Ara

'Bütün renkleriyle Türkiye'


"Leipzig'li kızların bacakları gayetle güzel
etekleri de gayetle kısa
ömrümün bu kadar gerilerde kaldığını görmezdim
Leipzig'li kızların bacakları böyle uzak olmasa." N. Hikmet


Leipzig tren istasyonundan otelimize giderken Nâzım'ın bu dizeleri düşüyor aklıma; çünkü büyük şairin bir zamanlar kaldığı Astorya otelinin önünden geçiyoruz. Otel şimdi kapalı, kullanılmıyormuş. Leipzig'te kullanılmayan o kadar çok bina var ki. Kentin ortasında terk edilmiş kocaman, hantal binalar tuhaf bir keder veriyor insana. Belki keder bu binalardan değil de Nâzım'ı anımsamaktan kaynaklanıyor. Nâzım'ın acısını hissetmekten. Yukardaki dizeleri yazarken Nâzım, ömrünün sonuna doğru ilerliyordu ve fena halde de farkındaydı bunun. Belki tek tesellisi büyüyen, yürüyen sosyalizmdi. İnsanlığın savaşsız, sömürüsüz bir dünya kurmaya olan büyük inancıydı. Nâzım'dan yaklaşık elli yıl sonra aynı caddelerden geçerken onun umut ettiği sosyalizmin kalıntılarını görmek ayrı bir üzüntü kaynağı. Oysa iyi bir iş için geldik Leipzig'e. Kitap fuarı için. O yüzden yeniden o kadim tutamağa, hiç eskimeyen umuda tutunalım, insanlığın bir dahaki sefere daha iyi bir deneme yapacağını umarak, sosyalizmin bu kötü örneğinin hayaletini yüreğimizden kovalım.
Çünkü kitap fuarında yüklü bir program bizi bekliyor. Ama önce biraz daha Leipzig'i anlatmak istiyorum. Leipzig düz alana kurulmuş bir şehir; tıpkı Konya gibi. Belki Konya kadar eski değil ama orada da şehrin eski bölgesinde oldukça ilginç mekânlar var. Şimdi Mevlânâ ile Bach'ı kıyaslayacak değilim ama meraklısı için söyleyeyim Bach'ın mezarı da eski şehir denilen bölgedeki St. Thomas kilisesinde. Bilmem kaç yüzyıllık bu kilise sadece bir tapınak değil aynı zamanda bir konser salonu. Biz gittiğimizde de Mendelsson'un eserlerinin çalınacağı bir konser vardı ama fuar programı yüklü olduğu için kalamadık. Biraz da apar topar kitap fuarının yolunu tutmak zorunda kaldık. Ama önce aynı bölgedeki Goethe heykelinin önünde bir fotoğraf çekmeyi de ihmal etmedik.
Almanlar 'messe' diyorlar fuara. Kitap fuarı ise 'Buchmesse' oluyor. Otele yerleştikten sonra fuara doğru giderken başka bir tanıdık görüntü takılıyor gözümüze. Yoldaki kocaman bir panodan rengarenk bir labirentin içinden 'Turkey' yazısı gülümsüyor bize. Üzerinde Almanca bir yazı var. 'Bütün renkleriyle Türkiye'. Fuar için konulmuş. Sadece bir tane değil, Leipzig'i gezerken birçok merkezi bölgede rastlayacağız bu afişe. Güzel iş. Geçmişinde kitapla, yazarla hep kavgalı olmuş devletimiz, belki de ilk kez dev afişlerle katılıyor bir kitap fuarına. Güzel bir paradoks. Devletin, hükümetin, ülkenin artık yazarla, kitapla barışmasının zamanı geldi de geçiyor bile. Bu anlamda da Leipzig bir ilk adım. Asıl büyük iş ekim ayında Frankfurt'taki 'Buchmesse'de. Bilindiği üzre bu yıl Türkiye Frankfurt Kitap Fuarı'nda konuk ülke. Neyse biz yine Leipzig'e dönelim.

Edebiyatın sorunları bu fuarda
Sosyalizm döneminde Leipzig Kitap Fuarı önemli bir etkinlikmiş. Sosyalizmin yıkılmasının ardından bir süre yıldızı sönmüş ama şimdi Frankfurt Kitap Fuarı'nı düzenleyen ekip buraya da el atmış. Demek ki bundan sonra Leipzig'in adını daha sık duyacağız. Bazıları Leipzig Kitap Fuarı'nın entelektüel açıdan Frankfurt'tan daha yetkin bir fuar olduğunu söylüyor. Frankfurt ticari bir fuarmış, oysa edebiyat sorunları Leipzig'te konuşulurmuş.
Türk standı bu kez gerçekten iyi düzenlenmişti. Kültür Bakanlığı da, fuar komitesi de derslerini iyi çalışmışlardı. Frankfurt Kitap Fuarı'yla ilgili olarak yapılan basın toplantısına yoğun bir katılım oldu. Ahmet Arı, Ümit Yaşar Gözüm, Müge Gürsoy Sökmen ve Frankfurt Kitap Fuarı'ndan Juergen Boos'un soruları yanıtladığı toplantıya ilgi büyüktü. Ertesi gün çıkan haberlerin neredeyse hepsi olumluydu. Herkes Türkiye'nin Leipzig'te olumlu bir başlangıç yaptığını yazıyordu. Doğal olarak bu işe emek verenlerin hepsinin yüzü gülüyordu. Ayrıca Türk standında bir dizi panel ve okuma etkinliği de gerçekleştirildi. Tanıl Bora, Reha Erdem, Asu Aksoy, Feridun Zaimoğlu bir panelle katıldılar etkinliklere. Feridun Zaimoğlu, Aslı Erdoğan, Celil Oker ise birer okuma yaptılar. Ayrıca Mario Levi ile Perihan Mağden fuar dışında okumalara katıldılar. Her ikisi de okuma etkinliklerinin iyi geçtiğini söylüyordu.
Okuma demişken bu meselenin üzerinde biraz durmak lazım; çünkü okuma etkinliği Almanya için önemli bir olgu. Almanya'da kitabınız yayımlandığında yayınevi yazarı şehir şehir dolaştırarak kitabından bölümler okutuyor. Üstelik bu okumalara katılmak isteyenler bilet alarak yani para ödeyerek bu etkinliğe katılabiliyorlar. Daha önceki deneyimimden biliyorum Frankfurt Kitap Fuarı'nda bu tür etkinliklere pek rastlayamazsınız oysa Leipzig'te okuma toplantıları oldukça yaygın. Ben de iki okumayla katıldım bu etkinliğe. İlk okumam Türk standında gerçekleşti. Önümüzdeki ay Almanya'da yayımlanacak Şeytan Ayrıntıda Gizlidir kitabımdan 'Vampirler' adlı hikâyeyi okudum. Alman okurlar oldukça ilgiliydi ama edebiyattan çok İstanbul'u sordular. İkinci okumam ise uluslararası stanttaydı, Sis ve Gece'den bir bölüm okudum. Ayrıca Celil Oker'le birlikte 'Türkiye'de Polisiye Roman' konulu bir panel yaptık. Eğlenceli bir toplantıydı, polisiyeye özel bir merakı olan Alman okurlardan ilginç sorular geldi. 'Sis ve Gece' filmini de Türk standında gösterdik, küçük ama ilgili bir topluluk izledi. Filmin ilk etkisini hemen gördüm. Karşımızdaki İsrail standında çalışan Sandra adındaki zümrüt gözlü bir hanım filmden etkilenerek Sis ve Gece'nin Almancasını alıp hemen imzalattı.
Leipzig Kitap Fuarı'nda oldukça renkli sahnelerde vardı. İlk gördümüzde anlamamıştık, ayı başlı bikinili kızlar, yüzleri şeytani masklarla kapatmış eli kılıçlı delikanlılar, uzun tırnaklı büyücüler, kafalarında taçlarıyla krallar... Meğer son yıllarda modaymış, gençler masal, çizgi roman, çizgi film kahramanlarının kılıklarıyla dolaşıyorlarmış. Bu modanın etkisiyle Alman gençleri kendilerini türlü kılıklara, türlü hallere sokuyorlarmış. Ne yalan söyleyeyim bu renkli görüntüler çok hoşuma gitti. Hayallerimizi yazdığımız kitapların sergilendiği bir fuarın koridorlarını basan hayal kahramanları...


Türk edebiyatına giriş
Leipzig'te yiyip içtiklerimize gelince; ilk gece fuar organizasyonunu yapan arkadaşlar bizi bir İspanyol restoranına götürdüler. Tapas eşliğinde enfes Rioja şarabı içtik. Ağız tadımıza uygun bir sofraydı. Ertesi gece Kültür Bakanlığı'nın düzenlediği mini bir konser vardı. Taksim Trio, yani Hüsnü Şenlendirici ve iki arkadaşı kaldığımız Westin Leipzig otelinin salonunda çaldılar. Ardından Berlin'den gelen Türk aşçıların hazırladığı yemekler ve Kavaklıdere şaraplarıyla nefsimizi körledik. Üçüncü gece ise Kartoffelhus adlı restoranda patates ağırlıklı yemekler yiyip Alman birası yudumladık. Dördüncü gece ise fuar ekibi Türk standı kapatıp Türkiye'ye dönerken biz de bu görev gezisini eğlenceye çevirmek için Kafka'nın şehri Prag'ın yolunu tutmuştuk.
Sonuç olarak; Leipzig Kitap Fuarı iyi bir başlangıç oldu ama önümüzde Frankfurt var. Yıllardır adeta dünyaya kapalı kalmış olan Türk edebiyatının ve yazarlarının çoktan hak ettiği ilgiyi görmesi için Frankfurt önemli bir olanak. Kuşkusuz bir tek fuarla, bir anda edebiyatımızı dünyaya tanıtmak, yazarlarımızı uluslararası arenaya çıkarmak mucize olur. Kültür Bakanlığı'nın TEDA girişimi de olumlu bir adım olmakla birlikte yeterli değil. Bizde yabancılara karşı nasıl büyük önyargılar varsa, Avrupa ve Amerika'da da bize karşı önyargılar var. Türk yazarı politik bir aktivist olarak kolayca kabul ederlerken, onun sanatçı niteliğini ikincil bir özellik olarak benimsemeyi daha uygun buluyorlar. Örneğin İsveçli bir yazarın yapıtları yabancı dillere rahatlıkla çevrilirken, aynı edebi kalitede belki de çok daha iyi bir Türk yazar kitabını yayımlatmak için deveye hendek atlatmak zorunda kalabiliyor. Önyargıların dışında ülkemizde henüz güçlü kitap ajanslarının bulunmayışı da yabancı dillere çevrilmede bir handikap oluşturuyor. Çünkü Batı'da çeviri meselesinde kitap ajansları kilit bir öneme sahip. Yani Leipzig'te, Frankfurt'ta Türk edebiyatının tanıtımı yapılmış olsa bile yazarımızın yapıtlarını yabancı yayınevlerine sunacak güçlü, girişken, yetenekli ajanslar olmadan metinlerimizin yabancı ülkelerde yayımlanması son derece güç. Bu gerçeklik kültür bakanlığının, yazarların, yayınevlerinin ve kitap ajanslarının yayın meselesine bakışını değiştirmesi gerektiği zorunluluğunu ortaya koyuyor.

Ahmet Ümit, Radikal Kitap

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder