POLANYI, Karl (çev. BUĞRA, Ayşe) (2006), Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, 411 s.
EZBERİ BOZABİLMEK[1]
“Bir piyasa ekonomisi, yalnızca bir piyasa toplumu içinde varolabilirdi. Yeni ilke, bütünüyle maddeciydi ve sınırsız bir meta arzıyla insan sorunlarının tümünün çözüleceğini varsayıyordu.” Karl Polanyi
"Her bireyin kendi koşullarını iyileştirmeye yönelik doğal çabaları, dışarıdan yapılacak herhangi bir yardımdan çok daha yararlıdır ve toplumda servetin, refahın artması için yeterlidir." Adam Smith
ÖZET
Macar asıllı entelektüel bir ailenin çocuğu olan Karl Polanyi’nin 1944 yılında yayımlanan bu eseri, gelişmiş kapitalizmin hüküm sürdüğü ülkelerde kapitalizmin tarihini, piyasa sisteminin geçmiş üretim biçimlerinden farklı yanlarını (doğal olan her şeyin metalaşması, ekonominin toplumu artık kendi ilkeleriyle yönetmesi, birey’ci’leşen insanın aynı anda ‘kapatılması’ sonucu yaşadığı muazzam çelişki) gözler önüne sererek anlatıyor. Eserin yazılış tarihi, kapitalizmin savaşlarla ve iktisadi krizlerle boğuştuğu, 19. yy. güç dengesinin, uluslararası altın standardının sarsıldığı, işlemeyen bir piyasa toplumu idealinin sonucu olarak “faşizmin ve sosyalizmin belirdiği”[2], liberal devletin yeni tanımlarının ciddi biçimde yapılmaya başlandığı, hemen sonrasında ise iki kutuplu dünya sistemine gözlerimizi açacağımız döneme denk düşmesi bakımından anlamlı. Polanyi, piyasa sisteminin kendini toplumun dışında kuran ve ilkelerini topluma yukarıdan dayatan niteliğinin bizzat bir çelişki olduğunu, toplumu düzenleme çabasında olan, ancak ondan bu kadar uzak durumdaki bir sistemin çökeceğini, krizlerin ve ardından gelen faşizm ile sosyalizmin bir tesadüf olmadığını belirtiyor. Kapitalizmi açıklamaya ve üretim, bölüşüm, dağıtım[3] ilişkilerini temel ilkeler doğrultusunda meşrulaştırmaya çalışan kuramlara, eylemlere eleştirel bir ekonomi politik gözlüğüyle bakan bu eser, 1970’lerin ortasından itibaren değişim sancılarını tekrar yaşayan dünyaya sanki belli ipuçları verecek şekilde tasarlanmış. Alternatifsizliği üzerine yazılıp çizilen yeni liberal sistemin kendisini “başka alternatifim yok!” cümlesiyle özetlemesi, bizi bugünküne benzer ama bugünküyle aynı olmayan 19. yy. liberalizminin öyküsünü tekrar okumaya sevkediyor.
BÜYÜK DÖNÜŞÜM
Biricik olma tutkusunu sistemin tüm araçlarını kullanarak ‘birey’in aklına işleyen piyasa, kendi kurallarına göre işleyen bir piyasayı yarattığı kadar, bu piyasanın kendini yeniden üretebilmesi için koyduğu kuralların dışına taşamayan bir bireyci, bencil insan aklını tarihin sonsuz derinliklerinden, sanki hep öyleymiş ve çıkarını düşünürmüş gibi çıkarsamaya çalıştı.
Çoğu kez sorgusuzca kabullendiğimiz, kapitalizmin demokrasiyle kol kola giden gelişme sürecinin ciddi yanılsamalarla dolu olduğunu ve eşitlik- özgürlük ikileminin burjuva egemen bir toplumda uzun süre tek taraflı olarak yorumlandığını, siyasal ve ekonomik haklara sınıfsal sınırlar getirildiği, sermayeyi oluşturan ilkel birikim süreçlerinin zor yoluyla elde edildiği[4] ve kapitalist mantığın bunu genellikle doğal haklar öğretisiyle meşrulaştırdığını, tarihsel bir kimliğe bürüyerek özel mülkiyetin Adem’in ilk yasaklı meyveyi koparışında harcadığı ‘emek’ten beri zorunlu ve doğal olduğu, tarihin herhangi bir döneminde bir coğrafyada pazarın bulunmasının, beraberinde sınırsız karı gerektiren piyasa sistemini getirdiği önermelerini, Polanyi’nin tezleri sayesinde, cümlelerimizin başına “acaba” ekini koyarak düşünme fırsatı buluyoruz. Devletin bu sermaye birikiminin aşırılaşmasını ve monarşik düzene hâkim olmasını engellemek amacıyla paternalist tavırla 17. yy’da getirdiği yasal düzenlemeler, yaklaşan devrim ve ayaklanma tehlikelerine karşı köylüye ve işçiye, çalışmayan yoksula yapılan yardımlar, 19. yy’da klasik liberal iktisadının “çalışmayana ekmek yok!” gibisinden bir öfkesine mazhar olacak, kapitalist mantığın gelişme evrelerine ışık tutacak nitelikte.
Kapitalizm öncesinde aile, cemaat, kabile, devlet örgütlenmelerinin kaynakların dağıtımında oynadıkları rollerden özerk şekilde, ekonomi henüz ayrı bir disiplin olarak toplumu yönetmeden, “karşılıklılık” ilkesine göre belirmeleri söz konusu iken; değişim ve piyasanın içerdiği kapitalizm, ekonomik faaliyetin tamamının piyasadaki ‘değişim’ ilkesince yönlendirilmesi ve bunun sonucunda insanın kendi maddi varlığından kopuşu anlamına gelecektir. Kendi ilkelerini piyasa sistemi[5] adı altında topluma sunan, müdahaleye karşı ve dokunduğu her şeyi piyasa sisteminde meta haline dönüştürecek bu hayali değnek, toplumdan sıyrılır ve onun üzerine çıkarak bütüne hâkim olmaya başlar. Önceki üretim biçimlerinde meta olarak görülmeyen toprağın, emeğin ve paranın piyasa ilkeleri tarafından satılmak üzere kullanılması hususu, gerçek bir dönüşüme ve insanın da fiziksel, psikolojik, ahlaki olarak bu dönüşüme uydurulmasına işaret eder: Hayali meta.[6] Ana ayırt edici özelliği, geçmiş birikimlerin yalnızca sermayeyi büyüttüğü oranda ‘sermaye’ niteliği taşıması, sermayenin kendini herhangi bir toplumsal engele uğratmadan sınırsız büyüme arzusudur.[7]
Ekonomi politik, sefaletin açık yaralarını sardığını iddia etse de esasında yaraya tuz bastı ve çalışmanın özgürleştirici yanını aşılamak için yeni toplumu keşfetmeye kalkıştı. Nüfus düzenlemeleri ve mal arzının kısıtlı yapısı üzerine araştırmalar çoğaldı, piyasanın el verdiği ölçüde bir üreme salık verildi.[8] Toplumu artan işgücü talebiyle beraber her yönüyle kurma, yönetme fikri, belki de en açık ifadesini Bentham’ın faydacı hukuk öğretisinde buluyor ve zindanların daha ucuz, etkin denetimi için kurulmuş gözlem evini ifade eden Panopticon Planı, yoksulların çalıştırılması için fabrika ölçeğinde uygulanıyordu. Kiliselere bağlı yaşlılar ve yoksullar evinin (poor house) bakım işlevi, yavaş yavaş piyasa toplumunun çalışma evine (work house) dönüştürüldü.[9] Toplumun üyeleri, cemaatlerinin sıcak yuvasındaki yataklarından bir gece yarısı[10] tek tek kaldırılarak ve ‘birey’ markalı bayramlıklar giydirilerek ekonomik sistemin aksesuarı haline getirildi. Liberal devlet, burjuvazinin egemenliğinin koruyucu ve kayırıcısı olarak, herkese kendi kaynaklarını özgürce kullanabilmesi için soyut düzeyde eşit haklar tanıdı ve en az müdahaleyle kapitalist üretim biçiminde kişisel iş sözleşmeleriyle ücret karşılığı işgücünün satılmasını sağladı.[11] İşgücünün pazarda ‘özgür’ biçimde satılması, Adam Smith’in deyimiyle “doğal özgürlüğün yalın ilkesi” sayesinde pazar işlemleri, hizmetin devamı için gerekli en düşük, ama harcanan emeğin de karşılığını veren en haklı fiyatı; ‘tam değişim özgürlüğü’ ise farklı çıkarlar arasında kendiliğinden uyumu sağlayacaktı.[12] Emeğin herhangi bir yasal engel olmadan tüm ulusal sınırlar etrafında serbestçe dolaşabilmesi Smith için en önemli unsurlardan birisiydi, ancak gerek 1601 tarihli Yoksullar Yasası, gerekse Speenhamland, İskân, Tehcir Yasaları ve Elizabeth Dönemi Yönetmeliği, ulusal bir emek pazarına henüz izin vermiyordu.[13]
Engelin aşılması ve 19. yy. ortalarından itibaren, devletin ancak maliyeti düşürdüğü ölçüde hammaddeye ve emeğe düzenlemeler getirmesi yeni bir dönüm noktasıydı. Bu, öylesine bir dönüm noktasıydı ki, ilerleyen dönemde liberal aydınların toplum tasarımlarını tamamen tersine çevirebilecek ve alternatif ideolojiler olan sosyalizm ile faşizme kapı aralayacaktı. Yapılan şey, kâğıt üzerinde, emeğin serbest dolaşımını sağlayarak hem bireyin emeğini piyasa sistemi koşullarında ‘özgürce’ satıp ‘karşılığını’ kazanabilmesini sağlamak, hem de burjuvazinin rekabet şartları altında en ucuz sendikasız emeği[14] satın almasını kolaylaştırmaktı. Ne var ki, lonca tipi korumacı emekten ve yerel bağlarından edilerek devletin kendisine verdiği bayramlık elbiselerle yola düşen işçinin, kaderinin “ulusların zenginliği”nden düşecek sınırlı ücrete bağlandığı, refahtan alınan payın nüfusun büyük kısmına geç ulaştığı[15] görülünce, toplumsal bağlarından ayrılan insanlarda bir belirsizlik egemen hale gelmeye başladı[16] ve insanlar, bu kez liberal ütopyanın aydın ayinlerindense, diğer iki kolektif ideolojiye (sosyalizm ve faşizm) sarıldılar. Locke’nin doğal durumdaki insanın yiyeceği dalından koparmak, toprağı ekmek, hayvanı avlamak gibi eylemlerinin birer emek içermesinden ötürü sadece o kişiye özgüleneceğini ve bu özel mülkiyetin yaşam için doğal, zorunlu olduğunu söylemesi, kapitalist emeğin serbest bırakılması halinde aynı oranda piyasada değerini bulacağı[17] biçimindeki vasiyeti, yıllar sonra yerine getirilecekti. Ancak burada Lockeci varsayım, emeği salt bir kullanım değeri olarak görmekle yetinmemiş ve bunun tarih boyunca pazarda bir kar sağlamak adına değişim değeri olarak kullanılması üzerinde durmuştur.[18] Mesele, bir insanın emeği değil, özel mülkün üretkenliği, onun mutlak anlamda değişim değeri ve ticari kara yansıtılması olunca, insanın maddi varlığı karın basit bir türevi haline indirgendi.[19] Kırsal yaşamdan güvencesiz halde şehre sürüklenen bireyler, aydın kesimlerin piyasayı öven dinsel tutuculuğu altında değişimi yaşadılar. Bu, öylesine bir güvencesizlikti ki, sadece iş yaşamında sosyal güvencelerden yoksunluğu anlatmıyor, aynı zamanda şehirdeki işbölümünün getirdiği uzmanlaşmayla belli bir işi yapmaya alışmış işçinin köyüne dönmesi halinde başka bir iş yapamayacak olması nedeniyle köyde hiçbir işe yaramayacağını haykırıyordu.[20]
KAYNAKÇA
AĞAOĞULLARI, M. A., ERGÜN, R., ZABCI, F. (2005), Kral- Devletten Ulus- Devlete, Ankara: İmge Yayınları.
CHANG, H. (çev. ONMUŞ, T.) (2003), Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü: Merdiveni İtmek, İstanbul: İletişim Yayınları.
HAMAMCI, C., KELEŞ, R. (2005), Çevre Politikası, 5. Baskı, Ankara: İmge Yayınları.
KORAY, M. (2005), Sosyal Politika, Ankara: İmge Yayınları.
MARX, K. (çev. SOMER, K.) (1993), 1844 Elyazmaları- Ekonomi Politik ve Felsefe, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları.
ÖZÇELİK, B. (2006), “Ekofaşizm”, yayımlanmamış makale.
ÖZUĞURLU M. (2003), “Marksizm ve İlkel Sermaye Birikimi”, Marksizm ve…, Ankara: İmge Yayınları, içinde, s. 161- 192.
PAMUK, Ş. (2003), “Karşılaştırmalı Açıdan Türkiye’de İktisadi Büyüme (1880- 2000)”, İktisat Üzerine Yazılar- 1: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Korkut Boratav’a Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, içinde, s. 383- 398.
POGGI, G. (çev. TOPRAK, B.) (1991), Çağdaş Devletin Gelişimi, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları.
POLANYI, K. (çev. BUĞRA, A.) (2006), Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları.
SABINE, G. (çev. OZANKAYA, Ö.) (2000), Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Cem Yayınevi.
SWINGEWOOD, A. (çev. AKINBAY, O.) (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.
WAGNER, P. (KÜÇÜK, M.) (2005), Modernliğin Sosyolojisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları.
WALLERSTEIN, I. (çev. ALPAY, N.) (2002), Tarihsel Kapitalizm, 3. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları.
WOOD, E., (çev. AŞKIN, C.) (2003), Kapitalizmin Kökeni: Geniş Bir Bakış, İstanbul: Epos Yayınları.
[1] Okay Bensoy, AÜ SBF Kamu Yönetimi Bölümü Lisans Öğrencisi, Mayıs, 2006.
[2] POLANYI, K. (çev. BUĞRA, A.) (2006), Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 321.
[3] Polanyi’nin ifadesiyle “karşılıklılık, yeniden dağıtım, değişim” süreçleri. POLANYİ (2006), s. 19.
[4] Marx’ın Kapital’de özetlediği gibi, kilise mallarının zaman içinde yağmalanması, devlet mülkünün veya yerli üreticinin toprağının “çitleme” yoluyla gasp edilmesi, toprağın bir meta haline dönüştürülüp doğal halinden koparılması anlamına geliyordu. akt. ÖZUĞURLU M. (2003), “Marksizm ve İlkel Sermaye Birikimi”, Marksizm ve…, Ankara: İmge Yayınları, içinde, s. 165.
[5] “Piyasa” derken, bu geniş kavramın tarihsel bağlarından koparılmaması gerekir. Gerek kapitalizmin oluşumunda dinamitleyici etki yaratan ticaret sisteminin, gerekse Antik Yunan’a ve Mısır’a dek uzanan mal değişimlerinin, Lidyalılar’dan itibaren para kullanımının bir “piyasa” düzlemindeki ilişkiler demeti olduğunu önerebiliriz. Ne var ki, sorunun çatallandığını alana tam da “piyasa” kavramını sokmakla adım atmış olacağız. Acaba, doğal haklar öğretisinde de geniş yer tutan kar için emek kullanımı, değişim değerinin başat simge olarak insanlık tarihine sunuluşu ve bunların sonucunda özel mülkiyetle kara dayalı “pazar, piyasa” kavramları, tarihin her döneminde aynı amaca mı hizmet etmiştir? Kar güdüsü ve bunun alanı olan piyasa, insanın emek kattığı her şeyin değerini belirlemiş midir? Ticaretle kapitalizmi eşdeğer ya da birbirinin basit birer devamı olarak sayacaksak, ticari ilişkilerin bir o kadar karmaşık olduğu Antik Yunan ve Mısır Medeniyetleri zaten kapitalist sayılamazlar mı? Wallersteinci manada ‘tarihsel kapitalizm’i tanımlarken, yalnızca sermayenin geçmiş üretim biçimlerinde harcanan ve henüz tükenmemiş emek birikimlerinden yararlanan yanından bahsedersek, Neanderthal adamınkine kadar tüm üretim biçimlerinin de pekâlâ kendinden önceki emek ve stok biçimlerinden yararlanması bakımından kapitalist olduğu söylenemez mi? WALLERSTEIN, I. (çev. ALPAY, N.) (2002), Tarihsel Kapitalizm, 3. Baskı, İstanbul: Metis Yayınları, s. 11- 12. “Piyasa- Pazar” ile “piyasa sistemi”ni farklı dönemleri anlatan kavramlar olarak gördüğüm için, tanıtım boyunca, “piyasa sistemi” kavramını kullanmayı yeğleyeceğim.
[6] POLANYI (2006), s. 119, 276.
[7] WALLERSTEIN (2002), s. 12.
[8] HAMAMCI, C., KELEŞ, R. (2005), Çevre Politikası, 5. Baskı, Ankara: İmge Yayınları, s. 65., ÖZÇELİK, B. (2006), “Ekofaşizm”, yayımlanmamış makale, s.2.
[9] POLANYI (2006), s. 132- 35.
[10] Burada kullandığım “bir gece yarısı” abartmasıyla, Polanyi’nin İngiltere kapitalizminin ve toplumunun çoğunlukla ani değil, evrimci bir değişim geçirdiğini, siyasi- idari yapılanmasının da bunun bir yansıması olduğunu iddia eden genel kabullere karşı bir duruş aldığını göstermek istedim.
[11] POGGI, G. (çev. TOPRAK, B.) (1991), Çağdaş Devletin Gelişimi, İstanbul: Hürriyet Vakfı Yayınları, s.116.
[12] akt. SABINE, G. (çev. OZANKAYA, Ö.) (2000), Yakınçağ Siyasal Düşünceler Tarihi, 4. Baskı, İstanbul: Cem Yayınevi, s. 96.
[13] POLANYI (2006), s. 139.
[14] Gelişmiş kapitalist ülkelerde örgütsüz işçinin sendikaya kavuşma tarihi çarpıcıdır. Örneğin, İngiltere’de sendikalaşma 1824’te, ABD’de 1842’de, Almanya’da 1869’da, Fransa’da 1884’te yasal hale gelmiştir. KORAY, M. (2005), Sosyal Politika, Ankara: İmge Yayınları, s. 79.
[15] Fransa’da 1890’larda 28 milyon kişinin, yani nüfusun dörtte üçünün proleter, buna karşılık 18710 milyoner ve sadece 94710 zengin olduğu belirtilmektedir. akt. KORAY, M. (2005), Sosyal Politika, Ankara: İmge Yayınları, s. 52. Kapitalist birikimden faydalanmanın sadece aynı ülkenin sınıfları arasında değil, farklı ülkeler arasında da büyük farklar gösterebildiğini inceleyen Pamuk, 1800 yılına kıyasla bugün dünyanın hemen her ülkesinde ortalama gelirin yükseldiğini, ancak ortalama gelirlerin ülkeler arasında çok daha eşitsiz dağılım gösterdiğini belirtir. 1800’de en yoksul ülkelerle en zengin ülkelerdeki kişi başı gelir farkı beş kat iken, 2000’de bu fark altmış kata çıkmıştır. Hâlbuki mutlak anlamda kişi başı gelir tüm dünyada ortalama sekiz kat artmıştır. PAMUK, Ş. (2003), “Karşılaştırmalı Açıdan Türkiye’de İktisadi Büyüme (1880- 2000)”, İktisat Üzerine Yazılar- 1: Küresel Düzen: Birikim, Devlet ve Sınıflar, Korkut Boratav’a Armağan, İstanbul: İletişim Yayınları, içinde, s. 383. Maddison, benzer bir yaklaşımla, 19.yy. boyunca en fakir ülkelerle (örn. Japonya, Finlandiya) en zengin ülkeler (örn. Hollanda, Birleşik Krallık) arasında satın alma gücü paritesi bakımından kişi başına düşen gelirde dört kat fark olduğu, 1999’da ise bu oranın (örn. Japonya ile Etiyopya arasında) altmış kata çıktığı sonucuna ulaşmıştır. akt. CHANG, H. (çev. ONMUŞ, T.) (2003), Kalkınma Reçetelerinin Gerçek Yüzü: Merdiveni İtmek, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 120- 21.
[16] WAGNER, P. (KÜÇÜK, M.) (2005), Modernliğin Sosyolojisi, İstanbul: Ayrıntı Yayınları, s. 121.
[17] ZABCI, F. (2005), “John Locke: Liberalizmin Düşüncedeki Öncüsü”, Kral- Devletten Ulus- Devlete, Ankara: İmge Yayınları, içinde, s. 177.
[18] WOOD, E., (çev. AŞKIN, C.) (2003), Kapitalizmin Kökeni: Geniş Bir Bakış, İstanbul: Epos Yayınları, s. 123.
[19] POLANYI (2006), s. 123., “Ekonomi politik, özel mülkiyeti dokunulmaz bir olgu olarak ve bu rejim üzerine kurulu üretim biçimini de aynı zamanda hem şeylerin doğasına, hem de insan doğasına uygun, zorunlu bir biçim olarak görür. Ekonomi politik için üretimin amacı, kullanım değerinin değil, değişim değerinin yaratılmasıdır. Kapitalist rejimde toplumsal ilişkilerin şeyleşmesi sonucu, emek ürünleri ve bu ürünlerin değişimi insani niteliklerini yitirir.” MARX, K. (çev. SOMER, K.) (1993), 1844 Elyazmaları- Ekonomi Politik ve Felsefe, 2. Baskı, Ankara: Sol Yayınları, s. 257- 58.
“Ekonomi politik, insanın kendini gerçekleştirdiği özü olan emeği dışsal bir nesneye çevirdi, soğukkanlılıkla işçi emeğini piyasa fiyatlarındaki dalgalanmalara, zenginlerin kaprislerine terk ederek emeğe, insansız bir çerçeve çizdi.” SWINGEWOOD, A. (çev. AKINBAY, O.) (1998), Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi, Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları, s. 86.
[20] POLANYI (2006), s. 144.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder