Ara

babama, sonra babasına, sonra...

Yalnızlık bir boşluktur

içimizde;

sisli yamaçlarında babalarımızın

dev gölgesi dolaşır.

Babalar ki,

bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;

bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp

ellerimizden

çocuklarımızı okşarlar.

Torunlarına baba derler sonra,

sürekli değişen sesleriyle

torun çocuğunda hortlayarak.

Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.

Kimi zaman asarlar kendilerini tütün dumanına

bir akşamın en ince yerinde

yorgun yorgun,

kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi

rakıya demirler yüreklerini;

kimi zaman dayanamayıp kusarlar

bizi hızla,

kimi zaman silerler görüntümüzü

kızları olmamış bir kızla

ve dönüp dolaşıp baba kelimesinde yaşarlar.

Bu kelime biricik evleridir onların

ve onların,

koşulsuz sevmek gibi

sonsuz bir mahkumiyetleri vardır;

severler.

Babalar ki, bizim tamamladığımızdır;

döverlerse,

yalnızca kendilerini döverler.

Erken çizilmiş karikatürlerimizdir babalar bizim;

onları tamamlaya tamamlaya

çocuklarımızla tamamlanmaya koşullanırız.

Elimizden minicik bir el eksilse,

yanağımızdan küçücük bir ağız düşse

ya da

Kulak mememizde asılı duran

ve zamanı örtündükçe

inatla sesimize benzeyen o ses

sessizliğe dönüşse;

telaşlanırız hemen.

Ellerimizi yitiririz birdenbire, yokturlar;

yanaklarımız tozlu bir ülkedir

unutulmuş masallarda

ve şuramızda

bir gökyüzü sürekli kuşsuzluğa doğurur kendini

ve eşyalar

aslında birer boşluk olduklarını anımsarlar ansızın

sonra boşluk taşar boşluk kelimesinden,

taşar.

Artık ne yapsak yapmıyoruzdur,

ne yıksak yıkmıyoruz.

Babalar ki, yalnızlığın en uzun tarihidir

içlerinden gelip geçtiğimiz.

Yalnızlık,

çocuk kılığında bir babadır

torunların büyüttüğü.

Ve

her terekede bir yalnızlık vardır

sulh hakimlerinin göremediği.

Hasan Ali Toptaş

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder