Ara

2 Mayıs

1 Mayıs kutlu olsun...

Olsun elbet ama bir yaraya değinmeden geçemeyeceğim...
Haftalardır sendikaların, bazı sivil toplum örgütlerinin ve partilerin bayramı ısrarla
Taksim'de kutlama girişimleri bana başka bir gerçeği çağrıştırıyor.
Hele hele hükümet karşısında bu kadar alternatifsizlik, çaresizlik içinde çırpınılan bir devirde…

Neden Taksim, neden bu ısrar?

Taksim'de toplanmayı, ulaşılması gereken hedef olarak sorgusuzca önüne koymuş bir topluluk için (sınıf diyemem buna) bu sorunun mantığı elbette yoktur. Çünkü orası katliamın alanıdır, çünkü orası bir merkezdir ve ses en iyi oradan duyurulur, çünkü orası en büyük meydanlardandır, çünkü orası derin ya da sığ devlete karşı 77’nin bir tür rövanş mekânıdır. Orada söz söyleme tekelini eline geçiren bir topluluk, ‘alternatif siyaset’i devlete karşı üretmenin de anahtarını edinmiş olacaktır.

Peki, gerçekten öyle mi?
Biraz basite indirgersek,
tüm öfkelerimizi somurtkan bir idareye yükleyerek aslında kendimizi kandırmış olmuyor muyuz? Gerçekten de hükümet, 1 Mayıs'ı tatil ilan etseydi, genel anlamda da devlet buna tüm güçleriyle –uygulamada- selam dursaydı, alanları sorgusuz sualsiz işçilere bir günlüğüne terk etseydi, bu bayramın adına "dayanışma" değil de "işçi bayramı" deseydi, göstermelik Nevruz kutlamalarında el ele tutuşan "asker-vali-emniyet müdürü" triosu bu defa da işçi bayramında ellerini havaya kaldırarak yumruk sallasaydı, neler olurdu acaba şu memlekette, hiç düşündük mü?...


Bir anda bütün engellerin ortadan kalkması, tüm Taksimcileri bir anda “Yahu bi dakika, biz napcaz şimdi, alanda ne diyecez bu insanlara?” diye düşünmeye sevk eder miydi? Üzerinizden baskı kalkıyor ve artık kendinizi neye karşı olduğunuzla değil de ne olduğunuzla tanımlamak durumunda bırakılıyorsunuz… Haydaa, buyurun bakalım asıl zor göreve! Otuz yıldır sendikaların 1 Mayıs gelince ezberleri Taksim’e yürüme fikriyle özdeşleşirken, bu kez devlet elini kolunu bağladı ve sizi merakla izlemeye başladı; napacak bu adamlar, ne diyecekler acaba? İstemezükçü, her şeye alerjik yaklaştığına inanılan idare işçinin önünden çekiliverseydi acaba parti ve sendikaların işine mi gelirdi bu hamle? Yoksa tam tersine, ceberutluğuyla nam salan idare ve onun ajanlarının tavır değişikliği sendika-stk-parti üçlemesinin bütün planlarını bozar mıydı?


Bence bozardı... Bugün meclis içi ve dışı alanda hükümete, genel anlamda da devletin katı tutumuna; sosyal güvenliğimizin hiçe sayılmasına; özlük haklarımızın uzun vadede kuşa çevrilmesine, gündelik yaşamımızda özgürlüklerimizin kısıtlanmasına dair hiçbir somut adım atamayan ama buna karşın sürekli emperyalizm-antikapitalizm-anti AKPcilik üzerine mangalda kül bırakmayan kurum ve kuruluşlar, ‘vatan elden gidiyor’ edebiyatını esasında böyle bir yasaklama zihniyetine borçlular... Siyaset üretememenin verdiği boşluğu, Mayıs 77 Katliamı’nın nostaljisini canlı tutarak doldurmaya çalışıyorlar… ‘Bir şeyler yapabiliyorum’ kandırmacası, dostlar alışverişte görsüncülük… Bugünkü eylemsizliğin, hükümet karşısında bakakalma halinin ‘77 romantizmiyle doldurulma mesaisi… Darbecilerini yargılayamamanın utancını imza kampanyaları düzenleyerek atma sevdası… Boş sözlerle ezeli mağlupluk kurmanın, bir ağıt yakma halinin ötesine geçilemiyor… Siyaset yapabilme şansları, ancak ve ancak kendilerini mağdur durumda gösterebilmelerine bağlı... Yaratıcı bir direniş hak getire… Bu açıdan 77 Katliamı’nı hatırla(t)mak, onu canlı tutarak Taksim’e yolcu almak, güncele gözünü kapamanın afyonu…

En basitinden, sağlıklı bir çevrede yaşayabilme hakkımı ıskalayan Çankaya Belediyesi, anayollarımı tamir etmeyen ya da en fazla yamalayıp bırakan Ankara Belediyesi'ne diş geçiremeyince, alternatif çözüm üretmek yerine belediye başkanlığının binasına Gökçek'i şikâyet eden afişler asmaktan başka ne yapıyor! Ara sokaklar kendisine ait olmakla birlikte, en küçük yağmur suyunda kanalizasyon şebekesinin devredışı kalması, çöplerin sokaklarda cirit atması, ulaşım sorunumun çözülememesi karşısında, yürüyüş yolumun hala ve hala oturtulamamasında hiç mi pay sahibi değil ki, her türlü hükümet ve Gökçek’i yuhalama korosunda kendisine en ön sıradan yer biçiyor!

Kimlik kartına sol takısını iliştiren partiler, bugün gençlerin sosyal imkânları, çalışma yaşamlarının iyileştirilmesi, Tuzla ölümleri konusunda yakınmaktan ve küfre yakın pankartlar açmaktan gayrı ne eyliyor! Çalışma saatleri artarken, sigortasızlık kol gezerken, onlarca 16 yaş altında çocuk işçi üç kuruşa çalıştırılırken, bu çocukların yemek servisi yaptığı restoran masalarında parti delegeleri arasında hangi pazarlıklar dönüyor?

Konur Sokak, Ankara'nın avucundan kayarken, her bir dükkân genişlettiği balkonuyla sokağı kaplarken, Kızılay'da kültür, ardı sıra açılan 1 milyoncu dükkânlarla, bazaarlarla takas edilirken, Türkiye üzerine büyük eleştiriler getirmeyi başlıca hedef sayan Mülkiyeliler Birliği ve Mimarlar Odası, daha kendi sokağının önünü temizleyemeden nasıl olur da memleket sevdasına düşer! Bu stk'lar nasıl olur da kendileriyle bu konuda paralel düşündüğünü sandıkları Çankaya Belediyesi ile işbirliğine giderek Kızılay'ın çölleşmesine karşı ses çıkaramazlar! Evet, önce Ulus'a tecavüz eden sapık, son bir yıldır Kızılay'a tacize başladı ve korkarım mangalda kül bırakmayan, 1 Mayıs yürüyüşleri için üyelerine davetiyeler gönderen parti ve sendika ve stk’lardan oluşan külhanbeyleri bu sapığa ses çıkarmazsa, mahalle(li)nin namusunu korumazsa, Kızılay'da adım atacak mekân bulmakta dahi güçlük çekeceğiz.

Basit, anti-emperyalizmle, kapitalizmle ilgisi olmayan(?), gayet gündelik sorunlarımız bir yanda; Taksim'de toplanmaya odaklanan fakat kendi önünü göremeyen cenahın körleşmesi diğer yanda...

Taksim’e çıkmaya uğraşanlara kolay gelsin,
Ne var ki herkes ertesi sabah kendi mahallesinde sabaha uyanacak,
Otobüste tıklım tıkış birbirinin terini soluyarak ayılacak,
Polis ceza yazmasın diye sabah jimnastiğini dolmuşçunun ‘çök-kalk’ komutlarıyla yapacak,
Sömürü dediği şeyi işyerinde tadacak,
Pis havayı bile Taksim’de değil, memleketinde soluyacak…
İşçi değil, “çokluk”ların birliği belli bir mekâna, Taksim’e sabitlenemez,
Sömürünün gündelik hayata etkisini engellemeye uğraşmayan,
Elbet Taksim’i sorgusuzca ‘işgal’ etmeyi birinci hedef sayacak,
Zira Taksim’den başka bir yerde söyleyecek sözü, icraatı olmadığını biliyor…

Ne güzel kondurmuş lafı bir İzmitli işçi:
“Neden Taksim’e gidiyorlar ki,
Benim fabrikam burada, İzmit’te…”

1 Mayıs ve daha da önemlisi sonraki günler kutlu olsun…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder