Ara

Orhan Pamuk Yasin Hayal'den şikayetçi olmamış

 
 




 
 
Nedim Şener, Posta, 24 Ağustos
 
 
 
 
 
Nobel ödüllü yazar Orhan Pamuk’un mahkemenin çağrısına rağmen Hrant Dink cinayetinin azmettiricisi Yasin Hayal ile ilgili ifade vermeye gitmediğini öğrenince şaşırdım! Hatırlayacaksınız; Yasin Hayal, 24 Ocak 2007’de Hrant Dink davasıyla ilgili olarak İstanbul Adliyesi’ne getirilirken, jandarmaların arasından şöyle bağırmıştı: “Orhan Pamuk akıllı olsun”.

Savcılar 1 Nisan 2007’deki Hrant Dink cinayeti iddianamesine, Yasin Hayal’in, Orhan Pamuk’u tehdit etmesini de eklemişlerdi. Yasin Hayal’in TCK’nın 106’ncı maddesine göre; bu tehdit suçundan da cezalandırılmasını talep etmişlerdi. Yasin Hayal artık hem Ogün Samast’ı, Hrant Dink cinayetine azmettirmekten, hem de Orhan Pamuk’u tehditten suçlanıyordu. Orhan Pamuk’u tehditten, savcı, Yasin Hayal’in 6 aydan 2 yıla kadar hapsini istemişti. İstanbul 14. Ağır Ceza mağdur sıfatıyla Orhan Pamuk’un ifadesinin alınmasına karar verdi.

Programı yoğunmuş!!!

Orhan Pamuk, 5 Haziran 2007’de bir dilekçe göndererek, mahkemeye katılmayacağını bildirdi. Orhan Pamuk’un avukatı dilekçesinde Nobel ödüllü yazarın programının çok yoğun olduğunu belirtip şunları söyledi: “Müvekkilimin 2007-2008 arasında yurtdışında yoğun programları vardır. Halen İngiltere’de bulunmakta.

Bu nedenle duruşma günü mahkemeye gelip mağdur sıfatıyla ifade vermesi mümkün değil. Sanık hakkında müvekkilimizle ilgili olarak sarf ettiği tehdit sözcüklerinden dolayı TCK 106/2d maddesi uyarınca cezalandırılması istenmekte. Belirtilen suç kamu suçu. Bu nedenden dolayı: Atılı suçu alenen işlediği sübuta eren sanığın cezalandırılmasını mahkemenin takdirine bırakıyoruz.”



Bilindiği gibi Hrant Dink davası yalnızca Orhan Pamuk’un programının yoğun olduğu 2007 ve 2008 yılları arasında görülmedi. 17 Ocak 2012’ye kadar yani 5 yıl sürdü. Orhan Pamuk bu sürede kendisini tehdit edenlerden şikayetçi olmak için mahkemeye gelmedi! İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi 5 yılın sonunda, 17 Ocak 2012’de kararını açıkladı. Yasin Hayal, Ogün Samast’ı, Hrant Dink’i öldürmeye azmettirmekten müebbet hapis cezası aldı.

Yalnız 3 ay ceza

Yasin Hayal’e, Orhan Pamuk’u tehdit etmektense 3 ay hapis cezası verildi. Orhan Pamuk yürekli bir Türkiye aydını olarak kalkıp mahkemeye gelseydi, hakkını savunsaydı, davayı takip etseydi Yasin Hayal belki daha çok ceza alabilirdi. Zaten konumuz cezanın çokluğu ya da azlığı değil. Konumuz; Nobelli bir Türk aydınının, bir başka Türkiye aydını olan Hrant Dink’i öldürenler karşısındaki duyarsızlığı. Nobelli Orhan Pamuk o davaya gelseydi, mahkeme heyeti kendini belki daha sorumlu hissedebilirdi. Dünya, davaya daha fazla ilgi gösterebilirdi. Bilmem derdimi anlatabildim mi?!


TÜRKİYE’NİN SESİ OLMA ŞANSINI HRANT DİNK DAVASINDA KAYBETTİ

2005’te, Nobel’i almadan önce “30 bin Kürdü ve 1 milyon Ermeni’yi öldürdük” diyen Orhan Pamuk, mahkemeye gelip “Yasin Hayal beni ölümle tehdit etti” diyemedi. Üstelik de bu tehdit, 30 bin Kürt, 1 milyon Ermeni konusu gibi tartışmaya açık bir mesele değildi. Kameralar görüntülemişti! Son zamanlarda uluslararası basında yer alan röportajlarıyla tekrar gündemin başköşesine yerleşen Orhan Pamuk bakın yabancı bir yayın organına ne diyor:

10 dakika ifade veremedi

“İnsanlar beni Türkiye için bir çeşit diplomat gibi görüyor. Fakat öyle değilim. Olmak da istemiyorum. Bu bana bir sorumluluk yüklüyor. Türkiye’nin sesi ya da temsilcisi olmak neşe dolu bir durum değil.” İşte Nobelli yazarımızın esas yanılgısı burada: Orhan Pamuk kendisini ‘hâlâ’ Türkiye’nin sesi zannediyor! Neredeee… Evine 15 dakika uzaktaki mahkeme salonuna gelip, bir Türkiye aydınını katledenlerin yargılandığı davada 10 dakika ifade veremeyen ‘biri’ nasıl Türkiye’nin sesi olabilir ki? Dünyanın öbür ucundaki yabancı aydınlar Hrant Dink meselesine sahip çıkarken, Orhan Pamuk mahkeme sürecinde iki cılız kelime etmeye korktu. Biz kimseden aynı yürekliliği beklemiyoruz. Ama yürekli gibi yapıp iş ciddiye gelince kaçanlara da ‘sahte kahraman’ diyoruz. Orhan Pamuk, Türkiye’de demokratik standartlardaki düşüş, otoriterleşme tartışmalarının içinde de hiç olmadı! Hükümetin hoşuna gitmeyecek en minik bir söylemde bulunmadı. Belki bir zamanlar böyle bir misyonu vardı. Ama artık yok...

Acaba kendisi farkında mı?

Mesela kendisinin de yargılandığı Türk Ceza Kanunu’nun 301’inci maddesiyle ilgili tepkisi çok eskilerde kaldı. Oysa 301 hala yerinde duruyor. Nobel ödülünü aldıktan sonra hepsi, her şey yalan oldu! Tekrar ediyorum: Orhan Pamuk o özendiği, ‘Türkiye’nin sesi olma durumunu’ “Arkadaşım” dediği Hrant Dink’in öldürülmesi davası sürecinde çok net bir biçimde kaybetti. Bunun bizler farkındayız… 2006 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Orhan Pamuk kendisi de dilerim bunun farkındadır!!!

Asimetrik Vakalarda Kıble Tayini

 
 
 
Kenan Çamurcu'nun yazılarının derlendiği bu kitabı ilgiyle okuyorum. Baştan söyleyeyim, genelde muhafazakarlığın, özelde de AK Parti iktidarını oluşturan koalisyonun İslamcılar arasında nasıl eleştirildiğini merak ediyorsanız, ayıracağınız vakte değebilir bir çalışma.
 
Kitabın bölümlendirmesi, farklı zamanlarda yazılan makaleler arasındaki geçişleri kolaylaştırmış. Bölümlendirme, kitabın muhafazakarlık karşıtı, İran Devrimi'nin başlangıç hedeflerine sadık ideolojisiyle de uyumlu.
 
Kürt Sorunu ile ilgili kısımlar, bu konudaki literatürden destek almadan ve güncel bilgiden yoksun, sanki biraz aceleyle yazılmış. Kitabın belki de en başarısız bölümü bu açıdan Kürt Sorunu. 2012'de çıkmış bir kitabın, diğer bölümlerini güncellerken, hâlâ ısrarla 2009'daki DTP örneğini aşamaması, Habur sonrası süreci yazamaması düşündürücü. Kitapta BDP namına pek bir şey göremiyoruz.
 
Yazar, belediyecilik geçmişi olduğundan, muhafazakar "inşa" kültürünün getirisi götürüsünü net ikiliklerle işliyor, İslamcı "hizmet" odaklılık ile muhafazakar "projecilik" kültürü arasına keskin ayrımlar koyuyor. Milli Görüş geleneğinin dolaylı bir yüceltimi de olan anti-muhafazakarlığı, "teo-politik/ekonomi" bölümünü daha ilgi çekici kılabilir.
 
"İslami sol, sol İslam, sosyal İslam" tartışmalarına kapısını açık bırakan kitap, sosyalist ve sosyal demokratların kapsamlı birer "AK Partili muhafazakarlık yılları" eleştirisi metni yazamadıkları devirde, İslamcılık ideolojisinin hanesine olumlu puan yazılabilir.
 
Destek Yayınevi'nin şu iki kitabı da bu metinle "akraba" sanki:
 
-Handan Koç, "Muhafazakarlığa Karşı Feminizm"
-İhsan Eliaçık, "Sosyal İslam"
 
 
Kitabın akıcı dilinde İslami belagatin etkisini atlamayalım. İyi bir polemikçiyle karşı karşıyayız.
 
 
 
arka kapak
 
Muhafazakâr saray, muhalifi olan her politik kesimi kolonize etmek istiyor. Bugün PKK bahanesiyle Kürtler, yarın Aleviler ve başkaları. İlk kolonize edilen ise İslamcılık oldu. İslamcılık, devlet aygıtının laboratuarında muhafazakârlaştırıldı ve başkalaştırıldı. İslamcılar, eleştirel ve bağımsız akılla iktidarı, toplumu, politikaları değerlendirmeleri gerekirken taraftar tribününün holiganları haline geldiler. Taraftarlıktaki taşkınlıkları, yabancılaşmanın doz aşımındandır.

Türkiye'deki değişimin anlamını ve istikametini değerlendirmek isteyenlerin karşısına 'yeni Türkiye' ile 'eski Türkiye'nin kadrolarında becayiş (yer değiştirme) yaşandığı gerçeğinden başkası çıkmayacaktır. Bu değişimin felsefi, ideolojik, sahici, kalıcı ve yapısal bir temeli yoktur.

Muhafazakâr iktidar herhangi bir iktidardan farksızdır. Erdoğan'ın ve çevresindekilerin dindarlığı onların politikalarına sadakat göstermemizin nedeni olamaz. Ayrıca bu, İslam'ın en temel ilkelerine aykırı. Ama zaten muhafazakârlık da İslam'ın en temel ilkelerinden firar etmenin kimliği değil mi? Bu iktidara koşulsuz itaat ancak dindarlıktan uzaklaşıp muhafazakârlaşmakla mümkün olabilirdi, öyle de oldu.

Muhafazakârların siyasal ve sosyal iktidarının temelini oluşturan iktidar ve servet tekelciliğine itirazımız var. İktidarın ve servetin sosyalizasyonunu adil, eşitlikçi ve hakça bir düzen olarak savunuyoruz. Muhafazakârın itirazı laik kapitalizmeydi. Buna itiraz edip yerine dinî kapitalizmi kurdu. Yani teo-kapitalizmi. Teo-kapitalizm, Allah'ın mülkünü zimmete geçirmenin ilahiyatıdır.

Derviş'in kurduğu iktisadi rejimle ekonomiyi küresel kapitalizme otomasyona bağlayan AK Parti, iç siyaseti AB reformlarıyla Brüksel'e, dışpolitikayı da "model ortaklık"la Washington'a otomasyona bağladı. Bugünden geriye baktığımızda 2002'deki ak devrimin, 2003'te Gürcistan'da gerçekleşen gül devrimi, 2004'te Ukrayna'da gerçekleşen turuncu devrim ve 2005'te Lübnan'da zuhur eden sedir devrimi bahsinden sayılması gerektiğini daha iyi anlayabiliyoruz. Tıpkı 2011'de ortaya çıkan "Arap baharı" gibi.

Azık

Turan Güneş, (der. Hurşit Güneş), Türk Demokrasisinin Analizi


Ayrıntıya gömüldükçe, işin özünü kaçırma, ana damarı bulamama tehlikesini hissettikçe, Turan Güneş'in makalelerini okumakta fayda var. Okurken, sadece dönemin ana siyasi gelişmeleri üzerine değil, o dönemde yazılanların "niteliği" üzerine de düşünme şansım oldu. Bu kitap, "dönem" kavramını geniş alıyor; "dönem"i dönemselleştirenleri, tarihyazıcıları da merceğinde...



Kerem Işık, Toplum Böceği




2012 Haldun Taner Öykü Ödülü'nü aldı. Mehmet Erte'nin "Sahte"si ile bir akrabalığı varmış gibi okudum. Durup dururken,bilhassa sabahları çocukluğunu özleyiveren,profil fotosunu değiştirenlere; kitaba adını veren "toplum böceği" öyküsü iyi gelebilir.


Gürkan Zengin, Hoca: Türk Dış Politikasında "Davutoğlu Etkisi"




Kitabın iskeleti çok dağınık, plansızlık geneline sinmiş. Çocukluk dönemi ve aile yaşamından birden Dışişleri koridoruna atlıyoruz. Akademisyenlik işlenirken, birden bakanlık-danışmanlık devreye giriyor. Kitabın hızı, kurgusunu engelleyebiliyor. Fazlasıyla romantikleştirilmiş ve özcü bir anlatımı var; Davutoğlu'nu tanımayı, esas yapıp ettiklerini anlamayı zorlaştırıyor. Yazarın konuyu okunaklı hale getirmek, okuru sıkmamak için esnettiği cümleler, metnin içeriğine zarar verebiliyor. 

Bilgi verilirken köşe yazılarına biraz fazla bağlı kalınmış. Kitap, özellikle 2008-2010 döneminde esen Davutoğlu rüzgarı ile anlatımı arasına mesafe koyamamış. O yıllardaki "sıfır sorun" mitinden fazla etkilenilmiş, araştırılan kişinin önceden yapıp ettikleri, kitabın yazıldığı dönemin olumlu havasından okunmuş. Çoğu zaman, 90'ların ve 2000'lerin başında yaşanan olaylar, o günün algısıyla tartışılmamış. Yazar, elindeki medya olanaklarına ve Davutoğlu'na bu kadar yakın olmasına karşın, "malzeme"yi iyi kullanamamış. Temel sorunu, mesafe ayarı... 




Terry Eagleton, Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi


İlk 40 sayfası sıkıcı bir altyapı-üstyapı tartışması, daha özgün bir performans beklerdim. Çok bilindik argümanlarla saldırıları savuşturmayı tercih etmiş. Halbuki Eagleton, "Marx Neden Haklıydı"da ortaya on tane anti-Marksist soru atıp bunları yanıtlarken daha başarılıydı.

Kitapçığın 40'lardan sonrası ise şık, özellikle "Marksizmde biçim-içerik", "biçim-ideoloji" tartışması, metin çözümlemelerine dair vurucu paragrafları var, tam alıntılık... Giriş için önemli bir çalışma. Kitabın kaynakçası, konuda derinleşmek isteyenlerimiz için iyi. Bunun üzerine, yine Eagleton'ın "Eleştiri ve İdeoloji"si okunabilir.



Stephen Kinzer, Ezber Bozmak




Kinzer okumanın iyi tarafı, anlattığı konunun derinliğinden ziyade ortaya attığı fikrin cinliği. Önerme güzeli bir insan. İddialarını ne kadar başarılı incelediği tartışılır ama "önsöz"ü, "giriş"i başarılı yazan kitap mühendislerinden... Kinzer, özellikle Ortadoğu'ya yabancı Ortadoğulu ve Batılılar için de bazen çok iyi "giriş" kitapları tasarlayabiliyor. Gazeteciliği bu "giriş" bilgisi için gayet uygun bir meslek, çoğu akademisyen bilgide kaybolup işin özünü veremezken, Kinzer sınırları, nerede coşup nerede spekülatif davranabileceğini iyi biliyor, dili de çok sarıyor; bir  bakıma "sayfa sörfü" yaptırıyor size. Belki de Amerikan tarzı yaşama, o üslupta yazılan makale ve kitapları okumak dahildir; önce güncel bir örnekle zor bir konuya girilir, "sorun uzağımızda değil, gayet güncel ve gündelik" alt mesajı işlenir, sonra okurla muhabbet ede ede siyasi kulislerde, savaş alanlarında gezintiye çıkılır. 

Bu kitabın özgün adı "Reset: Iran, Turkey,and America's Future". "Reset", Türkçede "ezber bozma" fazlasıyla tüketilen bir deyim olduğundan, kitabı okuyunca bana daha anlamlı geldi. Yayınevi tercihi, saygı gösterelim. Kinzer, Ortadoğu'da yeni bir stratejik vizyona ihtiyaç duyulduğunu, Amerika açısından bunun kilit ülkelerinin de İran ve Türkiye olduğunu söylüyor. İran ve Türkiye'nin modernleşme serüvenleri kadar anti-modernleşme süreçlerinin de ciddi benzerlikler içerdiğini 19. yüzyıldan itibaren anlatıyor. Amerika'nın İsrail ile ilişkisinin hiç olmadığı kadar önemli olduğu fakat bu ilişkinin dinamiklerinin İran ve Türkiye'yi denkleme katarak, "yumuşak-ince güç" çerçevesinde yeniden kurulması gerektiği görüşünde.

Kitapta karşılaştırmalı, basit, yine giriş düzeyinde bir Pehlevi-Atatürk biyografi denemesi var, dışarıdan bir gözün sıkılmadan yazdığı Atatürk biyografisi, Can Dündar'a "Mustafa" filminden dolayı açılan dava bu hafta yeni bir biçime bürünmüşken, 3-4 yıl önceki "Mustafa" tartışmaları hatırlanarak okunabilir. O gün Can Dündar'a "Mustafa" anlatısından ötürü yüklenenler, Kinzer'ın "Mustafa"sına nasıl bakar acaba, merak ediyorum...



Sultan Abdülhamid, François Georgeon

Geçen sene başlamıştım ama ilerleyemedim, araya "Ermeni Sorunu'nu Anlamak" kitabının hazırlıkları girdi, anlamsız soğudum. Geçenlerde baştan başladım. Georgeon'in biyograflığını "Yusuf Akçura" kitabından hatırlıyorum. Lafı uzatmadan, geniş kaynakça, belge ve rahat dili ile okurunu konuya odaklamayı çok iyi başarıyor. Bende Homer Yayınları baskısı var, bu aydan itibaren İletişim Yay. basmaya başladı. Kitaplıklarda olmazsa olmazlardan... Ali Berktay'ın çevirisi yine harika...



Sosyal Demokrasi Kitaplığı - 7 cilt

Phoenix Kitap ile CHP Bilim Kültür Platformu'nun ortak çalışmasıyla yayınlandı. Batılı sosyal demokrasi literatürünün önemli kitapları Türkçeye çevrildi. Dizi için Editör Gülben Salman çok emek harcadı. Tost kadar yapışık dostum Kıvanç Özcan da bir kitabın çevirisini üstlenenlerden... Önce onun çevirisini okuyarak başladım. Dizi hakkında bir şeyler yazacağım.




Duyuru, Hardt ve Negri

Hardt ve Negri'nin "Duyuru"su, ilk 40 sayfası haricinde sönük bir metin.o sayfalar da richard sennett meraklılarına "pek tanıdık" gelebilir. "Çokluk"u okuduğumda "bunu bir kitapçık şeklinde kısa yazsalar nasıl olurdu" diye merak etmiştim. "Duyuru" kanıtladı, şık olmazmış, uzunu makbul.

Tarihsel Roman, György Lucacs

Anı-biyografi kuramı üzerine yazdığı bölümü daha önce okumuştum. Kitabın kalanına devam ediyorum. Çok yoğun bir metin, Epos az ama öz kitap yayınlıyor, helal olsun!


Bir Kapıdan Gireceksin, (haz.) Umut Tümay Arslan
Umut Tümay Arslan'ın hazırladığı kitap, son dönem Türkiye sinemasına meraklıysanız, kitaplıkta olmazsa olmaz denemelerden oluşuyor. Özellikle "Çoğunluk" filmi üzerine yazılanları çok beğendim. Popüler, gişesi çok olan filmler üzerine yazılanlarda ise aradığımı bulamadım. Aradığım, beğenmemeyi hakkıyla ve bu filmlerle başa çıkabilmek için özlü bir estetikle ifade edebilmekti, türlü türlü teorilerle işi bulandırmak değil. Kitapta, dayanak alacağı teorileri açıklayacağım derken, filmleri eleştirmeyi unutan, derlemeyi bir siyaset felsefesi alanına dönüştüren korsan bildirilere de rastlayabiliyoruz:) Olsun, işin güzelliğine gölge etmiyor.



1q84, Murakami 

Uzuuuuuun bir macera... 1250'de ilk 50 sayfayı yürüdük. Sabahları okunmuyor. Kamyonundan ayısına, tomruğundan saçmasına her an bir şey çıkabilir. Fena sarıyor, boğarak öldüren yılan belgeseli izlerken boğazda kaşıntı ve iğne batmalar başlar ya, o etkiden işte...


2 kitap: Yalıdakiler ve Erguvaniler, Tayfun Er

Gardınızı almadan, sadece parçalara/Türkiye'deki her türden aile ve cemaat ilişkilerine odaklanarak, marksizmi de dış kabuğundan yoklayarak tanımlayıp bu kitabı okumaya çalışırsanız tam size göre... Acele tespit yapıp "mesele budur"a varmak niyetindeyseniz bulunmaz nimet. Fihrist havasında... Garip bir özelliği var bu iki kitabın; tümünü bitirince eleştirmeye başlıyorsanız çok geç kalmış olabilirsiniz, kitaplar çoktan içinize işledi, kurtuluş zor. Okuduğunuz her cümlede durup durup sormayı öneriyorum. Düzenli Yalçın Küçük okurları ne demek istediğimi anlamıştır...



Bir Kemal Tahir Kitabı: Türkiye'nin Ruhunu Aramak




Kurtuluş Kayalı'nın Tahirî ekolden derlediği, yazarlarının farklı ideolojilerden Kemal Tahir'e baktığı şık bir kitap. Özellikle Kurtuluş Hoca'nın makaleleri okunası... Derlemenin yayınlanacağı aya yetişmeyen yazılar da tamamlanabilseymiş, daha iyi kitap olabilirmiş, çünkü bazı makaleler çok zorlama, sürekli konunun etrafından dolanıyor, olaya giremeden metinden ayrılıyor. Başlıktaki vaadini yerine getirmeden eve kaçan yazılar var. Talat Halman'ın Kemal Tahir eleştirisi değerli. Kayalı'nın Türk edebiyatının geçmişine dair analizlerini bugünkü okur ve yazar tercihleriyle bağladığı yerlere hayran kaldım. Tam bir Tahiri keskinliğiyle yapılmış gözlemler... Diğer makalelerde işte bu keskin ve dürüst gözlemi bulmak güç. Kemal Tahir'i anlamanın ve sürdürmenin zorlukları hep konuşuluyor, uygulamada Kurtuluş Kayalı gibi bir usta var.


Aşk, 1995 yılı Cogito Sayısı

Birkaç makalesini geçen senelerde okumuştum. Şimdi Dilan hediye etti, yeniden okuyorum, anlamı bol.



Emine, Mehmet Eroğlu

Yeni muhafazakârlığın ticari ve sosyal yükselişi ile seküler yaşam arasına oturmuş, çok sağlam bir roman. Fay Kırığı üçlemesinin ikincisi. Bayram tatilim onunla geçti.


Genç Stalin, Montefiore

150 sayfa kadar okuyabildim. Stalin üzerine yazılmış çok kapsamlı bir biyografi. Devam ediyorum. Stalin'in küçüklüğüne inmek lazım. Ne bulacağımız henüz meçhul..!


Aleviliğin ABC'si, Ali Murat İrat

Yayına hazırlığını bitirdik. Kısmetse eylülde rafta... Alevilikte temel kavramlar, tarih, kült(ür), rit(üel), Türkiye Aleviliklerinin temel tartışmaları, Alevilik-devlet ilişkileri üzerine bir giriş kitabı oldu. "Başlangıç okumaları" listesine giren bir kitap olmasını umuyorum. Kendi payıma, çok şey öğrendim.



mülkiye'de antropoloji eğitiminin tarihi

http://www.idefix.com/kitap/toplumsal-tarih-dergisi-sayi-224-kolektif/tanim.asp?sid=QNPEMND3FT8TCEZH2BF8


zafer toprak, yakın zamanda, "darwin'den dersim'e: cumhuriyet ve antropoloji" kitabını yayınlatmıştı. toprak, kitabındaki temel çerçevenin devamı sayılabilecek antropoloji yazılarını "toplumsal tarih" dergisinde sürdürüyor. derginin bu sayısında ise "mekteb-i mülkiye 'ilm-i akvam' ve 'antropolojiya' " başlıklı, 14 sayfalık önemli bir yazısı var.

Bir Kapıdan Gireceksin

"Bir Kapıdan Gireceksin":
Türkiye Sineması Üzerine Denemeler
Hazırlayan : Umut Tümay Arslan


Metis, Haziran  2012.


Umut Tümay Arslan'ın hazırladığı kitap, son dönem Türkiye sinemasına meraklıysanız, kitaplıkta olmazsa olmaz denemelerden oluşuyor. Özellikle "Çoğunluk" filmi üzerine yazılanları çok beğendim. Popüler, gişesi çok olan filmler üzerine yazılanlarda ise aradığımı bulamadım. Aradığım, beğenmemeyi hakkıyla ve bu filmlerle başa çıkabilmek için özlü bir estetikle ifade edebilmekti, türlü türlü teorilerle işi bulandırmak değil. Kitapta, dayanak alacağı teorileri açıklayacağım derken, filmleri eleştirmeyi unutan, derlemeyi bir siyaset felsefesi alanına dönüştüren korsan bildirilere de rastlayabiliyoruz:) Olsun, işin güzelliğine gölge etmiyor.


"Bir Kapıdan Gireceksin, yakın dönem Türkiye sineması üzerine on dokuz denemeden oluşuyor. Bu denemeler, Türkiye'nin uzak ya da yakın, kronik ya da yeni, can acıtıcı ya da kayıtsızlaştırıcı meselelerini sinemasal kurgu dolayımıyla düşünmeye, bu yolla farklı türden hakikatler keşfetmeye imkân tanıyor. Ama aynı zamanda bizleri bekleyiş, inanç ve arzu ile kapısı aralanan, sinemanın o sapkın ama mucizevi dünyasına bir kez daha sokuyor. Yan yana geldiklerinde bu denemeler, insanın bilgi ile inanç arasındaki salınımının, film seyretme deneyiminin de ta kendisi olan bu salıncağın, insan hayatının aptalca sıradanlığını, hatta bu sıradanlığın kimi zaman taş gibi görünen kalıcılığını, iç burkucu sefaletini nasıl aşındırabildiğini de gösteriyor.




Rüyalarına sahip çıkmak isteyenler için."



Sinema-sosyal bilim ilişkisinin Türkiye'deki düşünce tarihine etkisi için Kurtuluş Kayalı'yı dinlemekte fayda var. Metin Erksan'ın vefatı üzerine izledim. Program, 2009'da, Halit Refiğ'in vefatından bir hafta sonra yayınlanmış.

Altı parça görüntülük bu programda sunucu tüm tartışmayı mahvediyor, vaktiniz sınırlıysa, söz ona geçince izlememenizi öneriyorum. O yüzden, özellikle ilk kaydın 12 dakikası direkt geçilebilir.



       










 Hazırlayan : Umut Tümay Arslan