içinde barındırır. Değişmezlikle malul sayılan ‘Doğu’nun kendi içinde yaşadığı değişim ve dönüşümler bir yana, birçok ‘Doğu’ ülkesinin teknik ve kültürel manada bir Batı(lı)laşmayı hedef belirlemesi, Şarkiyatçı yazının Nerval’e kadar oluşturduğu ve ‘Doğu’ya rastlamadan kurduğu paradigmayı sekteye uğratacaktır. Batı(lı)laşmanın hedef haline dönüşmesi ve bir ‘yön’ olarak ‘Doğu’ tarafından saptanması, inanç biçimleri, ekonomik yapı, gelenek ve görenekler, yönetim anlayışları açısından sürekli ayrı düşünülen ve ayrı düşünüldüğü oranda ‘Doğu- Batı’ ayrımını belirleyen bu alanları geçişken hale getirme ‘tehlikesi’ni bağrında taşıyacaktır. Nerval açısından Konstantinopolis’in ikiye ayrılmış, ‘Batı’ya doğru sürüklenen parçasıyla geleneğe sarılan yanı içten içe sancılanmaktadır. ‘Doğu’nun değişen şartlara uyum sağlama ya da kendini kaybetme ayrımında Şarkiyatçı yazın, klasik önermelerini ‘Doğu’ya uğramadan devam ettirirse ‘Doğu’, ‘Batı’ya ister istemez sızacak, ‘Batı’nın kendisinde aramaya devam ettiği kadim Yunan kalıntılarını büsbütün yok edecektir. Nerval’in Paris, Cenevre, Münih ve Viyana’da izini sürdüğü oturmuş mekansal tasarım, farklılıklar içerse de Batı’ya özgülenen bir ‘kadın’ imgelemi, sürekli karşısına koyduğu ‘yönetilmeye muhtaç, ona can verecek, özgür kılıcı erkek bedenini bekleyen’ ‘Doğulu’ kadın mitiyle uyuşmayacaktır. ‘Doğu’da evlenme biçimleri ve köle edinme konusundaki ‘Batılı’ önyargıları izlenimleriyle kırmak ve ‘içeriden’ bir okumayla ‘Doğu’ ‘adına’ yeniden konuşmak, ‘Doğu’da bu sessiz ilerleyişi sezmek ve onu frenlemekle ilişkilendirilebilir. Kahire’de umduğu mitik ‘Şark’ı bulamadığı için yeni bir 2Şark’ tasarımı geliştirmeye çabalayan, diğer yandan Avrupa izlenimlerini her zora girdiğinde cebinden çıkarıp ‘Doğu’ ile karşılaştıran ve bir şekilde üstünlük vesileleri yaratan Nerval’in Avrupa’ya en benzer şehir olmasından dolayı Beyrut’ta aldığı rahat nefes, gemi yolculuğunda insan betimlemelerindeki ‘Doğu’ya özgücülükle yine karamsar bir hale bürünecektir. Nerval’in yukarıda değinilen Şarkiyatçı yazından tam kop(a)mayan indirgemeci yorumları, bu karamsarlığa hazır bir kılıf dikmekte geç kalmayacaktır. Ne var ki, Nerval’in ayırt edici yanı, ‘kaynaşma’ya, Doğu’da ‘eriyerek’ onu anlamaya ve daha sonra dizginlemeye çalışacak bir söylemin kurulmasıdır. ‘Doğu’nun ‘Batı’ tarafından ‘anlaşılabilir’ ve bu yüzden ‘doğallaştırılmış bir farklılık kültürü’ içinde arzulanan oranda ‘dışarıda’ tutulabilir yanı, bu söylemin odağına yerleşir.




Doğu’da Seyahat’in Güncelliği





Sırf bir yazıyı sonlandırmak ve yüz altmış yıl önceki bir eseri diriltmeye çalışmak amacıyla değil ama Doğu’da Seyahat’in bu tespitlerden yola çıkılarak güncelliğini tartışmak da mümkün. ‘Doğu’nun Batı(lı)laşması ile modernleş(tiril)mesini bir an gözümüzü kapayarak aynı kefeye koyalım, iki kavramı beraber okuyalım. Daha sonra ‘Batı’da yükselen radikal sağdan tutun da muhafazakar cephelerin yeni söylemlerini duyarak gözümüzü açalım. ‘Batı’yı ‘Batı’ yapan değerleri türdeş biçimde alt alta sıralayan ve dışarıya mümkün olduğunca kapalı olan, ilişki kurmak gerektiğinde kapının sürgüsünden bakabileceğini söyleyen bir tavır, kendisini korumak adına ‘İslam, demokrasi, çağdaşlaşma, insan hakları, ekonomik birlik, çokkültürcülük’ söylemini farklı bir dilden dışarıda bıraktıklarına fısıldayabiliyor. İlkelerin başlı başına değer taşıdığı ve evrenselcilik anlamında paylaşılabilir olduğu muhakkak. Ne var ki, Wallerstein’ın da ayrımını çizdiği ‘Avrupa-evrenselciliği’ ile ‘Evrensel- evrenselcilik’[24] makasına doğru ilerleyen bu trende ‘Doğu’yu -Nerval’in ‘içeriden’ okumasını güncelleştirirsek- en naif haliyle inançlar ve hoşgörü temelinde ‘tanımlama’ya, ‘kavrama’ya çalışmak; hoşgörüyü ‘Doğu’yu ‘kendine özgü, uysal kültürüyle yalnız bırakmak anlamında bir çokkültürcülüğün içine hapsetmek’, ‘farklılıkları aşılamayacak ama kabul edilebilecek makul kurallar’ olarak sıralamak, yeni bir Şarkiyatçı söylemin temel taşı olma ‘tehlikesi’ni taşıyor.

Yukarıda üzerinde durduğumuz, ‘Doğu’nun ‘Batı’ya ve ‘Batı’nın da bundan ötürü içe kapanmasından kaynaklanan ‘kadim tehlike’, bu kez ‘Doğu’ ile ‘Batı’nın karşılıklı hesaplaşmalarının ötesine taşıyor, ‘Evrensel- evrenselcilik’ temasını kemirebiliyor.






Kaynakça

ALTHUSSER, Louis (çev: TÜMERTEKİN, Alp) (2005), Montesquieu: Siyaset ve Tarih, İstanbul: İthaki Yayınları.

BEHDAD, Ali (çev: ERDUMAN, Sibel; ERSÖZ, Berkay) (2007), Kolonyal Çözülme Çağında Oryantalizm, İstanbul: Çiviyazıları Yayınları.

PARLA, Jale (2005), Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik, İstanbul: İletişim Yayınları, 3. Baskı.

SAID, Edward (çev: ÜLNER, Berna) (2004), Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları, İstanbul: Metis Yayınları, 4. Baskı.

SCHICK, I. C. (çev: ANADOL, Ayşen) (2004), Çerkes Güzeli: Bir Şarkiyatçı İmgenin Serüveni, İstanbul: Oğlak Yayınları.

WALLERSTEIN, Immanuel (çev: ÖNAL, Sinan) (2007), Avrupa Evrenselciliği: İktidarın Retoriği, İstanbul: Aram Yayınları.



Notlar

[1] Yapı Kredi Yayınları ve İthaki Yayınları (2 cilt) tarafından Türkçe’ye çevrilen Voyage en Orient’in tek ciltlik Yapı Kredi Yayınları basımını tanıtımda esas aldım. İthaki Yayınları, eseri Doğu’ya Yolculuk; Yapı Kredi Yayınları ise Doğu’da Seyahat adıyla çevirmiştir. Kapak fotoğrafı, görsellik itibariyle daha ‘anlamlı’ olduğundan İthaki Yayınları’ndan alınmıştır.

[2] Doğu’da Seyahat, s. 93.
[3] age., s. 69.
[4] age., s. 42.
[5] age., s. 70.
[6] age., s. 72.
[7] age., s. 77.
[8] Age., s. 247.
[9] Nerval’in Araplar’ın çoğunlukta yaşadığı topraklarda öğrendiği ilk söz, onaylama anlamına gelen ‘tayyib’ olmuştur. Sözcükleri öğrenmesi zaman alan Nerval, karşısındakilerle anlaşabilmek için bir süre her söylenene bu yanıtı vermiştir. ‘Kader’in cilvesi mi demek doğru olur, bilemem ama Şarklı’ya özgülenen bu onaylama ‘görevi’nin sadece dil sorunu nedeniyle bir ‘Batı’lı tarafından kısa süreliğine üstlenilmesi ilginçlik arz ediyordu.
[10] SCHICK, I. C. (Çev: ANADOL, A.) (2004), Çerkes Güzeli: Bir Şarkiyatçı İmgenin Serüveni, İstanbul: Oğlak Yayınları, s. 129.
[11] Doğu’da Seyahat, s. 141, 154.
[12] age., s. 167.
[13] age., s. 267.
[14] age., s. 354.
[15] age., s. 358.
[16] age., s. 269- 71.
[17] BEHDAD A. (çev: ERDUMAN, S., ERSÖZ, B.) (2007), Kolonyal Çözülme Çağında Oryantalizm, İstanbul: Çiviyazıları Yayınları, s.44.
Behdad, bu tecrübenin en uç noktasını Konstantinopolis ziyaretinde görür. Nerval, seyahatname sırasında kimi zaman profesyonel bir gözlemci, kimi zaman amatör bir seyyah, ilk kez kendisinin kullandığı tabirle ‘turist’, kimi zaman ise aylak adam olarak karşımıza çıkar.
Doğu’da Seyahat, s. 518- 617.
Donanımlı bir kültür takipçisinden Konstantinopolis’te Ramazan ayında herkesin içine karışan, rahat adama giden yolu Behdad şöyle açıklıyor:
“Nerval’in burada yaptığı yolculuğun anlatımı artık temsil değil, tasvirdir; yani özne tarafından görülenin çerçevelenmesi yerine hikaye, yarattığı betimlemeye öznesini de dahil eder, böylece gözlemleyenle gözlemlenen nesne arasındaki mesafeyi yok eder. Ramazan’da gündüz tutulan orucun gece kutlamalarına fırsat vermesi egzotik olanı karnavallaştırır. Burada gözlemleyen özne ve gözlemlenen öteki arasında ayırt edici bir sınır yoktur.” Kolonyal Çözülme Çağında Oryantalizm, s. 48.
Ne var ki, Nerval’in Kahire’ye vardığında hissettiği hayal kırıklığı ve ardından mitik öğeleri mümkün olduğunca Doğu’nun içinden yeniden seçme uğraşısı, İstanbul için farklı bir anlama bürünmüştür. Yönetim zaafiyeti yaşayan bir başkentin Batılılaşma adımlarında kentin ikiye bölünmesi, Nerval’in aradığı otantik havayı tamamen bulanıklaştırır. Nerval’in şehrin geleneksel kalan ve modernleşmeye çalışan iki alanından hangisine ağırlık vereceği sorusu, Ramazan ayında gelenekselliğin içinde erimeye çalışmasıyla cevap bulur. ‘Doğu’nun kendi keşmekeşliği içinde bir bütünlük arz eden yapısını kabul eden Nerval, İstanbul’un fes giyilen, Ramazan eğlenceleri düzenlenen yerlerini de, Fransızca gazete okunan Levanten kahvelerini de görür. “Geceleri Doğu öykülerinin anlatıldığı kahvelerin izini sürmek, onun kaybettiği miti canlandırmasına yardımcı olacaktır.” PARLA, J. (2005), Efendilik, Şarkiyatçılık, Kölelik, İstanbul: İletişim Yayınları, 3. Baskı, s. 93.
[18] SAID, E. (çev: ÜLNER, B.) (2004), Şarkiyatçılık: Batı’nın Şark Anlayışları, İstanbul: Metis Yayınları, 4. Baskı, s. 180.

[19] Avrupa gezisinde Constance Gölü’nün etrafını gezerken ummadığı bir manzarayla karşılaşınca:
“… Öyleyse elimizi çabuk tutup gün doğmadan Constance’tan ayrılalım ve en azından bütün bunlar üzerindeki kuşkumuzu sürdürelim, daha hoşgörülü seyyahların bize sonraları, “Ama siz çok hızlı geçip gitmişsiniz, hiçbir şey görmemişsiniz! diyebileceklerini umut edelim.” diye yazıyordu. age., s. 55.
Ya da Mora kıyılarında arzulananın bir kabus gibi geri dönmesi:
“…Kythera’nın bütün güzelliklerinden geriye ancak porfir kayaları kalmış ve bunlara bakmak, sıradan kumtaşı kayalar görmek gibi hüzün veriyor insana. Deniz perilerinin, Aphrodite’nin büyük deniz kabuğunu seçtikleri bu kıyı boyunca bir tek kabuk bile yok.” age., s. 103.
Nerval’in düşlediği Yunan’a ulaşamayışı, bu çağrışımlarla bezeli Avrupa kültürünün yerini yavaş yavaş gündelik yaşama yönelik gözlemlere kaydırmasına neden olur. Tarihi çağrışımlar, görece azaltılır ve piramitlere ulaşana dek Avrupa çapında yozlaşan kültürün eleştirisi sayfalarda yer bulur.
[20] Kahire’de gördüğü tarihi yerler, bu seyahatnamenin bir hac yolculuğu olduğunu düşünürsek, dini referanslarla beraber de değerlendirilebilir. Dinlerin çıkış noktalarında gezinen bir mistik için piramitlerin öyküsü acaba efsane vari bir değerlendirmeye mi tabi tutulacak, yoksa Antik Yunan da bir geçiş köprüsü olarak kullanılarak büyük bir uygarlığın parçası biçiminde maddi bir tarih okumasıyla birleştirilerek Batı’ya mı mal edilecektir? Nerval, bu açmazda ‘Doğu’ efsaneleriyle süslü anlatıların karşısına Antik Yunan’ı çıkartarak piramitleri ‘Batı’’ya sürüklemek istemez ancak bizatihi maddi tarih okumasının karşıtını ‘Doğu’da duyduğunu belirterek “içeriden” bir okuma yaparak aynı olayda “iki farklı kültür” arasında yeni bir “farklılık” keşfeder.

[21] “Bunlar tembellerdir. Bir işe yaramaktan çok, uyumayı ya da kahvehanelerde hikayeler dinlemeyi daha çok severler. Geçinip gitmek için çok az şeyle yetinilir burada. Gerektiğinde tarlalarda çalınacak meyve ve sebze her zaman bulunur. Hükümet en gerekli işleri yaptırmakta zorluk çeker ama bu işlerin yapılması gerekiyorsa asker birliklerle bir mahalle sarılır ya da bir sokak kapatılır, yoldan geçenler durdurulur ve elleri bağlanır.” age., s. 193.

[22] Kanunların Ruhu Üzerine ve İran Mektupları’nın fazla etkisinde kalmış olacak ki, Montesqieu’nün halkların yönetim biçimiyle iklimler arasında kurduğu dolaylı bağlantıyı eserinde kullanmış. Nerval, bu bağlantıyı ondan aldığını belirtmese de Montesquieu’ye farklı konularda sık sık başvurmuş. Montesquieu’nün düzensizliğin rejimi olarak da resmettiği despotizmde sınıfsal ayrımlarla mevkilere erişme arasında bir paralellik bulunmaz, herkes her an bir göreve getirilip ertesi gün boyunları vurdurulabilir. Nerval, yine bu genel önermeye yaslanarak, ‘Doğu’ toplumlarında, özellikle gerileyen Osmanlı hakimiyetinin bulunduğu yerlerde bu gibi uygulamalara rastlandığını belirtir.
age., s.352, 358.
ALTHUSSER, L. (çev: TÜMERTEKİN, A.) (2005), Montesquieu: Siyaset ve Tarih, İstanbul: İthaki Yayınları, s.109.
[23] “Onların karakterlerinde bizden daha fazla basitlik var ve konuşmalarında anlamsız bir gevezelikten başka bir şeyin söz konusu olmadığından eminim.” Doğu’da Seyahat, s. 341.

[24] WALLERSTEIN, Immanuel (çev: ÖNAL, Sinan) (2007), Avrupa Evrenselciliği: İktidarın Retoriği, İstanbul: Aram Yayınları.




Yazı, "Doğudan" dergisinin Ekim 2007'deki ilk sayısında yayınlandı.