Ara

Aynı masada oturmama hakkı!

Bal filmi Türkiye'nin başına gelmiş en iyi şeylerden biri. Hani, bir 'iyi şeyler' listesi yapmaya kalksam Bal en üst sıralarda haklı yerini alır.

Bunu ne Semih Kaplanoğlu ile arkadaşlığımdan ne de sevgili Leyla ile ahbaplığımdan söylüyorum. Bal'ı izlediğim ilk günden bu yana bende yarattığı iyilik duygusu hiç azalmadı. İzleyen çoğu kimsede benzer bir etki yarattığını biliyorum. Öyle ki, insanları Bal'ı izleyenler ve izlemeyenler diye ayırmak bile istiyorum bazen! Bal'dan önce ve sonra insan! Kalbin yapabileceklerinin sınırını görenler ve görmeyenler ayrımı gibi bir şey.

Geçen kıştan bugüne, Türkiye'de işler kötüye gittiğinde, siyasetin kaosu yorduğunda biraz olsun ferahlamama sebep olan şey Bal filmi oluyor; kendi kendime 'ya o kadar da kötü değil. Bal gibi bir film çekilebildi bu ülkede' diyorum.

Hepimize başka türlü bir algının sınırlarını açan o sinemanın yaratıcısı Semih Kaplanoğlu, Kusturica krizinin hedefine yerleştirildi.

Semih'in haklı olarak işaret ettiği ve uzağında durmayı tercih ettiği gayri insani tavrı polemik konusu yapanlar, onun filmlerini izleseler, verdiği mesajın hangi insaniyetle ilişkili olduğunu anlarlardı.

Semih, Emir Kusturica'nın festival başkanlığından çekilmesiyle sonuçlanan kriz sonrası kendini anlatmaya çalışıyor. Verdiği röportajlarda, çıktığı televizyon programında meramını anlatıyor; Bosna savaşındaki tavrını, gayri insani duruşunu eleştirdiği Kusturica ile aynı masada oturmak istemediğinin altını çiziyor. Alınan tavrın sebebini anlamak isteyenler onun bu cümlesini dikkatli dinleseler keşke. Düğüm orası çünkü.

Semih'in tavrını politik hesaplara yoranlar, duruşunu eleştirdikleri biriyle aynı masada oturup muhabbet etmenin sahteliğini içlerine sindirebiliyorlar demek ki.

Özetle mesele, Kusturica'nın sineması değil. Vaktiyle hepimizin sevdiği Çingeneler Zamanı, Arizona Dreams, Babam İş Gezisinde filmlerinin sinema değerinden söz etmiyor Kaplanoğlu. Hatta Sloven düşünür Zizek'in ağır eleştirilerine maruz kalan Underground filmi bile değil konu.

Kusturica'nın sinemasını ayrı değerlendirmek gerektiğinin herkes farkında. Ama sanatın etik ve insani değerler de ölçü alınarak yarıştırıldığı bir festivale jüri başkanlığı yapacak kişinin uygun vasıfları taşıması da zorunlu. Kusturica gibi bu konularda sicili bir hayli bozuk birinin başkanlığını yapacağı ödüle gölge düşerdi her şeyden önce. Kaplanoğlu ve ekibi festivalin de haysiyetini kurtaran bir müdahalede bulundular aslında. Bosna savaşında tecavüze uğrayan kadınlar için, 'çok abartıldı' beyanatları veren biriyle aynı masada oturmamak haklarını kullandılar.

Diğer yandan Kusturica krizini yaşanan kutuplaşmanın bereketli zemininde köpürtmeye çalışan kalem sahipleri büyük bir aymazlık içindeler. Dünyadaki pek çok etkinlikte protestolarla karşılaştığını bilmedikleri gibi, Kaplanoğlu'nun uyarısıyla da öğrenmeye niyetli değiller. Cannes Film Festivali başta olmak üzere gittiği pek çok yerde protestolarla karşılaşıyor Kusturica. Belki de gördüğü bu tepkilerden yorulduğu için, Sırbistan'da kurduğu festival köyünde sanatçı dostlarını ağırlıyor! Tıpkı kurduğu grupla müzik yapmaya çalışma tesellisi gibi. Filmografisini bilen, yaptığı bütün filmleri izleyen biri olarak en son belgeselini üzülerek izlemiştim. Müzik grubunun hikâyesini anlattığı belgeselde sinemaya inancını yitirmiş biri vardı.

Sinemaya inancını yitirmiş bir yönetmenin dramı elbette acınmayı hak ediyor. Ama ondan çok önce, Kusturica ile aynı masada yemek yiyip şen kahkahaların sahteliğine düşmek istemeyen Semih Kaplanoğlu'nun duruşu saygıya değer.

Siyaset öyle bir alan ki, vakumuna giren her güzelliği hızla lekeleyebiliyor.

Semih'i Bal yolculuğunda bu anlamsız tartışmaların odağına çekmeye çalışacaklar. Umarım Bal'ın mucizesi, yaşanacak haksızlıkları aşmasına yardım eder. Sevgili Semih, Bal'ın hakikatine emanet...

Bejan Matur, Zaman, 13 ekim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder