gaye ve mustafa evleniyor.
kısa ve öz... gibi duruyor...
ama ne hissettiğimi anlatacakken tıkanıyorum;
boğazıma yine tok bir yumruk bağdaş kurmuş...
şimdi kelimeleri alelacele yatırıp cümleye vurmanın,
"ne duruyorsun, biz biliyoruz da mı yazıyoruz!"
serzenişlerinin, hadilemelerinin,
hissettiklerimi yeterince ifade edemeyeceğinden çekiniyorum.
farklı şeyler tadıyorum elbet, güzel şeyler,
ancak nikâhtan sonra kendimle arama yeterince mesafe koyup yazabilirdim herhalde bunları, yine de deneyeceğim.
bu yazının bir "iç" nedeni de var:
pişmanlıklarıma ve türlü gecikmişliklerime,
aylaklıklarıma bir yenisini eklemek istemiyorum.
ertelemeden, doğru-yanlış cetveli tutmadan,
biriktirmeden yazmak istiyorum bu sabah...
birçok arkadaşımın evlenmesi beni daha somut düşünmeye,
her konuda kararlarımı kes(k)inleştirmeye,
nakarat bile olsa kısa cümleler kurmaya,
belli bir "paragraf"ı tutarlılıkla takip etmeye,
sevgimi sırf ilgimle değil sözlerimle de "gösterebilme" cesaretine itiyor sanırım...
oğuz atay'ın günlüğüne düştüğü not gibi;
"sessiz faziletlerin heykeli dikilmiyor".
bu netleşme süreci -artık adına pervasızca "süreç" diyebiliyorsam, ben de kendime çekidüzen verip kurumsallaşıyorumdur- "aile"nin evlenen insana ve çekim alanındakilere kendiliğinden kattığı başka türlü bir kutsallık/kurumsallık olsa gerek...
aile; adı yeten, varlığı senin gölgenin uzunluğunu belirleyen bir kurummuş.
kimi yaşlıların aileye neden "ulu çınar" dediğini yeni yeni anlayabiliyorum...
bilgece bir benzetme; "ulu çınar olarak aile!"...
nedense bunu diyen büyükler, aklıma hep asasıyla düşüyor.
kravatlı ama asalı emekli bürokratlar, hâkimler,
ailearası nişanlarda ceket ilikleyip konuşan heybetli hatipler
bana aileleşmeyi uluyor...
aile, en özgür haliyle bile bir "kurum" olarak alıntılandığına,
nişan hatipleri part-time aile büyüklerinden seçilerek istihdam edildiğine göre,
her kurum kendi bilincini, işlevini aşılıyor üyesine, emekçisine.
tek farkı, aile kurumuna atılan her imzanın "mezarda emeklilik" gayesini taşıması.
mustafa, bu boş sözlerimin neresinde..?
bir dost düşünün ki;
hesap kitap yapmadan denkleştirdiği "yardım"ı büyük harflerle, uluorta konuşmayan;
cahil cesaretiyle söylediklerinizi, olası gaflarınızı dostluk terekesinden düşmeyen bir adam olsun...
hayata karşı büyük bir direnişi olsa da, bu mücadelesini gösteriş parantezine almasın;
yolda düşen birini görünce gülmekten önce sızlansın,
sonra yetişip yerden kaldırma refleksi çalışsın...
benim gerçek dostlar arasında teşekkür etmeyi, bir şeyini alırken izin istemeyi boş "burjuva nezaketi"nden saydığımı bilen;
bir zevkin dibine vurmakla foseptiğine inmemek arasındaki çubuk hizasını en mayhoş halinde dahi aklında tutan;
samimiyet ile "Kaygısızlar Memnun" vari iyiden iyiye çöreklenme arasındaki ince çizginin üstüne titreyen;
inanmasa bile her düşünceyi içeriden okuyabilen,
bunun bir kafakarışıklığını değil, önyargısız ve mesafeyi koruyarak da bir fikre inanılmayabileceğini simgelediğini savunan;
hayata/insana dair her türlü mücadelenin kendisinin ideolojik/politik, ideolojinin kendisinin ise tek başına bir direniş/siyaset barındırmadığını paylaşan ve hayata tam da bu yüzden tutunan, farklı didinişlerinden gerçek bir siyaset dokuyan kardeşim...
benim gibi memur çocuğu olmasa da, öğretmen çocuğu olarak büyümese de,
o eğitimi içselleştirilmiş, gittiği mekânda kurumlanarak oturmayı hamervahlık sayan, sürekli minderin ucuna ilişmeyi "ideoloji"sinin parçası addeden bir doğuştan iyi memur o:
"eu-memurus"...
paylaştıklarımızı saymaya üşenmem ama yorulurum.
nicelik ilk defa nitelikle aynı düzeyde...
zaten saymaya başladığım anda, tüm o değerli anıların büyüsünü yitireceğini düşündüğüm için söze dökmekten imtina ederim.
bir başka şeydir "yol arkadaşlığı" mustaf'la...
kızların vedası büyük olur...
bu yüzden nikâh boyunca, en az kızların şimdi gelin olan arkadaşlarına vedası sırasında hissettiği duygusallığı tadacağım "belki de"... gittiğim bazı nikâhlarda ya o kızlardan ne hissettiklerini bana anlatanlar olur ya da şıkır şıkır giyinmişken gelinin yanında gözlerim huylarını...
ama mustafa'yı everirken
bizzat, "görevim bekârlık uhdesi"nde kalmak kaydıyla tadacağım bu duyguyu...
kızların "sen kız değilsin, asla anlayamazsın!" şeklinde böbürlendikleri, duygusallığı kendi menkullerinden sayarak 'sinsi' bir masumiyetle kibirlendikleri, konuşmadan anlaşan tek varlığın hemcinsleri olduklarını sandıkları, tam da bu anda anaçlıktan ve kedi şirinliğinden beslendikleri bir alana çıplak ayakla basacağım;
korkmadan kızlardan rol çalacağım...
kızların birbirlerinden kopmayacaklarına yemin etseler de artık hiçbir zaman eskisi gibi olamayacaklarını,
arada bir buluştuklarında bir şeylerin kekremsi kalacağını az çok bildikleri için attıkları son uğurlama bakışını atacağım mustafa'ya.
"karı gibi ağlayacağım" belki de...
o içi binbir duyguyla katmerlenmiş dopdolu bakışı "sunacağım"...
kabul eder mi bilemem, bu konuda pek ümidim yok!
muhtemelen bu yoğun transla pek eşcinsel bir bakış çıkar benden,
mustafa da gaye'yi kaybetmemek için sırtını dönecektir bana...
kötü sona kendimi hazırlıkladım. gaye'ye bilmeden/istemeden/tümüyle istemdışı biçimde,
tuhaf/yadırgayacağı, sırıtan, mesut görünen ama özünde kıskançlık hammalı bakışlar fırlatabilirim.
kendisinden özrümü peşin peşin dileyeyim!..
tebrikler kabul edilirken, kızların damada yöneltecekleri "kızımıza iyi bak, yoksa gözünü oyarız!" ünleminde şakaya pay bırakılmayacak belki de...
anlamlı bir ültimatom sinecek damadın yakasına;
kokladıkça hatrına sadakat ve anlayış gelecek...
kızlar, etlerinden tırnak kopmasına rağmen "acımıyo ki!" şirinliğine,
geçici bir süreliğine "göz oy"manın hıncına bırakacaklar kendilerini,
bir köşede yatışacaklar... üzüntülerini şakayla fondötenleyip kapatacaklar...
evlenme cüzdanıysa, esasında "kızlar" tarafından erkeğe verilmiş erken bir "genç kaynanalar derneği" ya da "baldız görünümlü kaynanalar" muhtırasına bürünecek aniden,
matbaa değerinin çok üstünde bir uyarı belgesine dönüşecek,
zilyetliği bile gelinde olacak...
damadın kalbi o gün kadınlar kulübü ne diyorsa onu atacak !..
erkek bir günlüğüne "fahri müstemleke" olacak...
kızlar, paydaş oldukları o devasa karmaşıklıktaki duyguyu gizleyecek,
içlerine kapanacak, kollarını bedenlerinde kavuşturacak,
anlamlı ve ilginç bir eşzamanlılıkla birbirlerine tebessümle yaslanacak,
gözleriyle sevinip gözleriyle kızlarını damattan kıskanacak,
kardeşlerini gözbebekleriyle özleyecekler belki de...
ne var ki,
kızların kardeşliklerinin arasına artık bir erkeği alıyor olmalarının verdiği dayanılmaz kıskançlığa ulanan emanet etme,
huzura salma ve 'A'ileye katma hissi,
mustafa imzasını atarken bana da sekecek...
ama benim amatörlüğüm gözyaşıma vuracak,
saklayamayacağım, sakınmayacağım,
onlar gibi gözümü tavana dikemeyeceğim,
makyaj da umurumda olmayacak,
hepten boşanacağım belki de...
kırılma anı...
aniden ağlamaya başladığımda kızların biz erkeklerden farkını çabucak anlayıp üzüntü ve sevinç rejimlerinin nasıl birarada yaşatılabildiğini yine onlardan öğrenip haddimi bileceğim.
göz, bedenimin en ideolojik ama kızlar karşısında en savunmasız aygıtı olacak 'kuşkusuz'.
erkekler de ağlayacak...
Minnet: Bir İtiraf...
gaye ve mustafa;
davetiye taslağımı size önerirken ya da siteyi tasarlarken başından beri bu yazıya yatırım yapıyordum aslında. kendi evliliğimi sizde düşünme gibi bir deneyim de yaşamak istedim.
çünkü sevdiğim kadınla sizin kadar uyumlu olmak isterim, madem size öykündüm, siz de benim planıma uysanız acaba nasıl bir bileşim çıkar diye "hesap ettim"...
son derece bencilce ama arada böyle tuhaf/delice girişimlerim oluyor, affedin.
hani şu ara evliliğe somut bakamıyorum ama evlensem nolurdu diye provaya çıktım sizinle...
kimi zaman uzaktan takip ettim, kimi zaman yakın durdum.
yazıyı yazarken de bazı taşların oturmasını, telaşenizin yatışmasını bekledim.
plan yapanların içine düştükleri tuhaf ve gülünç realizmi gözlemlemeyi severken, kendi planlarımı arkadaşlarıma usulca sunmanın utancını taşıyorum.
matah bir şey becermişim gibi de şimdi bu numaramı size itiraf ediyorum.
ersin'in olağanüstü tasarımı ve levent'in bıkmadan usanmadan çektiği şık fotoğraflar, matbaacımız levent beyin gayretleri olmasa zaten fikrimin bi önemi de yoktu...
plan yapmayı sevmeyen,
hatta plan yapanları hiç sevmeyen bir arkadaşınızın bu kısa "süreç"te her türlü kaprisine ve yönlendirmelerine sorgusuz, sualsiz aktığınız için binlerce teşekkür...
allah size de nişan konuşması yapmayı nasip etsin.
bir yazı daha yazacağım,
ama ilk harfi kucağımdaki bebeğiniz çiziktirecek,
onun bıraktığı yerden devam edeceğim...
minnetle