Ara

hah

Birgül Oğuz, "Hah", Metis, Ekim 2012.




"Çünkü onlar 'annelerini erken, babalarını ölümlerine yakın seviyor'. Onlar en çok bunu biliyor. Babalarsa sevilmeye gelmiyor. Babalar bir kere sevildi mi hemen kısalıp ölüyor. Buna önce yas, sonra yasa deniyor. Böyle oluyor: Çocuk tüfeği e
line alıyor. Namlunun ucunda: okunaksız bir baba. Sonra korkunç şeyler oluyor. Kırık cıncık ve leke. Saçma ve kül. Ve bir de bakmışsın, baba gökte soluk bir amblem. Tedavülden kalkmış delik para." 

Birgül Oğuz'un kitabı "yas" üzerine. Ancak yalnızca kişisel bir kaybın yasını tutmuyor "Hah". Hafızalardan silindi silinecek "yılbindokuzyüzeylül" devrini şimdiye fırlatmak arzusunu da duyuyor. Temsil, telafi ve idrak edilemez olanı temsil, telafi ve idrak etmeye çalışıyor. Zamanın yas'a müdahalesi, halden hale geçen öykülerin dilinde buluyor karşılığını.

birgül oğuz'un içindeki oğuz atay hiç sırıtmıyor. her şey yerli yerinde. orası neresiyse artık, yazara sorulmaz. ("hah").

"hah"tan sonra birgül oğuz'un master tezine tekrar baktım. tez,sanki öykü kitabına dönüşmüş: "o.atay'da yazarlık kurumunun iflası ve edebi intihar"

Mihman: Karakterden ziyade olayı tartışalım

http://www.iletisim.com.tr/images/cust_files/120806161519.pdf



Çok değerli bir iş, çıktığı hafta okuma fırsatım oldu, yazarla yapılan gazete-dergi -internet söyleşilerinde kitabın okunarak konuşulması, soruların nitelikli oluşu dikkatimi çekti. 

Tesadüf, Akif Bey, sevgili Murat'ın yakınıymış. Geçen hafta Ersanların bürosunda buluştuk, 4 saate yakın eni konu sohbet ettik kitap üzerine. 

Bazı yazarlar, karşılaştığınızda sizde hayal kırıklığı yaratabiliyor, "aslında yazdığı kadar olgun ve dolgun biri değilmiş" diyebiliyorsunuz. "Konuşabilseydi yazar olmazdı" diyen bilge zatın aksine, Akif Kurtuluş, yazdığından fazlasını konuşabilen, bazen yazı mutfağını size açabilen, hatta yazdığına mesafe koyabilen, kitabının nitelikli okuru da olabilen yazarlardan... Kurguda bıraktığı muğlaklıklar, okurun yorumunu samimiyetle bekleyen, okura alan açan, romanı istediği yöne çekmesini "talep eden", tüm bunları yapmacık davranmadan başaran bir yazar niteliğinde. "Demokrat" çok mu genel bir adlandırma olur? :)

"Yalnızlık" ve "hatırlama-bellek" kavramları üzerinden çok şey konuştuk, romanı epey deştik, alt metinleri sorguladık. Sözelcilerin "fen" dallarına kıskanç merakından mıdır nedir, kitabın "otopsi"sini yaptık, "anatomisi"ni çıkardık, "iskeleti"ne baktık, nasıl "inşa" edildiğini konuştuk. Şener de oradaydı, doktor olmasına rağmen ses etmedi. "Bir Zamanlar Anadolu"da otopsi yapan doktorun yüzüne sıçrayan kan sahnesi var ya, öyle bir görüntü verdiysek, kendimden korkarım.

Neyse...

Kitabın 87 alt bölümünde karşılıklı konuşmanın değil, monologların merkeze oturması, "ilişkilerin romanı" olduğunu iddia eden bir metin için, işin içinden çıkmanın son derece zor olduğu bir uğraş. Belki de yalnızlık, bu monolog kurgusuna içkindir. Takdir etmek lazım.

Akif Kurtuluş, Türkiye sosyalistlerinde çok da alışkın olmadığım derecede hoşgörülü ve eleştiriyi samimiyetle kabullenebiliyor, en güzeli de eleştirilirken savunmasına hazırlanmıyor, sizi "dinliyor". Geridönüş toplayıcısı gibi çalışıyor, romandaki boşlukları bulmamız için oynadığı oyunları hınzırca "itiraf ediyor". Bu bakımdan "Mihman", Orhan Pamuk'un "Saf ve Düşünceli Romancı"sında yazma sürecine dair söylediklerinin bir uyarlaması niyetine de okunabilir. 

Kurtuluş, konuşmanızı "dinliyor", açığınızı yakalamaya çalışan "çelişki avcısı"na dönüşmüyor, kitaba odaklananın, evvela sözüne odaklanıyor, size yanıt verirken kitabı açıp örnekler vererek konuşmuyor. "Metin yazardan çıktıktan sonra okurundur" sözüne sosyalistçe sadık. Kitaba daha geniş vakit ayırıp "sosyalist gerçeküstücülük" üzerinden yazmayı deneyeceğim. Umarım başarırım. 

Size daha vurucu yanıt vermek adına, sohbeti bir atışmaya, hatta karşısındakini bilgi kefesiyle tartmaya dönüştürmüyor. Romandaki sukûneti, sohbetinde sürüyor. Konunun/ilişkilerin yakıcılığının tartışılmasını, karakterlerin tartışılmasından önde tutuyor. 

Eleştirildiği yerde "aslında doğru yaptığını, sizin konuyu yanlış veya eksik yorumladığınızı, çelişki taşıdığınızı" iddia etmiyor. Metinden kopan, karşısındakinin sözünün didiklenmesine, çelişki  dedektifliğine kayan münazaracılığa karşı. Sizi fon niyetine dinlemiyor, kulak kesiliyor; konuşmanızı, konuşması için bir hazırlık süresine dönüştürmüyor. 







"Halen bir Cağaloğlu emektarı olan Selma Sancı, birbirine eklemlenen öykülerle, bir taraftan 1980 öncesinin bütün karmaşasını duyumsatırken, öte yandan insanı hemen yakalayan, sıcak, yalın, anlatacağını içtenlikle anlatan bir dille, yok olup giden üretim tarzlarının kayda geçmelerini sağlıyor, rotatifleri, mücellitleri, mürettipleri, hurufatı hatırlatıyor.

Cağaloğlu'ndan Kadıköy'e, Adalar'a uzanıp birbirine kısa bir süre için değip uzaklaşan – savrulan insanların altını çiziyor.

Onun kaleme aldıklarındaki sihir, hayatımızda yer etmiş, hiçbir zaman dikkat etmediğimiz ayrıntılara yer vermesinde yatıyor, gözlem gücü bu ayrıntılarda ortaya çıkıyor.

Espas, tedirgin bir dönemi ve basımevlerinde, tekstil atölyelerinde çalışan insanların kırgın, kırık hayatlarını anlatan ustalıklı bir dönem romanı."



kapak: idefixten