Ara

Baba, Oğul ve Kutsal Roman

Murat Gülsoy, "Baba, Oğul ve Kutsal Roman", Mart 2012, Can Yay.




"Yüzü olmayan adam rollerine çıkıyorum artık. Bu saatten sonra, karanlıkta her şey, her şeye dönüşebilir. Ay ışığı vurduğunda bir garip Âdem. Karanlıkta yüzü olmayan adam. Daktilonun gırtlağını sıkıyorum. Babamdan kalma. Baba, oğul ve kutsal roman adına, diye haykırarak saldırıyorum yazmaya. Yaşlı metal bacaklar titriyor. Üst üste basıyor a ve e harflerini. Âdæm çıkıyor siyah maddeden pırıl pırıl. Ara tür. Melez. Parçalı bir resim.

Murat Gülsoy okurları bilir: Âlemler Süreklidir. Zamanda kaybolan Tanpınar, oyunda kaybolan Oğuz Atay, rüyada kaybolan Borges, şehvette kaybolan Nabokov, davasında kaybolan Kafka, kendi hikâyelerinden kaçıp gelen Olric, Gollum, Doktor Ramiz ve daha pek çok yaratıcı ruh, Baba, Oğul ve Kutsal Roman’ın labirentinde birbirlerini arıyorlar.

Murat Gülsoy bu romanında kurduğu fena halde eğlenceli ve kendine özgü âlemde, hem büyü yapmaya hem büyü bozmaya davet ediyor okurlarını. Karanlığın aynasına koyu bir ironiyle, acımasız bir yalınlıkla güle oynaya giriyor, kırıp parçalarına ayırdığı bir hayatı gözlerimizin önüne seriyor. Baba, Oğul ve Kutsal Roman, edebiyatın başkalarının hayatlarına kaçıp saklanmanın değil kendi dehlizlerinde dolaşmanın bir yolu olduğuna inananlar için..."

(kaynak:



Burası Ankara

"Burası Ankara", Phoenix Yay, Mart 2012.


Yayına hazırlamaktan keyif aldığım, onur duyduğum bir kitaptı. Hocanın "Yönetim" kitabının yeniden hazırlanmasında da benzer bir heyecanı taşıyordum (http://okaybensoy.blogspot.com/2011/02/ideal-yonetimi.html).

Bu kitabın kapak fotoğrafı için Özlem Dağ ile Ulus-Kale'nin buzlu yollarını arşınlamıştık, değdi. Sağolsun... Aşağıdaki şehir fotoğrafları da Özlem'in o günkü çekimlerinden...




Söyleşi: Adnan Gerger

"Habertürk-Ankara" eki, 11 Nisan 2012. 


 



"Kentin Yaprakları"nı bu kente mal olmuş insanların yanısıra Ankara sokaklarını ve hikayelerini bilen insanlarla paylaşacağımı daha önce söylemiş miydim? İşte bu insanlardan birisidir, Kurthan Fişek... Duayen gazetecilerden... Tanımayan yok gibidir... Esprileriyle insanları gülmekten kırıp geçiren, meslektaşlarının gönlüne taht kuran usta bir gazeteci-yazar. Sokakları, caddeleri ta ilk kurulduğundan beri karış karış bilir, desek yeridir. O aynı zamanda iflah olmaz bir kent aşığı ... Aşkını da ölümsüzleştirmek için, yazdıklarını 'Burası Ankara' adlı kitabında toplamış. Her an Ankara'yı, gözünü, siluetini kuşbakışı seyrettiği evinde, kitabıyla ilgili söyleştik. Elbette, yine kahkahalar arasında....


ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü'nde öğrenciyken, Erdal İnönü'den ‘Fizik', Süleyman Demirel'den ‘hidrolik', Necmettin Erbakan'dan ‘mekanik', Turgut Özal'dan ‘matematik' dersi almış. Almış da Kurthan Hoca 1983 yılında Mülkiye'den Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı istediği için görevine son verilince hocalığı bırakarak 17 yaşında başladığı gazeteciliğe geri dönüvermiş. Hocaları başkası olsaydı, Kurthan Hoca ne mi olurdu? Yine gazeteci...



Kurthan Hoca'nın balkonundan Ankara manzarası




- 'Burası Ankara' diye bir kitap yayınladınız. Ta kitabın girişinde dank diye, 'Ankara Türkiye'dir' diyorsunuz. Neden?

Çünkü Ankara devlettir. Devlet her ne kadar yasama yürütme yargı diye tarif edilse de ben de akademisyen olarak değişik tarif ediyorum. Devlet bürokrasi daimi ordu ve siyasi polistir ve bu Ankara'dır. Çünkü devletin merkezi Ankara'dır, daimi ordunun merkezi Ankara'dır, siyasi polisin merkezi Ankara'dır diye. Bu nedenle Ankara Türkiye'dir diyorum.

- Ya Ankara neresi?

Ankara da Kızılay'dır.

-
Neden?

Ankara'nın kesişme noktasıdır. Kızılay (kitabımda dediğim gibi), aynı zaman da Türkiye'nin siyasal kavşağıdır. Neler gördü neler. Ne eylemler?

- Şimdi gidiyor musunuz Kızılay'a?

Gitmiyorum. İki nedenden dolayı... Birincisi artık yaşlandık. İkincisi dolaşmak da istemiyorum. Artık Kızılay çok kalabalık oldu. Çok tıkış tıkış oldu. Her yer tıkış tıkış. Nüfus artışı çok... Biliyor musunuz? Ben bu kitabı, benim zamanımda Ankara Böyleydi demek için değil, böyleydi, böyle kalması gerekirdi, diye yazdım.






Kale



- Değişen sadece binalar, caddeler mi?
(Kurthan Hoca, yüzüme bakarak acı acı gülümsüyor, sonra yanıt veriyor)

Siyaset solurduk. Siyaseti yaşardık. Yani demek istediğim duyarlıydı herkes her şeye karşı. Anket yapın. Deyin ki bir önceki cumhurbaşkanı kim? Kimse yanıt veremeyecektir, size. Ancak bir sahne sanatçısını sorun, şarkıcıyı, mankeni. Yedi şeceresini sayarlar. İlgili alanların, zevkler, merak alanları değişti. Şehirleşme, kent kültüründen uzaklaşıldı.



-Kent-insan ilişkisinde Ankara'nın yapısı nasıl değişiyor?



Ulus Heykel





- Ben hep derim, Ankara'nın en iyi tarafı, İstanbul'dan dönülmesidir. Nüfus çoğalıyor. Göç alıyor, Ankara. Nüfus arttıkça iletişim de azalıyor. İnsani ilişkiler de kayboluyor. İnsanlar geldiği köy kültürüyle yaşar gibi yaşamak istiyorlar. Kent kültüründen yoksunlar. Hayatın telaşı, geçinme kaygısı içerisinde böyle bir yaşamı öğrenmeye vakitleri olmuyor. Kimse de öğrenmelerini istemiyor, gerçekten.



- Atatürk Orman Çiftliği'nin bugünkü durumuna ne diyorsunuz?

AOÇ denilince ben hep siyasi krizleri hatırlarım. Çünkü siyasi değişime uğratılıyor.




Habertürk-Ankara, 11 Nisan 2012



- Ankara sokaklarını nasıl oluyor da bu kadar çok iyi biliyorsunuz?

Eskiden polis bizi kovalardı. Biz de polisten kaçmak için sokaklara dalardık. Bu nedenle sokakları çok iyi biliyorum. (Gülüşmeler) İşin şaka yanı. Böyle bir soru, bana yıllar yıllar öncesi Doğan Taşdelen'in (Çankaya eski belediye başkanı) ‘Demokrat Çankaya' diye çıkarttığı gazetede benimle yapılan bu röportajda da sorulmuştu. Kitabımda da anlatıyorum. Ben şöyle yanıt vermiştim:
Çocukluk ve gençlik yıllarımda Ankara'nın merkezi Ulus ve çevresiydi. O yıllarda Ulus Meydanı'ndaki Atatürk Anıtı daha dikilmemişti. Sıhhiye'den Bakanlıklara kadar olan bölüm ise boş alandı. Çocukluk yıllarım, Bakanlıklar, Selanik Caddesi, Mithatpaşa Caddesi ve Meşrutiyet Caddesi'nde geçti. O tarihlerde Gaziosmanpaşa ve Kavaklıdere civarında üzüm bağları ve bağ evleri vardı. Okul hayatıma Mimar Kemal İlkokulu'nda başladım ve oradan mezun oldum. Daha sonra Kolej'de (TED) okudum. Üniversite yıllarım ise ODTÜ'de geçti. ODTÜ o yıllarda Meclis'in arkasındaydı.
Bir doğma büyüme Ankaralı olarak elbette bu kentin sokaklarını, caddelerini iyi bilirim. Hem bu kadar karmaşık bir kent değildi. Planlı ve çok düzenliydi. 1931 yıllarda Konur, Selanik, Meşrutiyet. Tek tük evler. Bomboş bir şehirdi. Sokakları temiz ve güzeldi. O sokaklara damgasını vuran ya da o sokağı kuran insanların isimleriyle anılırdı. Ama şimdi...



Ulus Meydanı




- Yani Ankara'nın tarihi sokak ve cadde isimleriyle mi oluşur?

Pek sayılmaz. Şimdi keyfe göre, siyasi konjonktüre göre isimler konuluyor. Durmadan sokakların isimleri değişiyor. İnsanların alışkanlığı vardır. Örneğin, Köroğlu caddesine Uğur Mumcu Caddesi dediğiniz zaman – ki Uğur Mumcu bir alt sokakta katledildi ve o sokağın ismini de ‘Uğur Mumcu'nun Sokağı' olarak herkes benimsedi- kimse alışamadı. Taksiye biniyorsunuz Uğur Mumcu Caddesi'ne deyince şaşırıyor. Ama Köroğlu dediğinizde herkes biliyor. İsimler böyle keyfe keder değiştirilince insan yabancılaşıyor, o şehre.

- Belediye başkanların projelerinden geçilmiyor? Ne diyorsunuz, bu projelere?

- Para kaynağı. Başka bir şey söylemem. Anlayan anlar.

- ODTÜ'ye Kimya Mühendisliği'ne girmeniz, Türkiye'nin geleceği açısından ne gibi etkisi oldu. Sizin için değil, öğretmenleriniz açısından söylüyorum.



Kale'ye çıkmayan dolmuş



(Kahkahalar...) Ya, yok sanıldığı gibi değil. Yani olayın bir siyasi yönü yok. O zamanlar hiç biri siyasette aktif değil. Dördünün de ortak özelliği 1924-1925 yaşlarında doğmaları. Hepsinin derdi askere geç gitmek. 27 Mayıs'da hepsi askere alınıp yedek öğretmen olarak gönderiliyor, ODTÜ'ye. Kendi iradeleri değil yani, askeri tayin....

- Kitabınıza sizin meşhur Ankaralı hayvanlar yazınızı almışsınız. Hani, Ankaralı hayvanları (mecazi değil, sahici!) yazdıktan sonra size yakın siyasi ve bürokratik çevrenizden soru yağmış. " Benden ne zaman bahsedeceksiniz? Haberim olsun, birkaç bin tane alıp seçmenlerime dağıtayım..." diye. Verdiğiniz yanıtı siz söyleyin?

Yanıtımı da yazarak vermiştim. Kitabımda da var. Kendilerine zor anlattım. "Bu politik bir yazı değildir. Ankara'nın sahici hayvanlarından söz ediyorum. Sonradan olmalarından değil..." (Kendimizi artık tutamıyoruz, kahkahaları koyuveriyoruz)



Adnan Gerger-Kurthan Fişek... Hocanın evinde.


- Peki şu andaki Ankaralı hayvanlarla (sahici) o zaman ki hayvanlar (sahici) fark görüyor musunuz?

Artık, inek, keçi, at göremiyorum. Kedi-köpek görüyorum. Bir de yeni çıktı. Ankara Kedisi. Söyle, Sebep? Sebep, şehre artık inek, eşek, öküz sığmıyor. Bu nedenle kedi-köpek sayısında artış var.

- Kuğulu Parkı'n müthiş öyküsü var, kitabınızda. Ben onu anlatmayacağım. Şu anda Kuğulu Park kime ne çağrıştırıyor?

Kuğulu Park, şehre uymuyor. Kırsal güzelliği var. Kırsal çağrışımları var. Oysa kentleşmeye kurban edilmek isteniyor. Düşünün canım, yerini. Orada 5 Kuğu olacağına, çocuklar o ağaçların altında nefes alacağına, dikersin AVM'yi... İşte bu mantık da kimilerinde çağrışım yaptırıyor...


Neyran-Kurthan Fişek...
42 yıl, dile kolay...



- Yani, bu mantık kentin değişim mantığım mı? Neden?

Evet, aslında gerekçelerinden biri bu. Mevcudiyet geçmişe ayak uyduramıyor. Geçmişi değiştiremediği için unutturuyor.

- Son soruyu yine kitabınızdan soralım. Ankara, isyanlar kenti diyorsunuz. Ankara isyanları oynamıyor mu, artık?

- İsyanları oynamıyor. Uysallaştı.

- Son söz?

Ben yine de bu kenti çok seviyorum. Hiç olmazsa hâlâ bir siyasi kimliği var.



 

Kitap hk. diğer yayınlar:


trt türk, sabah haberleri, 2 mayıs
http://www.youtube.com/watch?v=9zsfW4C4K5I



Soğuk Savaş Ekonomisi




 

Kemal Kurdaş'ın anılarını kelepirde görünce üzüldüm. Şengün Kılıç Hristidis'in diğer önemli işi olan "Halit Refiğ Kitabı" gibi bu nehir-söyleşi de talep görmemiş, yeterince satmamıştı ("Halit Refiğ Kitabı" için; http://okaybensoy.blogspot.com/2009/12/bir-tahiri-olarak-halit-refig.html ).

Kitabı bitirdiğimde, Türkiye Ekonomisi, Maliye (Hazine) Bürokrasisi ve Türk Üniversite Tarihi üzerine epey not aldığımı fark ettim. Özellikle 1950-70 Türkiye Ekonomisi Tarihi'ne dair ayrıntıları, imzalanan anlaşmaların ve yayınlanan kararların, verilerin perde arkasında ne olup bittiğini merak ediyorsanız bu kitabı kaçırmayın derim.

Kurdaş, kimi yerde ben-merkezci analize saplansa da, bu anı kitabında gerçek anlamda bir "Soğuk Savaş dönemi Türkiye Ekonomisi" elkitabı yaratmış. Çalışma, kamu personeli ve kamu ekonomisi derslerinde de okutulabilir. 



 
arka kapaktan

"Yaptıklarıma bakıyorum... ODTÜ'ye her gittiğimde, hayattan iki gün kazanırım. Sadece ODTÜ yıllarım, bir adamın hayatını dolduracak kadar, işlerle doludur. Ben Hazine'ye geldiğimde 30'lu yaşlarımın başındaydım ama Ankara'da sözü geçen bir adamdım. Politikacı benden korkardı adeta. Niye? Çünkü ben doğruyu söylüyordum. Tehditlere de aldırmazdım, hâlâ da aldırmam. Çünkü ben yapacağımı yapmışım, zaten hayatım mücadeleyle geçti. Bundan sonra yapacağım şey, bu tür kitaplarla söyleyeceklerimi söylemeye devam etmek. Bunun da Türkiye'ye bir hizmet olduğunu düşünüyorum.

Benim en iyi eserlerim ise üç çocuğumdur tabii. Üçü de çok iyi çocuklar oldular. Büyütürken tek bir fiske vurmamışımdır. Hepsi kendi alanında bir numaradır. Anneleri de onların üzerine hep bir şefkat şemsiyesi oldu.

Ben mutlu bir adamım.”