salı gününe yaklaşırken
Üç haftadır bu konuda en ılımlı emekli diplomatından en sert muhalifine, en yandaşına kadar her yazarı takip etmeye çalışıyorum. Sorun tabii ki, siyah ve beyaz kadar açık değil. Ara formüller üzerinde düşünmeye razı olduğum için olayın ilk gününden (12 Temmuz) çok sonraları sesimi çıkartmaya başladım.
Ne var ki, 1 Mart Tezkeresi de dahil, meclise şimdiye dek 4 teklif geldi, 3'ü geçti. Meclisin aslında kamuoyunun tepkisini direkt yansıttığı, ABD'nin de hükümetten umudunu kestiği sonucunu buradan bile çıkaramam. 1 Mart'tan önce Bush politikası, uluslararası ilişkileri ve hukuku güvenlik parantezine alarak yorumlarken, daha da ötesi uarası hukuk bir yutan elemanken, kendisini biricik olarak inşa ediyordu. Uarası kuruluşlar arka plandaydı ve bir şey demeleri, dememeleri kadar önem taşıyordu. Seçimler sonrasında Kerry'nin en büyük kozlarından biri olan uarası kuruluşları da kendisine paravan yaparak bölgeyi çevreleme güdüsü ABD dış politikasının özeti olmaya başladı. Öyle ki, İsrail, kimsenin iki asker yüzünden başlattığına inanmadığı saldırısını sonradan meşru kılmak için Hizbullah saldırılarına göz yumdu. Hatta Spiegel ve F. Koru'nun verdiği bilgilere göre, saldırının şekli İsrailli askerlerin kaçırılmasından çok önce tertip edilmişti. AB, BM'den de suskun davranarak kabuğuna çekildi.
"Abaküste asker azaltıp artırmak" dediğim olayı defalarca tekrarlayarak kendi varoluş nedenlerinden birine (barışı ve demokrasiyi korumak, evrensel kılmak) gölge düşürdü.
Derdim, "Barış Gücü (bana göre adı şu halde Savaş Gücü)" komutasına başta 3000 askerle talip olan Fransa'nın ve dahi İtalya'nın iş ciddiye binince sayılarını bir artırıp bir azaltması. "BM- 1701" zaten tam bir facia. BM, duruşunu kararlarıyla ortaya koyan bir örgütse, İsrail'e meşru müdafaa, Hizbullah'a koşulsuz ateşkes biçiminde yönelttiği direktifler, barışı tesis etmeye mi, yoksa savaşın cephaneliğini yeniden kurmaya mı yarayacak? Üstelik, uarası hukukta savaş hukuku alanında dahi sivillere zarar verilmeyeceği, orantısız güç kullanılmayacağı hükümleri netçe ortaya konmuşken, İsrail'in müdahalelerine ses çıkmadı. Bence gidişat gün geçtikçe açığa çıkıyor. ABD ve sürekli ortakları İngiltere ile İsrail (bu ikisine girmeyen, sürekli olmayıp stratejik olan Türkiye), uarası örgütler öncülüğünde büyük coğrafyada değişim rüzgarı estirmede şu anda başarılılar. Yazarlarımız, Lübnanlı iki Ermeni bakanın "bile" "bizi yalnız bırakmayın!" dileklerini yakına dursun, emekli bir diplomatımızın ara formülünü neden yerine getirmedik acaba? Türkiye, saldırının ilk gününden itibaren Lübnan'a insani yardım taşıyacak konvoylarla askerleri kendisi de pekala yollayabilirdi. Değişimi yakalamak ve bölgede hakim güç olmak (C. Ülsever'n deyimiyle bölgenin emperyal gücü olan bir Türkiye özlemi) eğer asker göndermekle ve kale arkasında beklememekle ilgili olsaydı, prestij kazancıyla asker yollama sayısı doğru orantılı olsaydı, Erkan Mumcu'nun sözüyle, her göreve asker gönderen Bangladeş bu coğrafyanın hamisi olurdu.
BM, içeriğini ve teknik detaylarını kendisinin de dolduramadığı bir kararla Olmert'in Bush'a teşekkür telefonu açmasını sağladı. Tam da bu yüzden, ABD dış politikasının seçimler sonrası uarası kuruluşlara sırtını dayama düşüncesi, meyvelerini vermeye başladı. Eğer her BM kararını hukuki bulacaksak, bu "Barış Gücü"nün meşruluğunu tartışmanın zamanı geldi de çoktan geçiyor bile. Hukuki olan her şey meşru mudur, ya da tam tersi?
Çandar, Birand, Özkök bu konunun tartışılmayacak kadar açık olduğunu söylüyorlar. "Asker zaten gidecek, siz boşuna konuşuyorsunuz!" tavrındalar. Bense, bu sefer ciddi bir kamuoyu tepkisinin çıkacağını düşünüyorum. Hele hele cbaşkanının net açıklamaları da devletin zirvesinde "çatlak" bir sesin çıktığını daha ilk günden haber veriyorsa, MGK Salonu'nda da bunları sürekli dile getiriyorsa, kamuoyu bu çatlaktan ciddi biçimde sızabilir. Yönetenle yönetilen arasındaki düşünce uyumundan, iç politikada seçimler yaklaşırken AK Parti zararlı çıkmak istemez sanırım. İşte tam burada yeni bir soru beliriyor: Cbaşkanı, belki de farkında olmadan, "Kendi iç çatışmayı bitirmeden başka ülkelerin sorunlarıını halledemeyiz. Bize neden yardım etmediler!" serzenişiyle, iç politikada inanılmaz bir fitili ateşlemiş olabilir mi? AK Parti, asker gönderme kararını çıkartırsa, PKK Sorunu'na rağmen dışarıdaki sorunları çözmeye çalışan bir hükümet damgasını yiyebilir. Zaten Amerika(n) karşıtlığı ve milliyetçilik artmışken, "Coni" uğruna dipsiz kuyuya atlayan bir hükümet, antiemperyalizm, ulusçuluk sloganı altında sağla solu birbirine iyice yaklaştırabilir. Koalisyon için terzilere elbiseler ısmarlanabilir. Cbaşkanı öyle bir söz attı ki ortaya, tam seçim malzemesi. Hem dış politika hem de iç.
30 ağustos 2006
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder