Ara

Amerikan Toplumunda
Elit Oluşumları:
Süreklilik ve Kırılmalar
1


Giriş

Bu çalışmada J. W. Mills özelinde Amerikan toplumunun kuruluşundan 1950'li yıllara kadarki süreçte elit oluşumları, biçimlenişleri, tabakalaşma süreçleri ve elitlerarası dolaşıma yol açan nedenler, bunun kapitalist üretim ilişkileri çerçevesinde dünya sistemine olası etkileri “iktidar seçkinleri” kavramı üzerinden analiz edilecektir. Amacım, Mills'in “iktidar seçkinleri” kavramının altını dolduran geniş perspektifini tarihsel yönleriyle ele almak, bu tarihsel kategorinin Amerikan toplumundaki oluşum izlerini Mills'in 'devlet, şirket, ordu' şemasını belirleyen etkileşimlere bağlamaktır. Aynı anda her anlama çekilebilecek bir kavram olarak “iktidar seçkinleri”nin neyi içerdiği kadar neleri içermediği de bu yazının bir diğer sorunsalı olacaktır.

Efsunlu Bir Kavram: İktidar Seçkinleri

Mills, “iktidar seçkinleri” kavramını Amerikan toplumunun tarihini elit oluşumlarıyla birlikte okurken kullanır. Eserin kendisi de zaten bu kavramı nitelendirmeye dönük geniş tarihsel dönemi kavrayan çabanın ürünüdür. Mills, bu kavramı kullanarak, iktidar seçkinleri algısını Amerikan toplumunun '50'li yıllarına damgasını vuran bir özellik olarak sayar, bu kimselerin önemli kararları birkaç kişilik gruplarla aldıklarını, ellerindeki iktidar araçları büyüdükçe aldıkları ya da alamadıkları kararların tarihin hiçbir döneminde görülmediği kadar değer taşıdığını anlatan süreci anlamaya çalışır. Orta düzeydeki iktidar alanında yarı-örgütlü dağınık bir yapı, en alt düzeyde ise örgütsüz bir kitle toplumunun doğması, klasik anlamda katılımı ve birey iradesini temele alan düşüncelerin yerlerini seçkin iradelerine daha fazla terk etmesine yol açmıştır.2 Buradaki maddelemelerimiz, iktidar seçkinlerinin belli başlı oluşum ve değişim tipolojisini aktardığı biçiminde algılanırsa eserin her biri kendi içinde alt dallara ayrılan ve etkileşim halinde olan elit kategorilerinin Amerikan toplumuna verdiği yön arka plana itilmiş olabilir. O nedenle iktidar seçkinleri üzerine genel, kesin tanımlamalar yapmak, bu yazının tüm iskeletini giriş bölümüne ipotekleme tehlikesini barındırabilir. İktidar seçkinleri, Mills'in genellemeleriyle yine de şu biçimde sınırlandırılabilir: İç içe geçmiş çeşitli klikler aracılığıyla, en azından ulusal çerçevede önemli sonuçlara yol açacak nitelikte temel kararları birlikte alabilen siyasal, ekonomik ve askeri çevreler.3 Sınırı kabaca bu hatlar üzerine oturtulan iktidar seçkinlerinin karar alma süreçlerindeki niyetleri, konumlarının bilincinde hareket edip etmedikleri Mills'in araştırma alanına girmez. O, seçkinlerin eylemlerini hangi saiklerle yaptıklarına değil, aldıkları kararların toplumda yarattığı sonuçların tarihsel, sosyolojik bir çözümlemesini önerir. Bunun için üç temel sorunsal belirler:
Psikolojik etken: İktidar seçkinleri benzer köken ve eğitim, kariyer süreçlerinden geçiyorsa bu kişileri birbirine yaklaştıran bir psikososyal etkileşimi hesaba katmak gerekir. Bu etkileşim, ünlüler dünyasında prestij paylaşımına rahatlıkla dönüşebilmelidir ve farklı iş kollarındaki seçkinler birbirleriyle bu bağlar sayesinde ilişki kurabilmeli, ortak kökenlerini kullanarak mevkiye dayalı ilişkilerini dönüştürebilmelidirler.
Kurumsal etken: Sosyopsikolojik etkenin zemininden beslenen, aynı zamanda bu yapıyı belirleyen üst kademedekilerin (siyaseti yönetenler, şirketleşmiş zenginler, yüksek askeri yetkililer) hiyerarşik, birbirleriyle bağlantılı yapısıdır. Bu bürokratik alanın farklı kollarının birbirleriyle uyumlu genişlemesi, hiyerarşik yapının üst kademedeki yöneticiler tarafından daha rahat, tutarlı biçimde yönlendirilmesi anlamına gelir. İktidar seçkinlerinin iktidarın araçlarını kendi görevlerini yürütebilmeleri için bir amaç olarak saymaları ve merkezileşmeyi de iktidar araçlarını elde etme olarak belirlemeleri, iktidarın tarihin diğer dönemlerinde olmadığı kadar merkezileştiğinin, alınan kararların ise çok daha çabuk etki yarattığının kanıtıdır.4
Eşgüdümleyici etken: Seçkinleri bir araya getiren sosyopsikolojik ve kurumsal bağların belli bir eşgüdümleme faaliyetiyle birleştirilmesi gerekir ki özellikle savaş şartları gibi olağanüstü durumlarda bu bağlar çok daha stratejik ve kurumsal nitelik kazansın. Bu, iktidar seçkinlerinin sadece belli çıkarlar etrafında birleşip amaca ulaştıklarında dağılmalarını ifade eden bir geçici eşgüdümleme değildir. Sosyopsikolojik ve kurumsal süreçleri birbirine bağlayan bir modern örgütlenme modeline işaret etmektedir.5
Şimdi bu önermeler çerçevesinde Mills'in analizini aktaralım.

Eski ve Yeni Yerel Seçkinler ile Metropolitan 400'ler:
Değişen Dengeler

Modern toplumsal örgütlenmelerin merkezileşmeyi zorladığı bir yapıda, analize giriş için kullanılan bu etkenlerde seçkinler, 'tarihi yaratan' gibi bir kurucu işlev yüklenmek durumunda olmadıkları gibi, 'tarihin sıradan özneleri' konumuna sıkıştırılmak zorunda da değildirler. Mills, onların tarihsel sürekliliğin yarattığı egemen bir sınıfın kendisi ya da temsilcisi olarak sunulduklarında ya da Amerikan toplumunu yönetenler olarak tanıtıldıklarında bunun bir analizden çok seçkinlere sınırlarını, görev alanlarını gösteren bir pusula verildiğini savunmaktadır. Bu nedenle, seçkinleri yaratan ve 'iktidarlarının hacmi'ni saptayan tarihsel süreçleri göz önünde bulundurmayan çözümlemelerin indirgemeciliğe kayabileceğini düşünmektedir. Amerikan toplumunun tarihinde iktidar seçkinlerinin oluşumunu, süreklilik ve kopuşlarını yukarıdaki etkenler eşliğinde tarihsel bir analize tabi tutmak, bu indirgemecilikten kaçınmayı ve “iktidar=egemen yönetici sınıf, tabaka” denklemini sorgulamayı beraberinde getirebilecektir. Bu, tarihsel bağlamı oturtarak karar alma süreçlerini tarihin genel seyrine terk etmek ve seçkinlerin rolünü basite indirgemek ya da karar alma sürecinde yer alan tarihsel kişiliklerin sayısını azaltmak olarak anlaşılmamalıdır. Karar alma kademesinde olanların tarihsel bir sorumluluk yüklenerek mutlak anlamda doğru kararlar aldıkları görüşü de gerçeği yansıtmaz. Önemli olan, karar alma kademesindekilerin ne nitelikte kişiler oldukları ve bunlar arasında Amerikan toplumunun tarihinde izlenebilecek sosyopsikolojik, kurumsal, eşgüdümleyici bağlardır.6 Seçkinlerin kararlarını ekonomik, askeri, siyasi yapıların daha fazla merkezileştiği, bütünleştiği ve hacimce genişlediği bir dönemde kurumsal rollerinin mi yoksa kişisel iradelerinin mi belirlediği hakkında kesin yanıt verilemez. Ne var ki bu kurumsal merkezileşme seçkinleri bir yandan da kurumsal yapılara mahkûm olmamaya çağırır, zira onlar kritik dönemlerde bu kurumsal mekanizmaların kendisini bile yeniden kurma rüşdüne sahip sayılırlar. Tarih, yukarıda geçiştirildiği gibi, seçkinlerin kararına göre mi, kurumsal-yapısal zorlamalarla mı ilerlemektedir, gibi bir soruya kesin yanıt vermek Mills açısından anlamsızdır, zira o net ve tarihin tümü üzerinden verilebilecek böylesi tekil yanıtları değil, seçkin iradelerini ortaya çıkaran süreçleri (iktidarın doğası ve seçkinlerin nitelikleri7) belirlemek ister. Ne var ki merkezileşmenin getirdiği karar alma süreçlerinde kurumsal blokların (asker-şirket-siyaset) etkinliği 1950'lerde Amerika'da hiçbir dönemde olmadığı kadar üst düzeydedir. Belki iktidar seçkinleri her şeye muktedir değildir ancak bu hiçbir şeye hakim olmadıkları, sadece tarihsel şartlar tarafından belirlendikleri, bu anlamda da kararlarının sorumluluklarından azade olacakları, suçluluk duygusundan kurtulacakları anlamına gelmez.
Mills, Amerikan toplumunda iktidar seçkinlerinin birbirleriyle bağlantılı fakat parçalı yapısını anlayabilmek için öncelikle yerel seçkinlere ve metropolitan 400'ler dediği kategorilere eğilir. Buradan ünlüler dünyasındaki prestij sisteminin ulusal ölçekteki yayılışına yönelir, toplumdaki prestij sisteminin otoriteryan yönlerini açığa çıkarır. En üst zenginlerle en üst kademe yöneticileri inceleyen çalışmalarda görülen “yönetici devrimi, en varlıklı altmış aile” gibi sınıflandırmalara da eleştirel bir okuma getirmektedir. Bu açıdan üst sınıflara özgülenen bir yetenek olarak görünmez iktidar, siyasetin üst çevrelerce yapılabilir olması halini '50'lerin Amerikan orta sınıflarının yükseliş eğilimlerinin bir yansımasıyla tersinden değerlendirmek ister. Burada yeni orta sınıfların formasyonu, siyasetin de yerele inmesiyle birlikte iyiden iyiye merkeze aitmiş gibi görünen konuların tabana yayılmasına, siyasetin biçiminin değişmiş olmasına bağlanır. Orta sınıfların dışında Amerikan toplumunda asker kanadın ekonomik ve siyasal konularda nasıl olup da belirleyici kararlara imza attığını, amirallerle şirketleşmiş zengin topluluklar ve siyasal yönetim arasındaki çıkar birliğinin nasıl gerçekleştiğini sorgulamaktadır.8
Mills'in Amerikan toplumunda yerel orta ve alt sınıflardan daha fazla iktidar, mülk sahibi olan kesimler olarak gösterdiği yüksek aileler, yerel kararların alınmasında, iletişim araçlarında, fabrika tipi örgütlenmelerde, konut sahipliğinde ve ailelerinin yaşam biçimlerinde (eğitim, boş zamanları değerlendirme, işte yükselme vb.) diğerlerine göre farklı konumdadırlar. Aileler birbirleriyle farklı iş kollarında bulunsalar da sosyal ortamları birbirlerine yakındır, tüketim alışkanlıkları ve boş zamanları değerlendirme biçimleri farklı bir tüketim anlayışını yaratır. Çocukları beraber eğitim görerek sırasıyla; ileride birbirleriyle evlenebilmenin, iş hayatına girmenin yollarını da kurmuş olurlar. Bu Amerikan toplumuna özgü sosyal bütünleşme, üst sınıf dayanışmasını alt sınıflara oranla daha yüksek kılmıştır. Alt tabakalarda gözlemlenen farklı yaşam biçimleri, her ne kadar türdeşlik içermese de, üst sınıflarda daha fazla bütünleşik bir görünüm ortaya çıkarır. Üst tabakadakiler, sayıca az olmanın avantajını da kullanarak, birbirlerini daha iyi tanıyıp bağlarını sıklaştırabilirler. Yerelde iki yüksek sınıf vardır:
a. Rantiyeye dayalı ve toplumsal kökenleri eskiden gelen (soy), belli bir sanatsal-kültürel tabanı olan ve İç Savaş sonrası zenginleşen yeni üst sınıfların kendi çevrelerine dahil olmasına farklı gerekçelerle karşı çıkan ve bu yüzden çok daha içine kaparak sayısını sınırlama hedefi güden9, varlığını aile üyelerinin listesini dergilere vermekle kayıtlayan,10 metropol kültürü yerele tercih eden, riskli bir girişimciliği hoş karşılamayan, birikimlerinin bir bölümünü hayır işlerine harcayan ve çalışmak istememeleri çalışmak zorunda olmayışlarından kaynaklanan, kendileriyle seçmenler arasındaki toplumsal mesafeyi aşamayan, girişimci sınıfça yerinde saymayı ve kurallarla örülü bir yaşamı tercih ettiği yönünde eleştirilen aileler,
b. Girişimci ve varlığını genelde sonradan yaptığı birikimle oluşturmuş, 2. Dünya Savaşı sonrası ortamından yararlanarak birikimini artırmış, bunu metropolün teknolojik olanaklarıyla birleştirerek yerele yatırım yapan, sınai tarıma yönelerek genişleyen ve üretken konumda olmayan toprak sahibi sınıfların toplumsal statüsünü düşüren, eski yerel ailelerin kültürel ve soya dayalı iktidarını para ve prestijle aşmaya çalışan, onların dar soylu yerel çevresi yerine metropollerin sosyetesine katılmaya çalışan11, eski ailelerce şamatalı ve görgüsüz bir zenginleşmeyle büyüdüğü öne sürülen12, pragmatik ve siyasette merkezi kadrolaşmaya oynayan ve bir yandan da kendi yerel kadrolarını icraat için ilk alt birim olarak banka müdürleri, küçük iş adamları13, müteahhitler, ikinci alt birim olarak devlet dairelerindeki üst düzey memurlar, yerel siyasetçiler ve gazetecileri, üçüncü olarak serbest meslek, din adamı, sıradan kamu görevlilerini yetiştirmek isteyen, orta-alt seçmen tabanıyla başarı hikâyesiyle herkesin böyle bir “yükselme şansı” olduğunu ifade ederek duygusal yakınlık kuran ve tabana yayılmayı başaran, risk almayı yaşamının bir parçası sayan, New Deal ve Fair Deal gibi planlama ve korumaya yönelik programların siyasal etkinliklerini zayıflatmak isteyen, iş bitiriciliği kurallara tercih eden yeni aileler.14
Bu ikili ayrışmanın alt tabakalaşmaları elbette mevcuttur, fakat “statü dramı” olarak yerel yapılanmalarda gözlemlenen bu farklılık, aslında ulusal ölçeğin bir izdüşümü olarak okunmalıdır. Yerel, Mills'e göre, Amerikan toplumunda merkezden ayrılabilen özellikleriyle kendisini var edebilecek konumda değildir artık. O, merkeze eklemlenmeyle yerele ait bir tabakalaşma sarkacında sürekli merkezdeki çekişmelerin bir örneğini teşkil etmeye doğru salınır. Bölgesel temsilcilerin yereldeki değeri ulusal çaptaki rollerine göre tanımlanır olmuştur. Tarihsel açıdan Amerikan toplumunda yerel düzeyle sınırlı kalan kişilerin etkinliklerini kaybettikleri, ulusal ölçeğe geçiş yapanların ise sürekli yükseldikleri görülmüştür,15 fakat bu durum yerel düzeyin ekonomik ve siyasal getiriler anlamında bu iktidar seçkinlerince tamamen terk edilmesi anlamına gelmemektedir. Taşra otantikliği seçkinlerin siyasal kurguları açısından da önemli bir dayanak oluşturabilmiş, doğallığın merkezi taşrada aranabilmiştir. Asıl önemli terk edememe nedeni ise yeni girişimci tabakanın sınai tarımı, kadrolaşmadaki pragmatik kaygıları ve kültürel tabanını henüz yerele bağlamış olmasındandır. Ulusal merkezde işleyen yönetsel yapı, taşra görgüsüzlüğü olarak görülen kültürü kendisine uyarlamayı bilmiştir. Bu, küçük kentleri kendi içine kapanmakla bırakmamış, seçkin formasyonunun kaçınılmaz yönünü sosyokültürel açıdan da metropollere bağlamıştır. Sonuç olarak, İç Savaş sonrasını kapsayan 1870-1920 dönemini bir değişim süreci sayarsak, savaş sonrasında zenginleşen ve bunun kaynağını soya dayandırmayan bir sınıfın oluşumu hızlandığını görürüz. Bunlar, sınırlarını bir kente, federal birime sığdırmayan ve merkezleri ulusal ölçekte zorlayarak eski metropolitan kültürü de dönüştürmüştür. Merkezi, ulusal ekonominin ve kültürel, sosyal akışın belirlediği yapıda, yerelle bağlarını kopartmadan, yeni girişimcilik ilkelerine uygun bir seçkin aile oluşumu, siyasal yönden merkezde var olma mücadelesini verebilir. Çıplak paranın yarattığı iktidar -feodal üretim ilişkilerinin yaşanmaması aristokrat ailelerin istikrarlı ve değişmez niteliğine16 izin vermemesinin yanı sıra- tüm sınıfsal geçişlerin önündeki engelleri aşındırır, para statüye çevrilebildiği ölçüde eski üst sınıfların metropolitan kültür algısını da değiştirir, kendi çekim merkezini yaratır. Farklı üst sınıflar arasındaki elit geçişleri sadece sınıfsal yapıdaki değişkenlerle açıklanamaz. Bir yerel topluluğun üst tabakasının taşıdığı görgü kuralları (aile değerleri, moral etkenler, konaklanan eski evler, yerele bağlılık ve geleneğe atfedilen değer, eski soylu ailelerden öğrenilen bilgilerin özel okullara kayması vb.) ve bunu ulusal ölçeğe yansıtması, kendi çevresini kurması bakımından önem taşır.17
Aile tarafından örülen soya dayalı değer eğitiminin metropol üst sınıflarca artık yerel bir aidiyet bağı olmanın ötesine geçmesi ve bu görevi özel okulların üstlenmeye başlaması önemli bir dönüştürücü değer taşır. Zira eski ve yeni zenginlerin çocuklarının eğitildiği mekânın ortaklaşması, bu yeni kuşakların iş ve sosyal yaşamda birbirlerine görece yakın durmaları sonucunu verebilecektir. Mills'in ifadesiyle, üst sosyal sınıfların geleneklerini yeni kuşak zengin çocuklarına aktarmada ve onlara da ileride bu üst sınıfların kültürel alanına girme şansını tanımada en önemli kurum artık aile değil, özel okullardır.18 Okullar, aile üyelerinin birbirinden farklı iş kollarına dağılmalarını ve bu sayede sadece aile içi bağlarla değil, iş yaşamında da varlıklarını sektörel düzeylerde duyurmalarını sağlamaktadır. Metropollerdeki eğitimin bu yönü, aileleri bir bütün olarak korusa da ana eğitim odağını ailelerden okullara kaydırarak ailenin iktidar seçkinlerinin biçimlenişindeki rolünü daha sembolik düzeye kaydırabilmektedir. Bu, ailenin değerinin düştüğü anlamına gelmez fakat ailenin eğitim ve değer yükleyici işlevinin o toplumun üst sınıflarına yaptığı etkiyi farklı şekilde ve sosyal etkisini daha sınırlayan bir yöne doğru kaydırdığı biçiminde yorumlanabilir.
Yerel üst sınıfların ve metropolitan 400'lerin tabandan gelen ilerlemeleri ünlüler kategorisinde gözlenemez. Ülke genelindeki servet ve iktidar hiyerarşisini izleyen ünlüler, eski soya dayalı servet sahiplerinin ününü kitle haberleşme araçlarının hızlandırıcı etkisiyle bertaraf edebilirler. Ekonomide şirketler topluluğunun, orduda üst kademe yöneticilerinin belirdiği bir süreçte Amerikan toplumunda haberleşme araçları merkezi düzeydeki sektörel geçişlerin ve gündemi belirlemenin ana vitrini olmuştur. Büyük hiyerarşilerde bulunan kişilerin gazeteler arası geçişleri, medyanın gündem belirleyici etkisiyle onları daha etkin roller üstlenmeye zorlamaktadır. Böylece metropolitan 400'ler ve kurumlarda görev yapan seçkinler, bu ünlülere yaklaşarak onlarla bir yandan da rekabet etmenin yollarını aramaktadırlar. Ünlüler, bu medya endüstrisinin bir malzemesi olsalar da halk bu tanınmışlıklarda kendi özlemlerini bulur, onlara öykünebilir. Ünlüler, birbirleriyle ortak mekânları paylaşır, evden çok bir vitrin olarak kafelerin tercih edilme nedeni de bizatihi bu dışarıda kurulan, evde bulunmayan yapay ortaklıktır. Eski soya dayalı servet sahibi ünlülerle rekabet halinde fakat onlarla çok daha farklı ortamlarda yer alamayarak medya kanalını kullanan ünlülerin dışında, yine medyatik kanalları tüketen fakat seçkin zenginlerin muhitine dahil olamayan ünlüler vardır ki bunlar eski sosyetelerin tanınırlığını bile gölgede bırakmış, ünlülüğün tanımını değiştirmeye başlamışlardır. Yeni eğilim, ün sahibi olabilmenin üst sınıf bir aileden gelme zorunluluğu taşımadığını, soy-sop bağının değer kaybetmeye başladığını, kişisel yeteneklerini bu dünyanın yapay sevimliliğiyle birleştirerek gece kulüplerinde boy göstermenin yeni sosyetenin ana ölçütü olduğunu bildirmektedir.19 Üst sınıfların medya yoluyla birbirlerinin prestijlerine saygı duyarak rekabet ettiği bir yapının yerini yıldız odaklı bir sistem almıştır. Medyanın yıldız üretme çiftliğine dönüşmesi o kadar ileri bir noktaya gelmiştir ki, devlet başkanını, ordu komutanlarını güldürebilen bu yeni sosyete ünlüleri hayranlık odağı olabilmektedirler. Kısacası eğlence endüstrisi, yeni sosyetenin odağı olmuştur. Ciddi konularla uğraşanlar bile zamanla medya sayesinde ün kazananların yollarına kayabilmekte, seçim kampanyalarında medyatik tavırlarıyla halka ulaşmaya çalışmaktadırlar. Metropolitan 400 olarak anılan gruplar da yine medyanın kıstaslarına göre kendilerine sosyete sıralamasında yer bulabilmektedirler. Bu gruplar artık bir bütün olarak toplumsal etkinliğini kaybedip ya kliklere ayrışmış ya da kişisel düzeyde yeni sisteme eklemlenmeye çalışmaktadırlar. Medya, bir anlamda, kendi içine kapanarak değişime eleştirel bir tavır alabileceğini, alternatif gruplara karşı dayanışma sağlayacağını düşünen tüm yapılanmaları eritebilmekte, onlara kendi kurallarını kabul ettirebilmektedir.20 Bu değişim, eski yerel üst sınıflarla yeni girişimci sınıfın yüzyılın başındaki ayrışmasına yeni bir boyut kazandırmış, merkezde medyanın aracılığıyla yeni prestij odakları oluşabilmiş, tabandan getirilen ilerleme kendisini medyanın hızlandırıcı etkisiyle 'yoktan adam yaratma'ya21 kadar dayandırabilmiştir. Ayrıca siyasetin yayılma anlamında bir biçim değişikliğine uğradığını, medyanın kurallarına uygun bir siyaset tarzının yaygınlaştığını görmekteyiz.
Ne var ki, yukarıdaki gözlemler Amerika'da yeni sosyetenin medyayla birlikte kazandığı potansiyel, her yerde aynı etkiyi göstermemektedir. Örneğin, siyasetin her şeye rağmen daha üstün sayıldığı, siyasetçilerin durmadan değiştiği bir merkez olan Washington, seçkin sürekliliği göstermemekte, bu anlamda bir sosyetenin ve medyanın beklediği kafe ortamına uyumlu değildir.
Mills, seçkinlerin sağladığı ünün değişen kaynaklarına ve medyanın rolüne değinirken, prestijin yine de paranın ve iktidarın gölgesi olduğunu belirtir. Her ne kadar dinamiklerde bir değişim olsa ve bunun sınıfsal sonuçları belirse de, iktidar seçkinlerinin karar alanları ve toplumsal konumları yine temel belirleyici olmaya devam eder.22 Bu kişiler, sadece yeni sosyeteye yakın durdukları, medyanın rolüne kolayca uyum sağladıkları için değil, aldıkları kararların etkisi yine büyük bir sistemi yönlendirdiği için medyanın ilgisini üzerlerine çekebilmektedirler. Prestij, onların sonradan kazandıkları bir değer değil, hitap ettikleri kesimlerle bağlantılıdır. Bu anlamda, medya kanalıyla sonradan ün kazanıp bunu eski soylu sınıfların ününden daha üst düzeylere çıkma uğraşısında olanların kısa sürebilen ünlerinden daha farklı konumdadırlar. Büyük kuruluşların karar kademelerinde bulunanların medyada görülen tipte bir şöhret kaygıları yoktur, zira onlar toplumsal konumlarını tüketimlerindeki gösterişten ya da medyada boy gösteriyor olmalarından değil, ulusal boyuta erişmiş komutalarından, şirketlerdeki örgütlü iktidarlarından almaktadırlar.23
Şirketlerin prestijini yönetim kademelerinden alan seçkinlerinin yanı sıra, özellikle güvenlik gereksiniminin arttığı dönemlerde ülke çapında maddi ve statü yönünden ön plana çıkan ordu, Soğuk Savaş sürecinin Amerika'daki kilit birimidir. Bu konjonktürel yükselme, medyanın kısa dönemlik ünlülerinin çok daha üstünde bir belirleyicidir ve güçlü bir devletin temelini kuran ordu ve yeterli kaynakların yönetimini üstlenen seçkinlerin başa gelmesini sağlayan öğedir. Zaten üne dayanan bir seçkinler iktidarı, iktidara dayanan bir ünden daha kısa süreli yerini koruyabilmektedir.24 Prestijini üstün ahlaki niteliklerinden alan seçkinler, bir süreliğine iktidarlarından yoksun olsalar bile, prestijlerini kaybetmemektedirler. Prestijin henüz üzerinde uzlaşılmış bir tanımı olmasa da onun moral yönden statüyle birlikte kitleyi ve seçkinleri belli faaliyetler sırasında bir arada tutabileceği varsayılabilir; topluluğu eşgüdümleme özelliği ihmal edilmemelidir. Bu bağlamda Veblen eleştirisine giren Mills, onun iktidarı sadece görünür biçimleriyle kavradığı için moral yönlerinden şirket, ordu, bürokrasi ve ulusal düzeyde prestij ve statüyü gerektiği gibi dikkate almadığını belirtmiştir.
En Zenginler: 'Hırsız Baronlar' ve 'Yaratıcı Yıkıcılar'ın Ötesinde
Genel kanının aksine, '29 Krizi sonrası Amerikan toplumunda büyük oranda bir ortasınıflaşma'ya kayış olduğu iddialarına karşı çıkan Mills, ülkenin büyük krize sürüklenmesinin sürekli bir servet kaybı yaratmayacağını ve bu servet kaybının eşit bir sınıflaşmaya yol açmayacağını düşünür. Ona göre, toplumda hiç de azımsanmayacak büyüklükte bir şirket yapılanmasını, üstelik bilim insanlarının modelleriyle oluşturarak eski servetine ulaştırmayı başarmış birçok kimse vardır. Sorun, 'en zengin' kategorisinin nasıl tanımlanacağı ve bu zenginliği belirleyen yönetsel incelikleri kavramaktır. Fakat yönetsel karar ve eylem döngüsüne sıkışıp kalma tehlikesinin de kapitalizmi ilerleten güç olarak 'yönetici kadrolar' okuyan kuramlara saplanıp kalmak olduğunun altını çizer, sermayenin bizatihi yön verici gücünü yönetsel kararların üstünde tutmaya devam eder. Bu yönüyle Mills, yeni sosyete ve ünlü gruplarının yerel seçkinlerin ve eski soylu sınıfın yerini almasında medyanın dönüştürücü gücünü teslim ettiği önceki bölümde, sürekli büyük şirketlere ve orduya atfettiği birincil roldeki gibi burada da sermayeye yönetsel kararlardan daha fazla eğilerek tutarlılığını korur. Yine Mills'in Amerikan toplumunda süreklilik ve kopuşları, değişimleri özenle işaret ettiğini fakat değişmeyen özellikler olan güç ve serveti (biçimi değişse de özü sabit kalan) her türlü yeni değişkenden daha üst sıraya yerleştirdiğini bu bölüme geçerken hatırlatmakta yarar vardır.
En zenginler iki açıdan incelenmiştir: Bir grup onları ahlaki kaygılarla hırsızlıkla itham etmiştir. Diğer grup ise onları eleştirenlerin bilgilerinin doğru ya da yanlış olmasına bakmadan, ahlaki değerlendirmeleri nesnel gerçeklerin önüne almanın sağlıklı sonuçlar vermeyeceği düşüncesinden hareket etmişlerdir. İkinci grubun önde gelen temsilcisi Joseph Schumpeter, kapitalizmi içeriden okuma düşüncesiyle, kapitalist aklın kişisel zeka ve insanüstü gayretle yeni üretim ve pazarlama tekniklerini piyasaya uyarlaması sonucu bu krizlerden çıkabilmiş olmasına değinmiştir. “Yaratıcı yıkıcılık” adını verdiği bu ilerlemecilik, sistemin motoru olarak girişimcilere, sisteme yön veren bir özellik kazandırmıştır25:
“Rejimin gelişimci niteliği, nüfusun otomatik olarak artmasına, sermayenin aynı şekilde çoğalmasına ya da para sistemlerinin ‘kaprislerine’ bağlı değildir. Bu faktörler, sebepleri değil, şartları teşkil eder. Kapitalist mekanizmayı çalıştıran ve devam ettiren; yeni tüketim maddeleri, yeni üretim yöntemleri, yeni pazarlar, yeni endüstriyel örgütlenme tipleridir ve tüm bunlar kapitalist teşebbüs tarafından yaratılmışlardır.”26
Zenginleşmenin yasallığı ile girişimcilerin teknolojik, ekonomik koşulları değerlendirme yetisi arasında gidip gelen bu iki yaklaşım, Mills tarafından önemsenir ancak her ikisinin de eksikleri vurgulanır. Ona göre, modern sosyal psikolojinin de konusunu oluşturan, bir sınıf ya da tabakanın yükselişini, zenginleşme fırsatını yaratan objektif süreçleri ve kişisel özellikleri birlikte değerlendirerek anlamak gerekir. Zenginlerin kişisel özellikleri, becerilerinin devreye gireceği dönemin koşulları içinde değerlendirilmelidir. İncelediği önemli zenginler, servet edindikleri dönemin önemli hukuksal, teknolojik, sosyal gelişmelerini yakından takip ederek bu başarıyı elde etmiş kimselerdi.27 O yüzden, sadece kişisel yeteneklerden bir sermaye birikiminin doğacağını düşlemek, Mills'e göre safsata yaratmaktır. Daha ileri gidersek, zenginleşmenin gözleneceği dönemde devletin özel mülk sahiplerine yaklaşımını da bu dönemsel koşullar içinde gösterebiliriz. Parlamentoların çıkaracağı yasalar, kişisel yeteneklere fırsat açabilir, belki de o yetenekleri bu tip bir gelişme yaratabilir. Amerika özelinde İç Savaş'tan sonra ilk büyük zengin aileler sivrilmeye başlamış ve bunlar ucuz göçmen işçi çalıştırıp sınai kapitalizme eklemlenerek büyük şirketlerin sahibi konumuna yükselmişlerdir. Onlara bu şansı getiren en büyük faktör, devletin 1863 tarihli Bankacılık Yasası ile yolsuzlukların üstünü örten düzenlemesidir. Bu düzenleme, birinci kuşaklara büyük bir yarar sağlamıştır. Zenginleşen aile ve aile başına servet artış göstermiştir. İlk kuşak 1890'larda tepe noktasına varmış (asgari 30 milyon dolar), onların birikimini 1925-1950 arasında ikinci kuşak değerlendirmiş, üçüncü kuşak ise 1950'lere damgasını vurmuştur.
En zenginler üzerine örneklemlerden edinilen bilgi; son üç kuşakta yoksulluktan gelip de zenginleşenlerin sayısının oransal olarak azaldığı, orta sınıf aileden zenginleşenlerin %9'u bulduğu, orta sınıftan zenginleşenlerde ciddi dönemsel farklılaşmalar olmasa bile alt ile üst sınıftan olup da zenginleşenlerin ilk dönemle son dönem arasında alt sınıf aleyhine ciddi bir azalma olduğu yönündedir. Şirketlerde çalışan üst düzey yöneticilerin bürokratik hiyerarşilerden geçerek zamanla büyük zenginlere dahil olacağı ise yanlış bir yargıdır. Böyle bir zenginleşme için bilgisini spekülatif mali kanallara aktarması ve kişisel bağlantılarını kullanması gerekir, aksi halde sadece üst yönetici olmakla zengin olunamaz. Girişimcilik, bürokratik kanalları kullanma gibi terimler, büyük zenginlere yabancıdır, çünkü onlar daha çok aile şirketlerini devralmışlar ve bu iki kelimenin çağrıştırdığı bir uzun dönemli çalışmaya, plana ihtiyaçları yoktur. Girişimcilik, daha çok alt ya da orta sınıflardan yükselerek zenginleşenler için kullanılmalıdır.28 Büyük servet sahipleri, daha çok büyük kentlerin iyi eğitim görmüş, Protestan varlıklı sınıflarından çıkmaktadır. Kolej eğitimi alanların yarısı prestijli üniversitelerde yüksek öğrenim görmüş, buralardaki kulüplerde sosyal ortamlarını yaratmışlardır. Büyük zenginlerin büyük bölümü çalışsa da oransal olarak çalışmayan zenginlerin arttığı söylenebilir. Genelde Püriten ahlakın da etkisini gösterdiği Amerikan zenginlerinde çalışma bir değer sayılır fakat bunun yanında hisse senetleriyle hayatını yürütenler de vardır.29 İşsiz zenginlerin çoğaldığı 1925 ve sonrasında erkek zenginler (%80-90 dolayında servete sahip) atlarıyla, kadınlar (%10-20) ise kumarla vakit dolduruyordu.
Amerikan toplumunda zenginlik kaynağı olarak görülen aile mevkilerinden yararlanma, özellikle son kuşakta yaygınlaşmıştır. Bunu karşılaştırmalı olarak yukarıda verilen işsiz zengin oranlarından da görmek mümkündür. İlk kuşak zenginleri, servetlerini başkalarının paralarını işletmelerine daha çok borçlu iken, '50 kuşağı hem ailelerinden daha fazla miras devralabilmekte hem de bir işe girecekse aile statüsünden yararlanarak belli okullara gidebilmekte ve daha sonra aile şirketlerine girebilmekte ya da ailelerarası bağlarla başka sektörlerde iş bulabilmektedir.
En zenginler açısından belki en önemli veri, aile birikimlerinin artık ekonomik değere dönüştürülemeyenlerin dışındakilerin şirketlerce yönetilmesinin sağlanmasıdır. Aileler bu kararlarıyla servetin yaratıcı olan şirketlere mülklerini yönetme hakkını tanımış olurlar. Bu ailelerin bir bölümü ya büyük şirketlerin yönetimine girer ya da onlara mülkünü yönettirir, sonuçta sürekli ilişki halinde olmak durumundadırlar. Farklı aileleri yöneten ve teknik kadrosunu oluşturan bu büyük sınai şirketler, böylece sadece mülkü değil, farklı ailelerarası bağlantıları daha önceden sosyal kulüpler sayesinde kurulurken şimdi iş yaşamında aynı çatı altında sağlayabilmiştir. Bu durum bir yandan zengin ailelerarası sosyal ilişkilerin iş hayatı tarafından emilmesi sonucunu doğurmuştur. Şirketler çağında büyük zenginlerin varlıklarını küçük hiyerarşik bağlantılarıyla koruyamayacakları gerçeği, onları bu büyük şirketlerle bir şekilde ilişki kurmaya yöneltmiştir.

Bir Yöneticiler Devrimi mi?

Üzerinde sıkça tartışılan bir konu olarak yöneticiler ve onların şirketler çağında üstlendiği görevler sermayenin işleyişinde de bir değişim yaratmış olabilir mi? Soru böyle sorulduğunda Mills'in üst yöneticilerin iktidarlarının kaynağına inmek isteyen uğraşısı değersiz sayılabilir. Ne var ki bu yöneticilerin işlevleri hakkında konuşabilmek, şirketlerin iç yapılarını ve ekonomik, yönetsel pozisyonları bilmeden niteliksiz yorumlara kayma tehlikesini taşır. Mills, şirketleşme devrinin yönetsel anlamda üst yönetici gruba emekçinin emeğini kontrol etme şansı tanıdığını, yöneticilerin bu emeği kullanarak iş ortamını da aşan iktidar tiplerine uyum sağlayabilen yanını önemsemektedir. Mülkiyet sahibi olmanın büyük zenginlerin tekelinden çıkarak üst yöneticilere de geçmesi, mülkiyetin sınıfsal açıdan parçalanmasını beraberinde getirmiştir. Bu ikili paylaşım 1950'lerde Amerikan şirketlerinde üst düzey yöneticilerin hisse senetleri üzerinde ciddi bir payları olmasını sağlarken diğer yanda çalışan işçilerin sadece %1''i bu senetlerden edinebilmiştir. Bu da mülkiyetin parçalı yapısının ancak belli sınıflar arasında birer bölüşüm nesnesine dönüştüğünü gösterir. Üst zenginlerin mülk tekelinin kırılması, bu mülkiyetin beraberinde zorunlu olarak toplumsal kesimlere dağılacağı önyargısını yanlışlamaktadır. Kendi aralarında birleşerek büyüme şansı elde eden şirketlerdeki üst yöneticiler de sosyal bağlarını koparmadan bu servet paylaşımından pay alabilmektedirler. Şirketlerin büyümesi beraberinde bir hantallaşma olasılığını getirse de şirketler içinde farklı anlayışların temelini kurduğu klikler kendi programlarını uygulayabilmek için mücadele etmektedir.30 Şirketler dünyası açısından yeni eğilimin insan yönetiminden uzaklaşmaya doğru bir süreç olduğu söylenmiştir. Otomasyona dayalı üretimin insan gücünü en aza indirmeye başlamasıyla buradaki yöneticilerin de -büyük bölümü Amerika'da yerleşik, üst sınıf ailelerden gelme, Protestan ve iyi eğitim almış beyaz- mekanik kuruluşların birer yöneticisi durumuna gelecekleri düşünülmektedir. Ayrıca burada önemsenen nokta, teknolojiyi takip eden şirket ve yönetici anlayışından çok mali ve idari birleşmelerdir. Sanayi devriminin sağladığı üretim ve hammadde akışı tamamlanmış, teknolojiyi önüne katan ve toplumun geleceğini her türlü olanağa önceden erişerek saptayan büyük şirketler, devletin sanayi devriminde oynadığı rolün ötesine geçerek '50'ler Amerikası'nda adeta devlet içinde devlet olmuşlardır. İnsani işgücünü teknolojiyi kullanarak azaltırken bir yandan da ürettirdiklerini müşterisi yapmayı başarabilmişler, devlet karşısında tıkanacakları durumda hukukçuları şirketlerinde çalıştırmışlardır.31 İş dünyası, kendi içine kapanmayan bir yapı izleyerek, siyaset yaptığı iddia edilen kesimlerin rotasını kendisi belirlemiştir.
İş dünyasındaki üst yöneticiler farklı yollarla bu kademelere erişmişlerdir. Görece kısa süre öğrenim görüp, erken yaşta girişimci nitelikleriyle mali kaynakları değerlendirmiş, statülerini bu sayede artırmış olanlar; yakınlarının şirketlerinde işe başlayıp sonra onların yerini devralmış olanlar; iş yaşamına serbest meslekle giriş yapıp da sonradan şirket yöneticisi olanlar; uzun bir şirket kariyeri boyunca birçok farklı birimde çalışıp deneyimlenerek üst yönetici olanlar. Oransal olarak şirketin farklı kademelerinde yetişerek yükselenler, girişimcilikle işe başlayıp yükselenlerden daha geç başarı elde edebilmiştir. Burada girişimciden kasıt, 1950'lerin Amerikası'nda görülen biçimiyle birlikte hareket eden seçkinlerin mali birlikteliğe geçmeleridir.32 Amerika'da şirket ölçeğinde görev yapan yöneticileri bürokrat ya da girişimci olarak sınırlandırmanın eksik olacağından bahseden Mills, bu kişilerin servet yaratan spekülatör yönlerine değinmektedir. Yine bu kişiler, alt kademelerde çalıştırdıkları kimselere belli proje örneklerini hazırlatıp kendileri aylar süren araştırmalara sahil olmadan bunların nihai halleri arasından birini belirlemektedirler. Aslında bu tercih bir karar vermenin ötesinde para harcama yargısının en son bu üst yöneticilerde olduğunu anlatır. Harcanabilecek bir değer olarak paranın da ötesinde hiyerarşik karar alma mekanizmalarında uzun süre tartışılan projeler, şirket yapılarında dinamizmi de beraberinde getirebilir. Burada üst yöneticinin karar aşamasında sürece dahil olması, onun tembelliğini değil üst yönetici sınıfların kendilerine özgü niteliğini gösterir; yargı bildirmek, farklı birimleri harekete geçirmek, eşgüdümlemek ve inisiyatifi mümkün olduğunca komitelere devretmek.
Üst yöneticiler için başarıda şans faktörü, aslında çok da muğlak bir kavram değildir. Şans, özellikle üst sosyal çevrelerin birbirleriyle yakın bağlar kurması ve yükselme gösteren bir yöneticinin başarılı olmasının kriteri olarak önüne konan üst yöneticilerden geçer not almasıdır. Şans, bu aşamada üstadların yaptıklarını izlemek ve sosyal çevresinde yine üst düzeylerle ilişkiye geçmekle ilgili bir durumdur.33 Üst düzeye yükselen kişilerin sadece nerelerden geldiklerine bakmak ve bu anlamda istatistiklerden yararlanmak her zaman yeterli olmayabilir. Bunun yerine, seçimin hangi ölçülere göre yapıldığını görmek de önemlidir. Üst çevrelere girebilmek için sert ve köşeli sözlerden kaçınmak, nerede susulması gerektiğini bilmek, aceleci davranmamak, kimilerinin yapmacıklıkla eleştirdiği törensel uygulamaları yerine getirmek gerekir. Ayrıca şirketlerin eğitim programlarını ve personel alma sistemlerini incelemek gerekir. Birçok şirket gerek bünyelerinde gerekse önemli okullarda çalışanlarını geri dönüşümü olacak bilgilendirmelere tabi tutmaktadırlar. Bu eğitimler, uzun dönemde şirketlere kararı etkileyebilecek süreçleri yöneten, yönetilen şeyin içeriğinden öte şeylerin yönetimini bilen, eşgüdümleyen bireyleri yetiştirme olanağını kazandırmıştır. Yönetici basamaklarını kısa sürede aşabilen bu kimselerin verdikleri kararları rakamsal olarak yanlışlamak mümkündür, fakat birçoklarını başarıya götüren şey uzun uzadıya hesap yapmaları ve nesnel bilgiler üzerinden bir sonuç çıkartmaları değil, kısa sürede neyi, nasıl o soruna uyarlayarak başarıya ulaşacakları konusunda kendilerine yardımı dokunan sezgileridir. Sezgi, burada soyut anlamda değil, yılların birikimiyle oluşan son kararı veren yargısal hükmü, tüm hesapları yatay kesen bir yönetim becerisini ifade eder.
Üst yöneticiler sınıfının Amerikan toplumunda yarattığı değişimin bir başka boyutu kendisini şirketler dünyasındaki zenginlerle belli eder. Şirketler, eski zenginlerin ciddi miktardaki mal varlıkları ve onları yöneten üst düzey yöneticileriyle büyürken, '50'li yıllarda bu üst düzey yöneticilerin servet ve statülerini geçen bir tabaka daha türemiştir Mills'e göre. Onlar, aldıkları ücretlerle ve ayrıcalıklarıyla ayrı bir tabakayı oluşturur. Üst kapitalist sınıf, mali birleşmelerle birlikte Amerika'da son elli yıldır özellikle değişmeyen bir yaşam çizgisini sürdürmüştür. Bu sınıf, sosyal açıdan birbirine alt-orta sınıflara göre daha bağlı, kendi şans faktörünü bireysel beceriler kadar sosyal çevresindeki dayanışmadan da türeten bir yapıya sahiptir. Büyük mülk sahiplerinin yanı sıra üst yöneticiler, metropolitan 400'ler, büyük kentlerdeki zenginler daha da bütünleşmiş, büyük zenginlerle beraber kendilerinin sınıfsal konumlarını güvenceye alabilecek yönetsel ve mali birleşmelere imza atabilmişlerdir.34 Araştırmalara göre, 1950'lerde Amerikan toplumunda üst sınıflara çıkıldıkça gelirler içinde mülkiyet kökenli gelirin ağırlığı düzenli oranda artmakta, hizmet karşılığı alınan gelirin oranı azalmaktadır. Yüksek servet gruplarının gelirlerinin büyük bölümü de şirketleşme altında edinilmiştir. Buradan, şirketleşme üzerinden yürüyen '50'ler kapitalizminin Amerikan toplumunun üst yönetici ve sermayedar sınıfları açısından en önemli birleşme ve birikim noktası olduğu sonucuna varılabilir. Bu zenginleşme kaynağı, siyasetin, yönetici elitlerin formasyonunun içeriğini belirlemekte, bir tür 'şirket devrimi' büyük yükselmelerin zeminini kurmaktadır. Üst yöneticiler, şirketleri ve dolayısıyla ulusal ekonominin eğilimlerini belirledikçe, pratik siyasetin işleyişi konusuna dda duyarlı olabilmektedirler. 19. yüzyılda işletmesini düşünen yöneticilerin kâr kaygıları işletmenin içine ve maliyet hesabına dönük iken, 1950'lerde bu tutum değişmiş, piyasa konusunda görece tecrübesiz fakat siyasal karar vericileri ve diğer devlet görevlilerini etkileyebilen yöneticiler, Amerikan şirket yapısına hakim olmaya başlamışlardır. Bu durum, savaş dönemlerinde piyasa aktörlerinin birbirlerine daha yakın durmalarıyla birlikte orduyu ve devleti karar alma mekanizmalarında şirketleri tekrar düşünmeye sevk etmiş olacak ki, büyük şirketler nüfuzunu kullanarak diğer devlet seçkinlerine kendilerine kabul ettirebilen yöneticilere kadrolarını açmaktadırlar. Siyasal kadroların büyük bölümü şirket üst yöneticilerinin, metropolitan 400'lerin, yerel sosyetenin kadrolarının içine girdiği ve ayrıcalıklar kaptığı bir alana dönüşme eğilimindedir. Bu da siyasal ve askeri olayların ulusal ekonomiyi biçimlendirdiği bir Soğuk Savaş sürecinde, şirketler ekonomisi üzerinden yürüyen ulusal ekonomide şirket yöneticilerinin siyasete yakın durarak kararları etkilemeye çalışmasının sonucu olarak okunabilir.

Bir Geriye Dönüş mü?
Savaş Beyleri veya Amerikan Demokrasisi

Mills, Batı demokrasilerinin tarihinde savaşlardaki komutanlardan çok sivillerin kahramanlaştırılmasının nedenlerine değinirken, Amerika'da 18 ve 19. yüzyıllarda sivil denetimin altına alınması başarılan silahlı kuvvetlerin 1. Dünya Savaşı ve sonrasında nasıl olup da tekrar kurumsal siyasal şiddetin temel aktörü haline geldiğini ve devlet politikalarına yön verdiğini analiz etmektedir.
“Ulus-devletler” çağından önce kurumsal şiddet uygulayıcıları genellikle yerelde örgütlenmişlerdi. Ulus-devlet ise gerek zorunlu askerlikle gerekse merkezileşen yapısını tamamlayan teknolojik donanımlarla bu şiddeti tekel haline getirdi. Amerika ise dış tehditten görece uzak bir alanda, kendine yönelen Kızılderili tehlikesini yerel milislerle aşarak, sivil yönetimin askerleri daha rahat kontrol edebileceği bir coğrafyada doğdu. Büyük ordu beslemeden, İngiliz askerlerinin bir süreliğine Avrupa ile Amerika arasında kurduğu hattan yararlanan Amerika, 2. Dünya Savaşı sonuna kadar ciddi bir tehditle karşılaşmamış olduğu için askeri gücün siyasal karar alma süreçlerini direkt etkilemesi beklenemezdi.35 Zaten Amerika'da her yurttaşın bir silahının olduğu 18. yüzyıl sonlarında karşılaşılan tehlikelere kurumsal bir ordu -1. Dünya Savaşı'na dek- ya da güvenlik birimi yerine yerel güçlerin ve tek tek bireylerin karşılık verdiği görülmüştür. Amerika'nın askeri alanda yalnız olmadığını diğer kıtalarla ilişkiye geçtiği dönemde hissetmesi ve iç kamuoyunu etkileyen, bastıran süreçlerin bir büyük düşman bulunmasıyla birlikte başka bir kanala akacağı düşüncesi '50'lerden itibaren belirginleşmeye başlamıştır. Askeri, teknik, siyasi konuları çevreleyen bu güvenlik algısı, seçkinleri diplomasinin bilindik kurallarını savaş potansiyeliyle yeniden düşünmeye zorlamaktadır. Teknolojik yatırımların savaş sanayiine yapılması, beraberinde askeri yetkililerin ekonomide ve siyasal karar alma süreçlerinde etkin rol üstlenmelerine fırsat vermiştir.36 Barışın iki savaş arası dönem olarak değerlendirilmeye başlanması, barışı ancak devletlerin ancak korku zamanlarındaki taktiksel çekilmesi diye açımlamaktadır. Bu haliyle savaşın stratejikleşmesi ve siyasal alandaki temel kavramlardan biri olması, Amerikan seçkinlerinin iktidar paylaşımını yeniden düzenlemiştir. Pentagon, zaman zaman nüfuzunu kullanarak bakanların karşı çıktığı tasarıyı Kongre'den geçirme imkânına sahip olmuştur. Pentagon bürokrasisi, Birleşik Devletler'in en karmaşık yapılanmalarından biri olmakla beraber, 20 . yüzyılın başında milis sisteminden merkezileşmiş orduya geçilen ülkede silah sistemlerinin ve ulusal güvenliğin kontrolünü sağlamakla kalmamış, siyasal kararlarda da öncelikli söz sahibi olmuştur. Askerlik yaşamı, bu görevlilerin sivil hayatlarındaki statülerini belirlemiş, eşleri de kocalarının rütbeleri oranında sosyal çevreye sahip olmuşlardır. Asker aileleri kadar geniş bir sosyal çevreye sahip olmayan askerler arasında, diğer üst yöneticilerde görüldüğü kadar bir aile kökeni ya da mülk kaynaklı zenginlik ilerlemelerinde belirleyici rol oynamamıştır. Küçük yaşta başlayan eğitim süreci, ordunun kurallarını kişisel becerilerin ve maddi birikimlerin üzerine taşımıştır. Eski sivil hayatın yerini askeri kuralların alması, ordunun üst yönetici kademesindekilerin yükselmelerinde neden önceden saptanmış, çizgisel bir plana uyduklarını anlatmaktadır.37 Ordu görevinde böylesi bir çizgiselliğin gözlemlendiği üst rütbeli askerler, bu alandan sivile geçince ve büyük şirketlerin yöneticisi ya da siyasal partilerde yer almaya başladıklarında bocalamalar yaşamaktadırlar. Bu bocalama, ordunun savaş endüstrisi çağını yaşadığı Soğuk Savaş döneminde belki bir nebze azalmıştır fakat askerlerin kendine güven duygusuyla birleşen eğitim süreçleri değişime çabuk uyum sağlamalarını sağlayabilmiştir.

Sonuç

Mills, Birleşik Devletler'de kararların adem-i merkeziyetçi biçimde alındığı ve kuvvetler ayrılığına dayanan, demokratik-çoğulcu toplum olarak tasvirinin yanlış olduğunu ileri sürmüştü. Anayasallık örüntüsünün altında her zaman önemli kararları kendi istediği gibi alabilen birleşik bir sınıf veya iktidar seçkinleri vardı. Bu seçkinler grubunun üyeleri Amerikan toplumundaki birbiriyle kenetlenmiş ordu, siyaset, iş çevrelerinden meydana gelmişti. Dayanışma, grup bilinci ve uyum, hareket etme işçi sınıfının parçalı yapısından daha fazlaydı. Grup üyelerinin benzer okullarda, sosyal çevrelerde, yakın sosyal bağı olan aile ve iş çevrelerinde yetişmiş olmaları, grubun uyumunun zemininde yatmaktadır.38 Holdingler, askeri kurumlar, siyasal kurumlardaki üst yöneticiler, sosyal ilişkileri sayesinde alt ve orta sınıflara göre türdeş bir yapılanma oluşturmuşlardır. Ordu, sanayi kesimine verdiği siparişlerle, bilimsel araştırmalarda üstlendiği işlevle giderek özgülleşen bir politika izleyebilmekte ve kendini özerk ve siyaseti belirleyici bir kurum haline getirebilmektedir. Üst yöneticiler de çokuluslu şirketlerin yönetimini ellerine geçirerek, şirketlerinin çıkarlarıyla toplumun çıkarlarının özdeş olduğunu ileri sürebilmektedirler: “General Motors için yararlı olan ABD için yararlıdır.” Bu bir ticari açılımın ötesinde sosyopolitik gerçeğin de ifadesidir.39 İktidar seçkinleri olarak anılan kategorinin kendi aralarında kurduğu sosyal bağlar ve alınan kararlarda yine kendi aralarındaki çıkar birliktelikleri, Soğuk Savaş'ta ABD için yönetilenlerin ulusal çıkarlar adına çok daha geri plana atıldığı bir sürece işaret etmektedir. Üst görevlere gelebilmek ve sosyolojik olarak farklı sınıflar, tabakalar arasındaki geçişleri kavramak, sadece bu karar mekanizmalarını anlamakla mümkün değildir. Mills sosyolojisinde üst sınıflara yükselmenin, yeni konjonktürel dalgalanmaları izleyerek eski üst sınıfların iktidarını etkileyebilecek konuma gelebilmenin nedenleri çok daha derinlerde, yükselmenin ve yükseliş sırasında taşınan yerel kültürlerin (yeni taşra zenginleri ve metropole etkileri) etkisinde de aranmalıdır. Amerikan toplumunda servet sahipliği tarihsel olarak en önemli veridir ve dönemler halinde üst sınıflar içinde ve arasında kaymalar gözlemlenebilse bile mülk, sermaye karar alma süreçlerinde henüz en belirleyici etmendir. Alt sınıflardan üst yönetici ya da en zenginler sınıfına yükselebilmenin kapitalist manada olasılığı sıfır değildir belki ancak tarihsel bir oranla alt sınıflardan üst sınıflara yükselme oranında ciddi düşüş eğilimleri, holdinglerde sosyal bağları güçlü ailelerin üyelerinin birbirleri arasındaki geçişleri, saf anlamda eğitim kurumlarından yükselerek hayatta başarı kazanmak isteyenlerin önüne engel olarak çıkabilmektedir. Toplumdaki iktidar yapısı ile sınıf ve statü dağılımı arasında kaçınılmaz bir ilişki vardır. İlişki kendisini, şans, eğitim olanakları, sosyal beceri, boş zamanı değerlendirme, üye olunan kulüpler, aile bağları, mezhepsel eğilimler üzerinden şekillendirmektedir. Bu açıdan, ordu-şirket-devlet üçgeninde 'demokratik' bir ülkede bırakınız halkın yönetime bizzat katılımını, bu seçkinlerin oluşturduğu sosyal mekanizmaya dahil olarak o kararlara ileride bir seçkin olarak katılma şansları bile oransal olarak azalmaktadır.
1MILLS, John Wright (1974) (çev. OSKAY, Ünsal), İktidar Seçkinleri, Ankara: Bilgi Yayınları.
2age., s. 42-43.
3age., s. 28.
4İktidar Seçkinleri, s. 36.
5age., s. 28-29.
6age., s. 33.
7İktidar Seçkinleri, s. 38.
8age., s. 42.
9'Metropolitan 400'lerin yeni üst zenginleri muhitine almama adına verdiği mücadele için bkz. age.,s. 75.
Bu kesim, yeni yetme zenginlerin karşısına farklı ve bir anlamda kurumsallaşmış yaşam tarzlarıyla çıkarlar. Belli dergi ve gazete sütunlarında hayatlarına dair ayrıntıların dolaşmasını ,isimlerinin sürekli anılır olmasını ve sıradan yaşamları tercih etmezler. Kulüplere hiçbir zorlanma olmadan üyelikleri yapılır, küçük kentlere oranla kulüp üyeliği onlara illa ki övünülecek bir statü simgesi getirmez, başkalarının kendileri hakkında ne düşündüğü onları ilgilendirmez, çevrelerinin çocuklarıyla çocuklarını evlendirebilirler, boş zamanlarını, önemli gecelerini yine bu sınırlı kişiliklerle geçirirler. Hem kendi içlerinde hem de farklı metropolitan 400'lerle kurulan sosyal ilişkiler, iş hayatındaki bağlara da yansır, çünkü ekonomik üretim birimi yerel bağların ötesinde ulusaldır. Böylece resmi yaşamla sosyal yaşam arasında kurallarla örülmüş bir süreklilik gözlemlenir. Birçok büyük kentte birleşik ve tektip üst sınıflar bulunurken, metropolitan 400'lerin bulunduğu kentlerde üst sınıflar daha parçalı bir yapı arz eder. Bkz. age., ss. 80, 83, 85.
10The Social Register dergisi sosyeteyi, kibar çevreleri yeni yetmelere karşı korumayı, eskinin 'en'lerinin kendi dünyasını yine imrenilecek bir hayat tarzı olarak göstermeyi hedeflemişti. Bkz., age., s. 76.
11age., s. 59.
12age., s. 50.
13age., s. 61.
14age., ss. 51, 52, 164.
15age., s. 55.
16age., s. 71.
17age., s. 72.
18Okullarda çocuklara özel bir eğitim programı uygulanır ve üst sosyal sınıfta olmanın getirdiği bir sorumluluk içinde çocukların gösterişten uzak, küçüklerine örnek, söyleneni yapmaları beklenen bir düzende yetiştirilmeleri arzulanır. Üniforma, orta sınıfların gösterişli yaşama özenmelerinin bu ailelerce pek de önemsenmediğini gösterircesine kullanılır. Öğretmenlerin çocukların ailesinin statüsüne bakmadan eşit muamele etmesi beklenir. Statü rekabeti en aza indirgenir. Okulu bitirdiklerinde kendileri farklı hissettikleri, ne yapacaklarına karar verdikleri düşünülür, onur ve kendine güven, gösterişin ikamesidir. Öğrenim sırasında girilen sosyal kulüpler, bitirilen kolejler, ileride girilecek partinin anahtarıdır. Eğitim süreci beraberinde özel günler ve partiler kız-erkek tanışmalarını ve belki de evlilikleri getirir. age., ss. 89-91.
19age., ss. 101-103.
20age., s. 105.
21age., s. 115.
22age., ss. 126-128.
23age., s. 116.
24age., s. 120-121.
25age., ss. 130, 155.
26SCHUMPETER, J. A. (çev. AKOĞLU, Tunay) (1974), Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, İstanbul: Varlık Yayınları, 3. Baskı, c. 1, s. 140.
27İktidar Seçkinleri, ss. 132-134.
28age., s. 153.
29age., s. 146.
30age., s. 164.
31age., s. 209. Vergi oranlarının yüksek olduğu yıllarda gelir durumlarını korumak isteyen üst zenginler, vergi ödeme usullerini tuttukları muhasebeci ve avukatlar aracılığıyla saptamışlardır.
32age., s. 181.
33age., s. 194.
34age., s. 205.
35age., s. 243.
36age., s. 256.
37age., s. 264.
38BARRY, P. Norman (çev. ERDOĞAN, Mustafa ve ŞAHİN, Yusuf) (2004), Modern Siyaset Teorisi, 2. Baskı, Ankara: Liberte Yayınları, ss. 118-120.
39(akt.) VERGİN, Nur (2006), Siyasetin Sosyolojisi: Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar, 4. Baskı, İstanbul: Bağlam Yayınları, s. 123-124.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder