“Burası Ankara” kitabının yeni baskısı Kurthan Fişek Hocamızı kaybettikten sonra bir daha yayınlanıyor. Hoca, 2012 yılında Phoenix Kitap’tan çıkan tekrar baskıyı görebilmiş ve kısa sürede tükenen baskıya gösterilen ilgiden mutluluk duymuştu. Kurthan Hoca, Ankara’ya yeniden merak duyulmasını önemsiyor, yaş alan başkentin önemli değerlerine sahip çıkan insanların içinde biriken özlemin, olumlu tepkinin ve umudun hiç de azımsanmaması gerektiğini söylüyordu. Gezi’den sadece bir yıl önceydi…
Kurthan Hoca’yı 17 Eylül 2012’de, İstanbul’daki evinde aniden kaybettik, kendisini her yıldönümünde rahmet ve minnetle anmayı sürdürüyoruz. Onun Ankara’ya, Yönetim Bilimi yazınına, polisiye edebiyat “okurluğu”na, gazeteciliğe, atletizme ve mizaha katkıları saymakla tükenmeyecek.
Belki de en önemlisi, hocanın bir yazı ve dil ustası olmasıydı. “Burası Ankara”, “Yönetim” ve “Yönetime Katılma” kitaplarında, diğer köşe yazılarında öne çıkan bir özellik var: Basit ve anlaşılır yazarken derinlikten taviz vermemiş, Türkçenin inceliklerini göze sokmadan gösterebilmişti. Dili siyasallaştırırken, mizahla bitiştirirken bunu ele ayağa düşürmeden, okurunun sabrını ve saygısını hoyratça tüketmeden yapabilmişti. Bazı mizahçıların yazıp çizerken aslında kendilerinin mizah malzemesi olduğu günümüzde, Kurthan Hoca’nın tribünlere oynamadan, edebiyat parçalamadan ironi yapabilme yetkinliği karşısında hayranlıkla ve saygıyla eğiliyorum.
“Burası Ankara”nın elinizdeki yeni baskısı gecikmeyle çıktı, kitabı bir süredir arayanlara özür borcumuz var. Kitabın tükenmesinin ardından sözleşmesini yenilemek için rahmetli Kurthan Hoca’nın kardeşi Prof. Dr. Gürhan Fişek’i evinde ziyaret edecektik. Bir gün önce telefonlaşmıştık. Kader bu ya, ziyaret edeceğimiz gün Gürhan Hoca’nın vefat haberiyle sarsıldık. Bu kitap, Gürhan Hocamızın da hatıralarını ve ani kaybının acısını omuzlayarak elinize ulaşıyor; kendisine Allah’tan rahmet, değerli ailesine sabır diliyoruz.
********
Söz Ankara’dan açılmışken…
Rahmetli Kurthan Hoca’nın Ankara’yı en güzel açıyla gören yerlerden biri olan Esat’taki evinin balkonundan şehre bakarak yazmaya başlamıştım bu yazıyı. Onun Ankara’sı, Esenboğa Havalimanı’ndan hareket ettiğinizde yaklaşık 35 km dümdüz ilerleyip Çankaya Köşkü’ne varabildiğiniz bir başkenti anlatıyor, o başkentin olmazsa olmaz simalarını tanıtıyor, mekanlarını Kurthan Hoca üslûbu ve üstün mizahıyla resmediyordu.
Ulus’tan Çankaya Köşkü’ne doğru, yani Cumhuriyet aksı üzerinde bir tura çıkınız, ister internetteki haritalardan, isterseniz yürüyerek... İki yanınıza da Meşruiyet’ten Cumhuriyet’e uzanan sürecin şahıslarının, olaylarının, mekânlarının, kahramanlıklarının isminin verildiği cadde ve sokak tabelaları çarpacaktır. Cumhuriyet’in birikimiyle ilerlediğiniz anayollar, size ara sokaklarında rejimin tüm simgelerini hatırlatmaya devam edecek ve hangi ara yoldan gelirseniz gelin, Mustafa Kemal ATATÜRK Bulvarı’na, size devleti çağrıştıracak bir noktaya bağlayacaktır. Zira “Burası Ankara”dır, Cumhuriyet’e koşullu ve tutkundur.
Ankara’dan kopan, kaçıp giden, ayrılmaya mecbur kalan, hatta kurtulduğunu sananlarımız bile “Burası Ankara” dendiğinde bir sokağından, bir caddesinden yola çıkıp kendi yaşına bakmadan saatlerce anılarını sıralar…
Ankara, belki kavuşturmaz ama buluşturur, gerisini size bırakır… Ankara’nın grisi, ayazı, simidi, ufak restoran ve kafeleri, sevenine üç gün bu şehirden ayrı kalsa özlem oluverir. Sizi görmek istemediğiniz biriyle en fazla iki saat sonra başka bir yerde rastlaştırma ihtimali dahi büyük bir şehir sandığımız Ankara’ya has bir kasaba özelliği gibi geliverir. Hele iki Ankaralı, mesela havasından geçilmeyen bir İzmirli’nin ya da flanör bir İstanbullu’nun yanında Ankara hakkında konuşsa “ne buluyorsunuz bu denizsiz devlet şehrinden” diyenlere cevap yetiştirmeye kalkmaz, özsavunmayla zaman kaybetmez, anılarını anlatarak mekânlardaki yaşanmışlıklarını sohbete katık edebilirler.
Ankara’da bir telefonun ardından buluşmak en fazla 45 dakikanızı alır; trafiğin yoğunluğuna, uzaklığın verdiği üşengeçliğe mahal vermez, “karşı”ya geçme karmaşasına yenik düşürmez. Ankara kabahati hiç kendinde aratmaz; beş milyonun üzerinde insan barındırmasına rağmen, buluşamayanları kent keşmekeşiyle değil, şahsi mazeretleriyle baş başa bırakır. Ankara bahaneyi sevmez, erken uyandırır, eve erkenden yollar.
*******
Ankara, bazen Ankaralılara ya da Ankara’yı değiştirmeye kalkanlara rağmen her türlü çirkinleştirme girişimine direniyor… Ankara, ancak İstanbul’a dönüş yolunu sevenlere inat, çirkinleşmeye karşı her dönem bir kaçış yolu arıyor ve buluyor kendisine. Bu yolun son dönemde nasıl bir yol olacağını, bizi nerelere götüreceğini ise zaman gösterecek.
Ankara, “yerli” Ankaralıların “Eski Ankara buralardan geçerdi” özlemine çok da takılıp kalmadan, kimi zaman yeni ticaret hayatıyla, kimi zaman “yeni” bürokrasisiyle, şimdilerde ise AVM liderliğiyle ve yeni siyasi rejimin mekân ve iskân anlayışıyla bir yol arıyor kendisine. Üstelik, rahmetli Kurthan Hoca’nın çekip gittiğini göremediği, zoraki yollarla emekli ettirilmiş 23 yıllık “başgan”ının da büyük payının olduğu enkazın içinden çıkmanın yollarını aramak gibi zor bir ödevi var Ankara’nın. Bu arayışın Ankaralılara ve devlet yaşamına neler katacağını, başkentten neler götüreceğini zaman gösterecek.
Yaşlanıyor Ankara… Özüne sadık kalarak yenilenmekten, yerinde dönüştürmekten ziyade yepyeni yerler türetiyor kendi içinde… Yeni yollar, mekânlar açıyor şehir içine… Adımları yavaşlayan eski Ankara’nın yaş alan binlerce sakini, Ayrancı, GOP, Bahçelievler, Emek gibi geçmişin itibarlı semtlerinde kapılarını çalan müteahhitlerin dairelerini kat karşılığı yıkma önerisini korku ve endişe içinde izlerken, hali vakti yerinde olanlar yeni, süslü, pahalı semtlere yavaştan yol alıyor…
Kurthan Hoca evinin balkonunda (Kaynak: Hürriyet)
Ankara’da eski ve alışkanlık yapmış semtler hızla gözden düşüyor, Kızılay Uluslaşıyor, Tunalı Kızılaylaşıyor, daha yukarılarda Çankaya’nın ışıkları daha az yanıyor. Merak ediyorum; Sıhhiye Köprüsü’nü Ankara için çok net bir kültürel, sınıfsal bölünme sayanlar acaba bu yeni dalga hakkında ne düşünüyor? 5 yıl öncesine kadar tıklım tıklım olan caddeleri seyreliyor, birkaç yıl öncesine kadar çuvalla hava parası ödenen dükkanlarına alıcı gözle bakan çıkmıyor.
Ankara’nın adımlarındaki yavaşlamayı, üç dört yıldır Ulus, Kızılay ve Tunalı’da terör saldırılarının ve darbe girişiminin de etkisiyle artan çoraklaşmayı, sönen dükkan ışıklarını, sayıları çoğalan arabaların far huzmeleri telafi ediyor; eski semtlerin insanlarını sanki her akşam toplayıp yeni rejimin Bakanlıklar ve AVM semtine dönüşen Eskişehir Yolu’ndan Çayyolu’na, Yaşamkent’e, Bağlıca’ya bırakıyor, sabah yeniden şehir merkezine getirmek üzere…
Ankara, kendi içinde adeta bir yatay göç yaşıyor; rejimde, ekonomide, siyasette, eğlencede, konutta ve kültürde… Ulus-Çankaya hattında kurulan Cumhuriyet aksı, bürokrasiden özel sektöre, konuttan eğlence yaşamına kadar ne biriktirdiyse bunu daha çok özel sektör bakışıyla, biraz da İstanbullulaşarak Eskişehir Yolu’na devrediyor. Devlet, anayasa değişikliğinden önce mekân değişikliğiyle yeni rejime ve onun taşıyıcısı olduğu yeni inşaat ve kalkınma hamlesine hazır hale getiriliyor. Devlet, özel sektörle konum olarak da bütünleşiyor, Başkanlık sisteminin bir uzantısı olarak, devlet plazalarda kâh kiracı yapılıyor, kâh devasa harcama ve teşrifat giderleriyle Külliye’nin yukarıdan rahatlıkla ulaşıp gözleyebileceği bir konum alıyor. Özel sektöre iş merkezi olsun diye inşa edilmiş binalara Ulus’tan, Kızılay’dan, Konya Yolu’ndan getirilen mahkemeler ve bakanlıklar, kurumlar yerleştiriliyor, yeni asansörler dosya ve insan yükü karşısında ilk haftadan bocalıyor.
Bocalayan sadece asansörler değil, Ankara ve devlet de bu bocalamadan nasibini alıyor… Çankaya’nın parlamenter Cumhuriyet aksı yerini yavaş yavaş Başkanlık sisteminin düşlediği aksa bırakıyor. Başkanlığın AOÇ arazisinden baktığında rahatlıkla gözleyebileceği bir özel sektör, parti ve devlet “kaynaşması” Eskişehir Yolu civarında yükselirken, yeni Ankara’nın eğlence ve tüketim anlayışı aynı hatta 15 km boyunca arz-ı endam eyliyor. Artık daha uzun trafik kuyrukları, yayadan çok araca öncelik taşıyan geniş şeritli yol ve trafik lambaları, şehir merkezinden uzaklaşma furyasını, köprülü kavşakları, dikey akslar yerine şehri her bir kenarından enlemesine dolaşan yeni yollarıyla Ankara, başka türlü bir şehir oluyor.
Yeni rejimin inşaat, kalkınma, tarım, eğitim, finans, ticaret ve şehir hastanesi anlayışının, üniversiteye bakışının, “yürütme-yargı” algısının izdüşümü olarak yükselen Eskişehir Yolu, “Burası Ankara” kitabının aktardığı birikime karşı yeni siyasi Ankara’yı bize fısıldıyor. Sürekli imar faaliyetiyle gündeme gelen bir kent, bir “baş”kentten ziyade “taş”kent üzerinden tartışılmıyor mu? Başkenti başkent yapan özgün bir meydanımız hâlâ yok. Sizce de bir başkenti kültürünü ve tarihini tartışacak, koruyarak geliştirecek bir geleneğimiz olmayacak mı?
Merak ediyorum…
Ulus’tan Çankaya Köşkü’ne uzanan hat günden güne kuraklaştıkça, işte tam da elinizdeki kitaptaki gibi “Burası Ankara” diyebildiğimiz kent hafızası silikleştikçe, bu hızla 5 yıl sonrasında hala “sahi, ‘Burası Ankara’ ” diyebildiğimiz bir kent kalacak mı elimizde? Yoksa her şeye alışmaya başladığımız gibi, buradaki yeni yolları da arşınlayıp evden işe işten eve dönme telaşında, “Evet, bir zamanlar burası Ankara”ydı deyip geçecek miyiz?
Biz, Ankara’yı sevenler için bir savunma ve dayanışma metnidir bu kitap. Sevmekte ısrar edenler için bir cesaret kaynağıdır, sevmemek için mazeret arayanlara ise en güzel yanıtlardan birisidir “Burası Ankara”… Başucunda tutulacak, baş üstü okunacaklar arasındadır.
Hor görmezseniz, şahsi bir merakım daha var: Adına “Kırmızı Kara, Burası Ankara” şarkısı yapılmış, rahmetli babamın takımı ve İlhan Cavcav’la özdeşleşmiş Gençlerbirliği, başkanının vefatından sonra bu sezon ligde kalır mı dersiniz?
Okay Bensoy
Öveçler-DM, 2017
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder