Ara

Zulmün Bayrak Yarışı


Can Dündar'ın bu yazısına 12 Eylül Utanç Müzesi'nde çektiğim fotoğrafları eklemek istedim.
12 Eylül'de mahkûm kadınlar dışarıya mektup ya da kart yollarken,
çoğunlukla kendi çizimlerinden kart"postal" yaparlarmış.
2011 Eylül'ünde Doğan Yurdakul'un eşiyle son kez görüşmesine izin verilmemişti.
Dün getirildiği cenazede bu "kapalı kapı" aklıma geldi.




 Doğan Yurdakul ile 70’lerin sonuna uzanan bir tanışıklığımız var.


Yankı dergisinde beraberdik. Yan yana masalarda daktilo tuşladık.


Sonraki yıllarda, Paris sürgünündeyken evlerinde konuk olmuşluğum vardır. Bugün suçlandığı derin devleti, biraz da onun kitaplarından öğrendik.


Dün eşinin Ankara Kocatepe Camii’ndeki cenazesine cezaevi nakliye aracıyla getirildiğini gördüğümde “Sadece nesiller değişiyor, zulüm hep aynı” diye düşündüm.




Menderes’in asılışının 50. yıldönümüydü.


Adnan bey de eşi Berin hanımdan “Ankara’da Göreme Sokak’a taşındık” diye mektup alınca “Oradan taşınsanız; başka bir ev bulsanız” demişti.


 Aile, nedenini anlamamıştı başta... Yerini bile bilmediği bir evden neden taşınmalarını istiyordu ki?


Sonradan bunun sokağın adıyla ilgili olduğunu anlamışlardı.


Menderes, bu ismin, onları bir daha “göreme”me ihtimalini çağrıştırmasından tedirgin olmuştu.





Onun idamının 50. yılında biz bir cami avlusunda, eşini son kez görmesine izin verilmeyen Doğan Yurdakul’a taziyelerimizi sunuyorduk.


Menderes’in ailesiyle görüştürülmediğinden dert yananlar, Yurdakul’a bugün benzerini yaşatmaktan çekinmiyorlardı.


Nesiller değişiyordu.


Zulüm hep aynıydı.


* * *
insaflı infaz


 Cenaze çıkışı Yurdakul’un 12 Mart’tan hapishane arkadaşı Deniz Gezmiş’in ağabeyi Bora Gezmiş’le birlikte Çağdaş Sanatlar Merkezi’ndeki “Utanç Müzesi”ni gezdik.


Müze gibi değildi; ucu açık bir sergiydi adeta...


Bitmemişti; nesillerdir süren bir film gibiydi.






Öldürülen, asılan, işkence gören gencecik insanlardan kalan eşyalar sergileniyordu dizi dizi...


İlhan Erdost’un paltosu hâlâ kanlıydı.


Metin Göktepe’nin cepkeni de öyle...


Hırant Dink’in son gün giydiği ayakkabı yetişmemişti sergiye; ama Deniz Gezmiş’in parkası oradaydı.




Zulmü, sefil bir bayrak gibi kuşaktan kuşağa, darağaçlarından namlu uçlarına, elden ele taşımışlardı.




Utanç Müzesi'nde bir Erdal Eren karikatürü...
Asmayıp da beslememek için bıyık çizilir...


Darbede asılan gençlerin son mektuplarına baktım.


Deniz Gezmiş, “Baba...” diye başlamıştı yazmaya...


Hüseyin “Babama, anneme, kardeşlerime ve yakın arkadaşlarıma” diye girmişti söze...


Yusuf darağacına giderken “Bütün akrabalarına” hitap etmişti.


Necdet Adalı, “Sevgili anneciğim, babacığım” demişti ilk satırda...


Erdal Eren’inkinde, “Sevgili annem, babam, kardeşlerim” girizgâhı vardı.


hareketsiz bırakma...

Veysel Güney’inki de öyleydi.

Ali Aktaş’ınki de...

Kadir Tandoğan’ınki de...



Ömer Yazgan’ınki de...

İlyas Has’ınki de...

Hemen hepsi son mektuplarını giderayak ana babalarına yazmıştı.


çarmıha germe...

Eşleri yoktu ki... Muhtemelen kavga içinde sevdalanacak vakit de bulamamışlardı.


* * *



 Bulabilenler de son kez “göreme”den, bir veda edemeden, musalla taşından uğurladı eşlerini...


Üzerinde “zulüm” yazılı bayrak, kuşaktan kuşağa, elden ele geze geze paçavraya dönmüştü; ama eziyet yarışı bitmiyordu bir türlü...



Utanç Müzesi'nden bir karikatür daha...
yorumlu.

“Utanç Müzesi”ni gezerken boş duvarlarda 50 yıl sonra yer alacak fotoğrafları getirdim gözümün önüne...

Bizden sonraki nesillerin, serginin sonunda “Neyse ki hepsi mazide kaldı” diyeceklerini ümit ettim umarsızca...

Denizler'in idam fermanı... (Utanç Müzesi)


Can Dündar, Milliyet, 18 Eylül 2011






başa naylon geçirerek boğma...

Filistin Askısı



tam 12'den.






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder