Ara

İnsanın Hikâyesi - His Story

James C. Davis, İşbankası Yay., çev. Barış Bıçakçı, 2007.






arka kapaktan:


İnsanlığın binlerce yıl önce neler yaptıklarını merak ettiniz mi? Nasıl avlandıklarını, neler yediklerini? Gelişim sürecine kafa yordunuz mu? Bu tarihi süreci okurken terimsel ifadelerin kullanılmasından ziyade hikayevari bir dili istediniz mi? Eğer cevabınız evetse bu kitap kütüphanenizde bir yeri hakediyor.

"İnsan" başlı başına çok değişik bir tür olduğu için yıllardır çoğu yazar, araştırmacı insanın gelişim sürecini, davranış yapısını, tarihini incelemiştir. Yazıların bazıları bilimsel bir dille bazıları da daha kolay anlaşılır yazılmıştır. Eğer siz de bilimle terimle işim olmaz, ben okuduğumu tamamen anlamak istiyorum diyorsanız hemen bir kitap dükkanına uğramanızda fayda var.

İnsanın Hikayesi hali hazırda okuduğunuz bir kitabın yanında meze gibi gidecek bir yapıya sahip. Sıkıldığınız bir anda içinden bir bölüm okumak hem kafanızı dağıtacak hem de kültür havuzunuzu genişletecektir.

Kitap "Yeryüzünü Dolduruyoruz" bölümüyle başlayıp; 1. Dünya Savaşı'na, Hitler'e hatta bilgisayar çağına kadar uzanıyor. Bu süreci bazen insan gelişimini görüp gülümseyerek bazen de savaşlara hüzünlenerek geçiriyorsunuz. Farklı kültürlerin nasıl yaratıldığını, coğrafi etkenlenlerin ne denli önemli olduğunun farkına varıyorsunuz.

Son olarak; hem en baştan gelen tarihin özetini bileyim hem de biraz kafamı dağıtayım diyorsanız kitabın elinizin altında durmasında fayda var. Kimbilir belki tarih derslerinize de yardımcı olur.

"Bazen şöyle şeyler duyabilirsiniz: 'İnsanlar başlangıçta burada değildi ve sonu geldiğinde de burada olmayacağız.' Bu doğru mu? Şunu sormak gerek: Gitgide artan egemenliğimiz düşünüldüğünde, türümüz başka bir türün bizi ortadan kaldırmasına izin verir mi? Herhangi bir tür bizi yok edecekse, bu hiç kuşkusuz kendi türümüz olacak."

Anket/Soruşturma Dediğin, İşin "Öz"üne İnebilmeli...

"Büyük Doğu", 30.5.1947

Yalnızlıklar




9.



Yalnızlık boşluktur

içimizde;

sisli yamaçlarında babalarımızın

dev gölgesi dolaşır.

Babalar ki,

bizde bitmeyen upuzun tiratlardır;

bir masal ağacına benzeyen ellerini uzatıp

ellerimizden

çocuklarımızı okşarlar.

Torunlarına baba derler sonra,

sürekli değişen sesleriyle

torun çocuğunda hortlayarak.



Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır.

Kimi zaman asarlar kendilerini tütün dumanına

bir akşamın ince yerinde

yorgun yorgun,

kimi zaman iç kanamalı bir şilep gibi

rakıya demirlerler yüreklerini;

kimi zaman dayanamayıp kusarlar

bizi hızla,

kimi zaman silerler görüntümüzü

kızları olmamış bir kızla

ve dönüp dolaşıp baba kelimesinde yaşarlar.

Bu kelime biricik evleridir onların

ve onların,

koşulsuz sevmek gibi

sonsuz bir mahkûmiyetleri vardır;

severler.

Babalar ki, bizim tamamladığımızdır;

döverlerse,

yalnızca kendilerini döverler.

Erken çizilmiş karikatürlerimizdir babalar bizim;

onları tamamlaya tamamlaya

çocuklarımızla tamamlanmaya koşullanırız.

Elimizden biricik bir el eksilse,

yanağımızdan küçücük bir ağız düşse

ya da

kulak mememizde asılı duran

ve zamanı örtündükçe

inatla sesimize benzeyen o ses

sessizliğe dönüşse;

telaşlanırız hemen.

Ellerimizi yitiririz birdenbire, yokturlar;

yanaklarımız tozlu bir ülkedir

unutulmuş masallarda

ve şuramızda

bir gökyüzü sürekli kuşsuzluğa doğurur kendini

ve eşyalar

aslında birer boşluk olduklarını anımsarlar ansızın

sonra boşluk taşar boşluk kelimesinden,

taşar.

Artık ne yapsak yapmıyoruzdur,

ne yıksak yıkmıyoruzdur.



Babalar ki, yalnızlığın en uzun tarihidir

içlerinden gelip geçtiğimiz.

 Yalnızlık,

çocuk kılığında bir babadır

torunların büyüttüğü.

Ve

her terekede bir yalnızlık vardır

sulh hakimlerinin göremediği.


HASAN ALİ TOPTAŞ

Sahte


bir roman'ın "canlı" yazımına tanıklık ettiniz mi, nasıl olur ki? "ahh, bir geçmiş gerekiyor bana!" diyerek yola çıkan, karakterlerini okurunun gözü önünde yaratan, yıkan, tüm yazı mutfağını açan ve konusu kendi kurgusunu, cümlelerini yıkmak, yalanlamak olan "hasta ruh"lu bir kitap bu...

editör ile yazarın yer değiştirdiği bir çalışma... kitabın promosyon dönemi ve alternatif arka kapak yazısı da roman'ın kurgusuna dahil.

yayıncısından kopmak isterken, editöre dönüşen bir yazarın sancıları. kitap yazma-yayınlatmanın tüm aşamaları 140 sayfaya sıkışmış. sonunda "ben roman değilim"e varıyor. elde kocaman bir hiç. helal!


yayıncının yazar olduğu, yazma süreci ile yayınlatmanın başaşağı döndüğü, bölümlerin durup dururken birbiriyle yer değiştirdiği, "canlı" bir kitap okuyorum. adı; "sahte". gerçek hayatında editör olan bir yazarın, yazarlık kurumu ve yayıncılık mesleğine ironik yaklaştığında ne derece önemli bir kurgu çıkarabileceğinin göstergesi...




Mehmet Erte, "Sahte", YKY, 2012


yazarın değil, yayınevinin arka kapağı:

"Sahte bütünlüklü bir anlatı kurmanın imkânsızlığından filizlenen, kendisini temsil etmek üzere kurulabilecek bütün cümleleri önceden tasarlayarak yalanlayan ve zaaflarının farkına vardığı anda onları silmek, ortadan kaldırmak yerine alay konusu yapan cins bir roman.

Erte haşarı bir çocuk olarak büyük yazarların mutfağına giriyor ve her şeyi birbirine karıştırıyor."


sıla

Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve Anayasa Önerileri

Fazıl Hüsnü Erdem, Yunus Heper


SETA'nın hazırladığı anayasa çalışması farklı anayasa önerilerini bir araya getiriyor ve bu önerilerin zaman içinde nasıl bir değişim çizgisi izlediğinin görülmesini sağlıyor.


1982 Anayasası, yürürlüğe girdiği günden beri sürekli tartışılan bir metin oldu. Çünkü devleti merkeze alan ve özgürlüğe karşı duran bir zihniyetin eseri olan bu anayasa, toplumsal sorunları çözüme kavuşturmak bir yana, sürekli sorun üreten bir işlev gördü. Yirmi bir kez değişikliğe uğradı ama yapılan geniş çaplı değişikliklere rağmen, otoriter ve antidemokratik özünü muhafaza etti.

Bugün gelinen noktada, Türkiye’de toplumun çok büyük bir kesimi, bu Anayasa’yla devletin ve toplumun yol alamayacağını düşünüyor. Anayasa’ya kaynaklık eden düşüncenin, artık çağın dışına düştüğünü görüyor, dolayısıyla ne kadar değişikliğe uğrarsa uğrasın, bu Anayasa ile değişime ayak uydurulamayacağını ve farklı toplumsal kesimlerin taleplerinin karşılanamayacağını biliyor. Bundan ötürü de, bir “anayasa değişikliği” değil, “yeni bir anayasa” talep ediyor ve bu talebini her geçen gün daha yükselen bir sesle dillendiriyor.

Yeni anayasa talebi, aslında yeni bir talep değil. Türkiye, anayasa tartışmasına yeni başlayacak da değil. Bu konuda toplumun hatırı sayılır bir birikimi bulunuyor. Sivil toplum örgütleri, siyasi partiler, akademisyenler, düşünce kuruluşları, çeşitli platformlar ve inisiyatifler, öteden beri, Türkiye’nin yeni toplumsal sözleşmesinin nasıl olması gerektiği konusunda önemli çalışmalar yaptılar ve son derece değerli bir külliyatın oluşumuna katkıda bulundular. Anayasaya ilişkin birçok sorunun cevabını bu çalışmalarda görmek mümkün.
Ancak bu çalışmaların dağınık olması, anayasa çalışmaları yürütenler için önemli bir sorun oluşturuyor. Çünkü Türkiye’nin anayasal arayışlarını derli-toplu bir biçimde bir arada görmek ve anayasal taleplerin izlediği seyri karşılaştırmalı olarak gözleyebilmek mümkün olmuyor. Özellikle yeni bir anayasa yapma konusunda toplumsal irade ile siyasi iradenin kesiştiği bu zamanda, Türkiye’de bugüne kadar yapılan anayasa çalışmalarını bir araya getirerek kamuya sunmanın ne kadar yararlı olacağı açıktır.


Bu düşünceden hareketle hazırlanan Türkiye Cumhuriyeti Anayasaları ve Anayasa Önerileri (Madde Karşılaştırmalı) adlı çalışma, sadece değişik önerileri madde karşılaştırmalı olarak bir araya getirmekle kalmıyor, aynı zamanda, hem farklı grupların üzerinde uzlaştığı ve ayrıştığı noktaların tespitini hem de anayasa önerilerinin/taleplerinin, zaman içinde nasıl bir değişim çizgisi izlediğinin görülmesini de sağlıyor.
İÇİNDEKİLER
1982 ANAYASASI VE TÜRKİYE’DE ANAYASAL ARAYIŞLARIN SEYRİ
1. Anayasalar ve Anayasacılık Düşüncesi
2. 1982 Anayasasının Ruhu ve Felsefesi
3. Anayasal Arayışların Serencamı
4. Yeni Anayasa Çalışmalarına Katkı için Karşılaştırmalı Anayasa Önerileri
1982 ANAYASASINDA GERÇEKLEŞTİRİLEN DEĞİŞİKLİKLER
ANAYASALAR VE MADDE ÖNERİLERİ
KAYNAKÇA





Kaynak:








Nar




"Hepimiz nar taneleri gibi birbirinden ayrıyız: Hem çok benzeriz, hem de çok farklıyız. Ama açılmamış bir bütün nar gibiyiz aynı zamanda. Bizi bir arada tutan kabuk, birbirimize duyduğumuz inançtır. Nar; bir kadının kendi adaletini aramasıyla başlayan bir öykü. Nar, apayrı şeylere inanan dört kişiyi bir evin içinde, yarım gün gibi kısa bir sürede adalet konusunda, kendilerine yarattıkları inanç dünyaları konusunda ciddi bir sorguya tabi tutuyor."