Ara

27 Mayıs: Bir Darbenin Anatomisi...

Editörler: Tolga Ersoy, Haydar Çetinbaş

Yazarlar:

Kadir CANGIZBAY,

Mete K KAYNAR,

Ahmet Hamdi DİNLER,

Kamil DEMİRHAN,

Babür PINAR,

Haydar ÇETİNBAŞ,

İsmail BEŞİKÇİ,

Tolga ERSOY,

Renan ACAR,

Okay BENSOY

"27 Mayıs; 50 yıl önce ya da 50 yıl sonra... Eğer “tarihi tekerrürden ibaret” sayacaksak 27 Mayıs’ın ardından gelenleri, gelme olasılığı olanları ya da gelecekleri adlandırmak için yeni bir tanımlamaya ya da anlatım türüne gereksinim mi duyacağız… ya da onu önceleyenleri dikkate aldığımızda 27 Mayıs’ın adını nasıl koyacağız, tarihimizdeki yerini nasıl nitelendirebileceğiz.
27 Mayıs; özetle bir askeri darbe. Ne var ki diğerlerini 27 Mayıs’tan ve birbirlerinden ayırmak, farklı anlamlandırmak için gösterilen çabanın bir benzeri “doğal olarak” 27 Mayıs içinde gösterilmekte. Onu sahiplenmenin ve ona meşruiyet kazandırmanın başka bir yolu yok çünkü. O kimilerine göre demokrasinin yeniden inşasının önemli bir adımı, Kemalist laikliliğin ve cumhuriyetin düşmanlarına karşı girişilen mücadelenin bir aşaması vesaire. Kuşkusuz kendisine/iktidarına karşı darbe yapılanlar ve/veya demokrasiyi salt seçim/genel oya indirgeyip otokrasisinin aracı olarak bu türden bir demokrasiyi savunan, sahiplenen diğer “kimi taraftarlar” içinde bunların tam tersi…"

arka kapaktan



27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları...



“Yakın dönem siyasi tarihimize ilişkin yayımlanabilen pek az sayıdaki belge tomarına bir yenisi ekleniyor: 27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları...



27 Mayıs 1960’ın 50. yıldönümünde bu belgeler geçmişimize ilişkin tartışmalarımızda önemli rol oynayacaktır. Tutanakların önemi ve değeri hakkında herhangi bir yorumda bulunmak bile gereksiz.
27 Mayıs Bakanlar Kurulu Tutanakları, bir dönemin zihniyetini açığa çıkarmak bakımından önemli belge niteliğindedir. [...]
27 Mayıs Bakanlar Kurulu elbette dönemin yegâne yürütme gücü değildi. Hatta esas yürütme gücü de sayılamazdı. Aksine, MBK’nın yanında, olsa olsa ancak ikinci derecede yürütme gücüne sahipti. Bu gücü bağımsız kullanma imkânına da sahip değildi. Bakanlar Kurulu inisiyatif alabilecek yürütme gücü olmaktan çok uzaktı. Bu bakımdan Bakanlar Kurulu’nu değerlendirirken, onu bağımsız yürütme gücü olarak düşünmek haksızlık olacaktır. Diğer yandan, Bakanlar Kurulu üyelerinin askeri bir hükümete katılırken bunun olası sonuçlarını öngörememiş olmaları, ayrıca üzerinde durmayı gerektirir. Belki de bazı üyeler, 27 Mayıs darbesiyle askerlerin görevlerini yerine getirdiklerini düşünmüşlerdi. Artık görev, askerlerden çok yeni hükümete düşecekti. Bu düşüncenin ne denli yanıltıcı olduğunu tecrübe ederek öğrenmiş olmalılar. Birinci Cemal Gürsel Hükümeti’nde kısa sürede meydana gelen önemli ve dramatik değişiklik, kanımca bu gerçekçi olmayan düşünce ile yakından ilgili olmalıdır. Bununla beraber, Bakanlar Kurulu’nun zaman zaman bu gerçekçi olmayan düşünceyi seslendirmeye devam ettiğini de biliyoruz.”


Steno ile tutulup daktilo edilen, 2 Haziran 1960-16 Kasım 1961 tarihleri arasındaki 123 Bakanlar Kurulu tutanağından ulaşılabilen 111’ini kısaltmadan ve hiçbir sansüre uğratmadan yayımlayarak, yakın dönem siyasi tarihimize büyük bir katkı yaptığımıza inanıyoruz."


arka kapaktan

mükellefiyet



"Her kim ki çalışamaz duruma gele
Eşeğe bindirilip köyüne gönderile"



1867 yılında Osmanlı İmparatorluğu’ndayız. Dış borçlar artmış, ekonomik çöküş başlamış, enerji açığı had safhaya varmıştır. Kömür ihtiyacını karşılamak için bir kanun çıkartılır ve Zonguldak civarındaki köylerde yaşayan 13-50 yaş arasındaki her erkeğe “iş mükellefiyeti”, yani belli sürelerle madende çalışma zorunluluğu getirilir.

Mükellefiyet, 1940’lı yıllarda tekrarlanan ve korkunç bir jandarma baskısıyla uygulanan bu kanunun trajik sonuçlarını, madenci yapılan köylülerin, çavuş ve onbaşıların, eşkıyanın, yavukluların ve dönemin yöneticilerinin dünyalarına girerek, mükemmel doğa betimlemeleri eşliğinde anlatıyor.

Köylülere “Allahım yok musun!” dedirtecek boyutlara ulaşan eziyet ve sömürüyü, edebiyatımızdaki Kemal Tahir-Yaşar Kemal-İrfan Yalçın çizgisine bağlı bir yapıda aktaran Metin Köse’den, alabildiğine çarpıcı, unutulmayacak bir roman.

Yeniden Dostoyevski




Suç ve Ceza'yla, Budala'yla ve Delikanlı'yla başlamaya çalış­mıştım. Suç ve Ceza'yı beş on sayfa sonra bıraktığımı hatırlıyorum. Budala çok etkileyiciydi, ama bir türlü yol alamıyordum. Delikanlı'yı sonuna kadar okudum.
Dostoyevski tutkusu bende Beyaz Geceler'le başladı. Visconti'nin filmini görmedim; sadece fragmanı seyrettim: Kar yağıyordu. Beyaz kardan geliyor sanmıştım. Dostoyevski'nin uzun hikâyesini okuyun­ca epey şaşırdım. Varlık Yayınları arasından Nihal Yalaza Taluy'un çevirisiydi. Beyaz Geceler beni çok ağlattı.

Sonra arkası geldi. Cinler'le Karamazov Kardeşler'i yan yana okudum, birinden beş on sayfa, ötekinden de. Cinler başımı döndürdü. Cinler'le Beyaz Geceler arasında, ikincisinden ilkine, neler yaşan­mıştı? Dostoyevski kimdi? Bir ölçek, Ölü Evinden Anılar'da yanıt bul­dum. Fakat varsa yoksa, Cinler.

Füruzan'la bol bol Dostoyevski konuşurduk. Füruzan, ille Buda­la diyordu; Tolstoy'dan da ille Diriliş. Diriliş'i Füruzan'ın saye­sinde okumuştum.

Yirmilerim biterken Destan Gönüller'i yazdım. Yok, yirmi dört yaşımdayken. Kılavuzlarımdan biri Beyaz Geceler'di. Yeniyetmeliğimde okuduğum Beyaz Geceler, o içlilik, o derin, sarsıcı içe kapanış Destan Gönüller'e yansımalı diye düşünüyordum.

Geçen yıl, Beyaz Geceler'in Rusça'dan yeni bir çevirisi yayım­landı (Can Yayınları). Çevirmen, değerli Sabri Gürses, eseri niçin yeniden çevirmek ihtiyacı duyduğunu önsözünde açıklıyordu. Dahası, Beyaz Geceler'in -bu kez- bir de altbaşlığı vardı: Bir Hayalperestin Anılarından.

Gürses, Beyaz Geceler'in melodram olup olmadığı üzerinde duru­yor. Bir başka çeviriye, Mehmet Özgül'ün çevirisine Orhan Pamuk ön­söz yazmış ve eser için "melodram" sözcüğünü kullanmış. Beyaz Gece­ler benim için de yetkin, sanatkârca yazılmış bir melodramdı. Oysa; Sabri Gürses, hem Nihal Yalaza Taluy'un, hem Mehmet Özgül'ün çevirilerini eleştiriyor, bu çeviriler sebebiyle aldandığımızı belir­tiyor: "... bu çevirileri tanımlayan başlıca özellik, metni yoğun bir şekilde duygusallaştırmaları..." Yani, Dostoyevski'nin uzaktan bakışı, tedirginliği, hatta gizli ironisi aradan çekilmiş.

Kalakalmıştım.

Geçen pazar akşamı, Victor Terras imzalı Dostoyevski'yi Okumak yeni işkillenişlere yol açtı. Dostoyevski'yi Okumak bir inceleme ki­tabı, Kırmızı Kedi Yayınevi yayımlamış, Zeynep Alpar'ın çevirisinden. Victor Terras, zaman içinde, Dostoyevski'ye yaklaşımları irdeliyor.

Yaşadığı dönemde Dostoyevski'nin eleştirel hışımlara uğradığını bilmez değilim. İnsancıklar'a sevgiyle yaklaşan Belinski, Öteki'den hiç hoşlanmaz. Bu hışmıyla Dostoyevski'nin yolunu epey uzatır. Öte­ki kökenli Yeraltından Notlar nice sonra kaleme alınacaktır...

Victor Terras başka yanlış yorumlar üzerinde duruyor. Yanlış yorumların sonucu başka yaralanışlar. Dostoyevski'yi Okumak, büyük yazarı sevenler için çok yararlı bir kitap. Diyebilirim ki, yeniden Dostoyevski okumalarına çağırıyor.

Tolstoy, Karamazov Kardeşler için, güncesine yazmış: "Diya­logları imkânsız ve doğal olmaktan tamamen uzak... Şapşallığı, yapmacıklığı beni hayrete düşürüyor, bu kurgulanmış haller..."

Bana sorarsanız, asıl güzellik hep onlarda, öteden beri, yir­minci yüzyıl romanında en güçlü etkiyi Dostoyevski'den hissederim. Bir türlü söze dökemediğimi Victor Terras'ın yorumundan aktarıyo­rum:

"Dostoyevski romanları, duru, açık seçik, iyi yazılmış veya mükemmel olmaktan çok, yaşayan romanlar. Anlatıcının ve karakter­lerin konuşmalarını bitmiş bir ürün gibi değil, yaşayan bir akış içinde gibi sunarlar."

Yazar, Dostoyevski'yle birlikte roman sanatında değişeni, günümüze kadar etkisini sürdüren değişimi Cinler'i irdelerken sapta­mış: "Hiciv ve parodinin çok hissedilir olması Ecinniler'i ('cin çarpmışlar' anlamına Ecinniler belki daha doğru, ama günümüzde Cinler adı yaygın, Sİ) Shakespeare'e, hatta Aristofanes'e daha da yaklaştırırken, Yunan tragedyasından uzaklaştırıyor."

Galiba, iyi ki uzaklaştırmış. O hiciv, o parodi, esip duran o tiyatro havası, hatta 'yapaylık' Dostoyevski romanına 'öncü' ol­mayı sağlamış, James Joyce buna "Dostoyevski'nin patlayıcı gücü" demiş. Victor Terras ise "Sahne yeni bir delilik dalgasına hazır" diyor.

Dostoyevski'yi Okumak, sıradanlaştıkça sıradanlaşan yayın dünyamızda, ender rastlanılacak bir kitap.


Selim İleri, Zaman, 9 Mayıs.