GEL TEZKERE, BİTSİN BU HASRET..!
Lübnan'a asker gönderilmemesine yönelik cumhurbaşkanının net açıklamasından sonra, 1701 Sayılı Kararındaki muğlâk hükümleriyle İsrail'e sanki meşru müdafaa yaptığını da içerecek kadar geniş yorumlanabilecek bir metin yayımlayan BM, bu kez AB’nin desteğini arkasına aldı. Olmert, 1701 Sayılı Kararın çıktığı saatlerde Bush’u arayarak teşekkür etti. Başkanlık seçimlerinde Kerry’nin en büyük kozu, Ortadoğu’nun işgalinin durdurulması değil, uluslararası kuruluşların desteğiyle dünya kamuoyunun tepkisinin hafifletilmesiydi. Şahinler, Kerry’nin bu kozunu sahneye çoktan soktu ve çarklar daha hızlı dönüyor. Bugünlerde Bush’un cüzdanının en ön gözünde sanırım Annan’ın kartviziti duruyordur. Fehmi Koru’nun satırlarında (26.08.2006, Yeni Şafak) ve bu haftaki Der Spiegel’in sayfalarında İsrail'in kendi saldırılarını haklı gösterme adına Hizbullah saldırılarına göz yumduğunun haberleri ayan beyan ortada. Meşru müdafaanın sınırları hukuk ve insanlık değerleri aleyhine genişletilmeye devam ederken, uluslararası güvenlik, uluslararası hukuku kündeye yatırmışken, 'Barış Gücü'nü komuta edecek Fransa ve AB'nin diğer üyeleri asker sayılarını bir zahmet yeni yeni artırırken, Türkiye'nin bu dibi görünmeyen suya tramplensiz atlamasının hiçbir manası, çıkar yolu var mı? 'Ne için ve kimin için?' sorularının zaten belirsiz bırakıldığı ‘Barış Gücü’ kavramı, ‘Nasıl bir barış gücü?’ sorusunu bile henüz yanıtlamaya başlıyorken, bu ne hızdır..! Somali’ye, Kongo’ya, Bosna’ya asker gönderme durumlarıyla Lübnan’ı bir sayan anlayış, adının başına ‘barış’ kelimesini koyan her birliğin orada çatışmaya alet olmadan, sakin sakin çayını yudumlayarak nöbet tutacağını mı sanıyor?
BM’nin İsrail müdahalesini işgal olarak nitelemeyip yüzlerce sivilin ölümünü bekledikten bir ay sonra verdiği komik kararı da, insan hakları diye dilinde tüy biten ama savaş hukukunun temel ilkelerini dahi ihlal eden İsrail’e karşı tek kaşını kaldırmayan AB’yi de bir an için unutalım. Sadece, Türkiye’ye resmi makamlardan her Allah’ın günü yapılan ‘Birlik gönderin!’ çağrılarına kulak verelim. Madem ortada barışın tesis edilmesi gibi gayet masumca dilekler, Hizbullah ile çatışılmayacağına dair direktifler var, o zaman tüm bu ülkeler asker sayılarını abaküsle oynar gibi neden azaltıp artırıyor da, Türkiye’ye aynı ağızdan ‘ver, ver!” nakaratını fısıldıyor?
Irak’ın işgalinin yılmaz savunucularından New York Times yazarı Thomas Friedman, her ne kadar son açıklamalarıyla yeni bir gündem yaratsa da, “Dünya Düzdür”[1] kitabındaki gelişmekte olan ülkelerden Türkiye’yi tanımlayan cümlesi, Lübnan’a asker gönderilmesi konusunda bence daha net ipuçları veriyor:
“Dünyanın tüm ülkelerini bir şehrin semtlerine benzetseydik, dünya nasıl görünürdü? Batı Avrupa, Türk hemşirelerin özenli bakım hizmeti verdiği bir yaşlılar yurdu olurdu.”
[1] FRIEDMAN, THOMAS (çev. CİNEMRE, LEVENT) (2006), Dünya Düzdür, İstanbul: Boyner Yayınları, 477 s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder