Ara

Asimetrik Vakalarda Kıble Tayini

 
 
 
Kenan Çamurcu'nun yazılarının derlendiği bu kitabı ilgiyle okuyorum. Baştan söyleyeyim, genelde muhafazakarlığın, özelde de AK Parti iktidarını oluşturan koalisyonun İslamcılar arasında nasıl eleştirildiğini merak ediyorsanız, ayıracağınız vakte değebilir bir çalışma.
 
Kitabın bölümlendirmesi, farklı zamanlarda yazılan makaleler arasındaki geçişleri kolaylaştırmış. Bölümlendirme, kitabın muhafazakarlık karşıtı, İran Devrimi'nin başlangıç hedeflerine sadık ideolojisiyle de uyumlu.
 
Kürt Sorunu ile ilgili kısımlar, bu konudaki literatürden destek almadan ve güncel bilgiden yoksun, sanki biraz aceleyle yazılmış. Kitabın belki de en başarısız bölümü bu açıdan Kürt Sorunu. 2012'de çıkmış bir kitabın, diğer bölümlerini güncellerken, hâlâ ısrarla 2009'daki DTP örneğini aşamaması, Habur sonrası süreci yazamaması düşündürücü. Kitapta BDP namına pek bir şey göremiyoruz.
 
Yazar, belediyecilik geçmişi olduğundan, muhafazakar "inşa" kültürünün getirisi götürüsünü net ikiliklerle işliyor, İslamcı "hizmet" odaklılık ile muhafazakar "projecilik" kültürü arasına keskin ayrımlar koyuyor. Milli Görüş geleneğinin dolaylı bir yüceltimi de olan anti-muhafazakarlığı, "teo-politik/ekonomi" bölümünü daha ilgi çekici kılabilir.
 
"İslami sol, sol İslam, sosyal İslam" tartışmalarına kapısını açık bırakan kitap, sosyalist ve sosyal demokratların kapsamlı birer "AK Partili muhafazakarlık yılları" eleştirisi metni yazamadıkları devirde, İslamcılık ideolojisinin hanesine olumlu puan yazılabilir.
 
Destek Yayınevi'nin şu iki kitabı da bu metinle "akraba" sanki:
 
-Handan Koç, "Muhafazakarlığa Karşı Feminizm"
-İhsan Eliaçık, "Sosyal İslam"
 
 
Kitabın akıcı dilinde İslami belagatin etkisini atlamayalım. İyi bir polemikçiyle karşı karşıyayız.
 
 
 
arka kapak
 
Muhafazakâr saray, muhalifi olan her politik kesimi kolonize etmek istiyor. Bugün PKK bahanesiyle Kürtler, yarın Aleviler ve başkaları. İlk kolonize edilen ise İslamcılık oldu. İslamcılık, devlet aygıtının laboratuarında muhafazakârlaştırıldı ve başkalaştırıldı. İslamcılar, eleştirel ve bağımsız akılla iktidarı, toplumu, politikaları değerlendirmeleri gerekirken taraftar tribününün holiganları haline geldiler. Taraftarlıktaki taşkınlıkları, yabancılaşmanın doz aşımındandır.

Türkiye'deki değişimin anlamını ve istikametini değerlendirmek isteyenlerin karşısına 'yeni Türkiye' ile 'eski Türkiye'nin kadrolarında becayiş (yer değiştirme) yaşandığı gerçeğinden başkası çıkmayacaktır. Bu değişimin felsefi, ideolojik, sahici, kalıcı ve yapısal bir temeli yoktur.

Muhafazakâr iktidar herhangi bir iktidardan farksızdır. Erdoğan'ın ve çevresindekilerin dindarlığı onların politikalarına sadakat göstermemizin nedeni olamaz. Ayrıca bu, İslam'ın en temel ilkelerine aykırı. Ama zaten muhafazakârlık da İslam'ın en temel ilkelerinden firar etmenin kimliği değil mi? Bu iktidara koşulsuz itaat ancak dindarlıktan uzaklaşıp muhafazakârlaşmakla mümkün olabilirdi, öyle de oldu.

Muhafazakârların siyasal ve sosyal iktidarının temelini oluşturan iktidar ve servet tekelciliğine itirazımız var. İktidarın ve servetin sosyalizasyonunu adil, eşitlikçi ve hakça bir düzen olarak savunuyoruz. Muhafazakârın itirazı laik kapitalizmeydi. Buna itiraz edip yerine dinî kapitalizmi kurdu. Yani teo-kapitalizmi. Teo-kapitalizm, Allah'ın mülkünü zimmete geçirmenin ilahiyatıdır.

Derviş'in kurduğu iktisadi rejimle ekonomiyi küresel kapitalizme otomasyona bağlayan AK Parti, iç siyaseti AB reformlarıyla Brüksel'e, dışpolitikayı da "model ortaklık"la Washington'a otomasyona bağladı. Bugünden geriye baktığımızda 2002'deki ak devrimin, 2003'te Gürcistan'da gerçekleşen gül devrimi, 2004'te Ukrayna'da gerçekleşen turuncu devrim ve 2005'te Lübnan'da zuhur eden sedir devrimi bahsinden sayılması gerektiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Tıpkı 2011'de ortaya çıkan "Arap baharı" gibi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder