Ara

New York dahil Türkiye...


Amerika’da yaşayan Hacı lakaplı Müslüman bir dini lider vardır. Amerikan polisi de Türk polisi de onu köktendinci terör olaylarının azmettiricisi Deccal sanmaktadırlar. Türk polisleri Acar ve Fırat, Amerikan polisleri tarafından yakalanan Hacı’yı teslim almak üzere New York’a giderler. Fakat Hacı ellerinden kurtulur. Çünkü asıl amacı Türk polisleri suçsuzluğuna ikna etmektir. Acar’la Fırat kuşkuya düşerler; acaba mı? Hacı bunun için Türkiye’ye bile gelmeye kararlıdır. Gelir. Acar’la Fırat onun suçsuzluğuna tamamen inanırlar. Zaten aslında kim olduğu bilinmekte olan Deccal de o ara yakalanır. Hristiyan karısı, iyi insan olmalarına yardım ettiği müridleri olan, Mevlana-Yunus vb.’yi dilinden düşürmeyen Hacı’yla Fırat esasen hemşeridirler. Fırat, Hacı’nın suçsuzluğuna çoktan inanmıştır, fakat kader ağlarını örer.

‘New York’ta Beş Minare’ özetle bu. Türk filminde iki üç New York görüntüsüne, Amerikan filmi gibi olsun diye yapılan masrafa tav olmayacaksanız, kesintisiz ‘meğerse...’ esprisinin hikaye ve karakter yaratmaya yettiğini düşünmüyorsanız, bu sizin filminiz değil. Fakat öncesine gidelim.
Ben Mahsun Kırmızıgül’ü masabaşında oturmuş bir gün çekeceği ya da yazacağı, Türkiye’nin büyük meselelerini halledecek film ya da romanı anlatan adamlara benzetirim. Genellikle o filmler yapılmaz, o romanlar yazılmaz. Çünkü para pul bir yana, çok kalabalık, çok tıkış tıkıştır bu hayal-senaryolar, hayal-romanlar. Kırmızıgül işte o filmleri gerçekten çeken adam. Bir önceki filminde bir dolu meseleyi, tek filmde, acele acele ve filmin içine herşeyi katarak anlatma telaşı ilginçti. Bir duygusal kriz ya da cinnete denk düşen kimi sahneleri vardır o filmin. Küçük kızkardeşlerin bebek oğlan kardeşlerini çamaşır makinesinde ‘temizlemeleri’ne takılmasanız, travesti kardeşin infazına takılırsınız, vb. Ortak suçluluğun bazen bilinç bölünmesi, bazen histeri, bazen kolektif cinnet ya da hüngür hüngür günah çıkarma halinde tezahür ettiği bir toplumda, sanat filmlerinin parmak ucuyla dokundukları meselelere ilk iki Kırmızıgül filmi damardan girer.
‘Beyaz Melek’ de, ‘Güneşi Gördüm’ de duygunun görünmez barajlar yıkıp geçen seller olup çıktığı filmlerdir. Bu bakımdan abartıları bir şeye işaret eder. ‘New York’ta Beş Minare’de bu hesapsızlık, bu koyverme yok.


Bu film artık masabaşında rüyalarını anlatan adamın filmi değil. O adamın iki film çekip de işi kıvırdığı görüldükten sonra, bir nevi sosyal peygamberliğe özenmesinin filmi. Filmin ‘meğerse...’ düzeyinde her şeye verdiği cevaplar, karton kişileri, turistik çokkültürlülük resmi kimi inandırır bilmem. Belki saftirik damat Thomas’ı.
Şöyle de anlatılabilir; ‘Beyaz Melek’te Yıldız Kenter abartısına artık gülemediğiniz, onun filmin histerisinin parçası haline geldiği bir zirve vardı. ‘New York...’ta ise Haluk Bilginer’in gönülsüz Doğulu taklidinin şahane İngilizceye dönüştüğü anlara, aktörün canlandırdığı karakterin kusursuz bir kötü adama dönüşmeye can attığı ama dönüşemediği anlara dikkat edin. Bu iddialı filmin altında ortaya çık(a)mayan başka bir film var çünkü. İyi yazılıp-çekilse bile ortakarar bir ticari film olacak bir aksiyon filmi.


Fatih Özgüven, Radikal, 11 Kasım.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder