Ara

Yazar Kendisine Editör Olabilir mi?

Umut Tümay Arslan, "Mazi Kabrinin Hortlakları: kimlik, melankoli ve sinema", Metis Kitap.



Umut Tümay Arslan, akademik bir tezin nasıl kitaplaştırılabileceği konusunda son derece tatmin edici işler çıkarmayı sürdürüyor. Kitapları sırf bu bakışla bile okunabilir. Bir önceki kitabı, yüksek lisans tezinden uyarlanan "Bu Kâbuslar Neden Cemil"di. Uzun süre dinlenmeye bırakılmış (2001-2005), aceleye getirilmemiş, sadece akademik dilden arındırılmakla kalmamış, popüler olan ile akademinin kesik çizgilerini iyi belirlemiş, sızma ve taşmalarını iyi yönetmiş bir çalışmaydı. Üstelik "ilk kitapta" ve "ilk kitapla" bunu başarabilmek ayrıca tebrik edilebilirdi.


Yeni kitabı "Mazi Kabrinin Hortlakları" (Metis, 2010) ise temelde doktora tezinin gözden geçirilmiş yayını. 3 yıl beklemeyle 2010'da çıktı, uzun süredir okuma listemdeydi. Geçen hafta başlama fırsatı buldum. Yüksek lisans tezini kitaplaştırırken gösterdiği dikkatin, tez kitaplaştırmada yayıncıyı "matbaacı", kendisini "puan avcısı" saymama  ahlakının, kitap'a duyulan saygının katbekat fazlasını bu yeni kitabında gördüm.

Umut Tümay Arslan, sanki doktora süreci ve sonrasında hem yazarlığını parlatmış hem de bir yazarın nasıl kendi editörü olabileceğine çalışmış. Editör-yazarlık zor zanaat... YÖK tez arşivinde online açık olan tezini, kitap haliyle karşılaştırarak okuma şansım oldu, birçok yerde yayıncılığın Türkiye'deki kütüğüne çakılması gereken başarılarla tezini gözden geçirdiğine şahitlik ettim. Teze çok önemli esnetmeler ve siyasal vurgular katmış. Bazı yerleri açarken, netleştirirken "okur anlamaz, berraklaştıralım" ya da "artık siyaset zamanı, akademik kısmı geçelim, raflarda sözümüzle yaşarız" kaygısından ziyade, "kitabın kendisi siyasal'dır, sayfa uçlarını ona uygun sivriltelim" hassasiyetiyle yaklaşmış sanki. Belki de tezi yazarken aklında kat yapan türlü sorular, burada daha açık uçlu tartışmalara dönüşmüş.


"Önsöz"ler genelde kitabın özetini ve temel sorunsalını ortaya koyuyor, okuyucuyu kendine çağıran sorularıyla birlikte bu özetini ve sorunsalını zihinde yerleşik ve zinde kılmaya çalışıyor. Zira kitabın kendi karmaşası içinde temel sorunsalın hem yazar hem de okur tarafından ilerleyen sayfalarda unutulma ihtimali yüksek. Önsöz, biraz da kement gibi, yazar tarafından hem kendine, hem kitabın iskeletine hem de okurun gözüne atılıyor. Bağlamdan kopulduğunu düşünen, lafın uzatıldığı endişesine kapılan okurdan önce elbette yazar oluyor. Bu tıkanmaları, yazarların bazen tek cümlelik paragraflarından sonra gelen "şunu ifade etmek istiyorum", "yani", "demek ki", "aslında", "şöyle ki", "kısacası", "özetle", "demem o ki", "vurgulanmıştır", "bizatihi kendisi" ifadelerinden anlayabiliyoruz. Tezlerin mutfağında üstü başı biraz olsun kokmuş olanlar bunun gibi yüzlerce tıkanıklık giderici cümle başının aslında okura yönelik değil, "bizatihi yazarın kendisine" yönelik cümleler olduğu hususunda bana sanırım hak vereceklerdir.

Bu kitap hem özeti hem de temel sorunsalını "önsöz"ünde ortaya koyduğu gibi, başlı başına bir ders konusu olan "milli kimlik-sinema" ilişkisinde siyasal'ın rolünü Doğu-Batı geriliminden sorguluyor. Üstelik "önsöz"ler kitapların görece kolay okunan ama en yoğun bölümleriyken; "Mazi Kabrinin Hortlakları"nda kitabın en yoğun ve zor bölümü olma özelliğini taşıyor. Kitap iskeleti açısından da alışılmışı ters yüz eden bir girişim, okuru baştan kaçırmayı göze alan bir deneme bu...


Umut Tümay Arslan'ın kimlik sorunsalını Doğu-Batı geriliminden de okuyan çözümlemeleri, mühendis kökenli bir yazarın edebiyat eleştirisinden, siyasal düşünceden, sinema eleştirisinden, tarihten nasıl beslenilebileceğini göstermesi açısından çok ama çok önemli, sıradan bir disiplinlerarası çalışmanın ötesinde... 
 
Kitabın sinema eleştirisinde odağına aldığı Zeki Müren temelli "toplumsal cinsiyet-kimlik" ilişkisi yorumu, belki de asıl özgün noktası. Arslan'ın adlandırmasıyla, "toplumsal iktidarın duygu zemini" biraz da Zeki Müren'e bakışımız ve Zeki Müren'in bize sunuluşuna sarmalanmış değil mi?


-arka kapak-

Toplumsal iktidarın duygular alanındaki hareketini Türk sinemasında takip etmeye çalışıyorum. Bizi biz yapan, Türklüğü kuran kendimiz üzerine düşünmenin ve kurduğumuz hayallerin sınırlarını çizen hikâyelerin gücünün ancak, toplumsal iktidarla duygular evreni arasındaki sıkı fıkı ilişkinin takibiyle kavranabileceğine inanıyorum. Hikâyeler uluslar için her zaman önemli oldu. Bu hikâyeler, ulusların kendilerini tanıma, kendilerinden bahsetme, kendilerine inanma biçimleriydi; kendilerine dair imgeleriydi. Aynı sebeple, uluslar kendi kendilerine anlattıkları hikâyeleri kaybetmemek için sembolik ya da fiziksel şiddete başvurabildiler. Hikâyesiz kalmamak için inanmaya devam ettiler. Buradaki temel sorum şu: Kendimize anlattığımız, bizi var eden ve kendimiz üzerine düşünmemizi belirleyen hikâyelerle bağları koparmak nasıl mümkün olur? Bu hikâyeler yerine yenilerini nasıl bırakabilir?

"Bunu tartışabilmek için öncelikle Yeşilçam sinemasını bir 'büyük hikâye' olarak okumayı, onun içinde işleyen haz siyasetini kavramayı deniyorum. Sevmek Zamanı'nı, Vesikalı Yarim'i, Gelin'i, Umut'u diğer Yeşilçam filmlerden farklı kılanın ne olduğunu ancak bu büyük hikâyeyle ilişkileri sayesinde ve bu ilişkinin içinden geçerek anlayabileceğimizi sanıyorum."

Umut Tümay Arslan

http://www.metiskitap.com/Metis/Catalog/Book/4743

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder