Ara


FİLİSTİN KURTULUŞ ÖRGÜTÜ:
DİRENİŞİN BOYUTLARI



Kıvanç ÖZCAN


Giriş

Ortadoğu siyasetinin yanı sıra zaman zaman dünya siyasetini de belirleyen Filistin sorunu, Yaser Arafat’ın ölümünü izleyen yıllarda Hamas ve Filistin yönetimi arasındaki çatışmayla yeni bir boyut kazandı. Filistin toplumunun ideolojik ve coğrafi olarak bölünmesi, işgale karşı direnişin etkinliğine yönelik kaygıları da beraberinde getirdi.
Yahudilerin göçlerine tepki olarak 20. yüzyılın başlarında yükselmeye başlayan Filistin direnişi, işgallere, İsrail Devleti’nin kurulmasına ve sürgünlere rağmen 1964 yılına kadar etkili ve örgütlü bir şekilde temsil edilemedi. 1964 yılında kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ), Filistin direnişinin ideolojik arka planının kurulmasında ve işgale karşı silahlı bir mücadelenin yürütülmesinde en önemli belirleyici oldu.
Fakat, FKÖ’nün mücadelesine yönelik yazıların çoğunda sadece örgütün silahlı mücadelesine odaklanılması ve bölgedeki silahlı çatışmaları dönüm noktası olarak ele alan kronolojik bir okumanın takip edilmesi, hem FKÖ’yü anlamayı zorlaştıracak dar bir çerçeve sunmakta hem de direniş kavramının kapsamını küçültmektedir. Silahlı mücadeleyi direnişin yegâne unsuru olarak görmek, FKÖ’yü taraftarlarının gözünde yer yer abartıya kaçan anlatılarla efsaneleştirmekte, düşmanlarının gözünde ise FKÖ’nün terörist bir örgüt olarak algılanmasını kolaylaştırmaktadır.
FKÖ’yü konu edinen bu yazı, yukarıda belirtilen silahlı mücadeleye hapsolmuş ve savaşları temel alan kronolojik bir okumaya karşı duyulan rahatsızlığın ürünüdür. Bu yazı, kabaca, Filistin direnişinin 1964 öncesi kuşbakışı fotoğrafını çektikten sonra, direnişi FKÖ’nün karşılaştığı zorluklar ve onlarla mücadele stratejilerinin bir toplamı olarak okumaya çalışacaktır.
‘Direniş’ kavramının FKÖ üzerinden sorgulanması ve FKÖ’ye yönelik analizlere hakim olan çerçevenin reddi sonucunda ortaya çıkan ‘başka’ bir FKÖ resmini sunmak bu yazının asıl amacıdır.

Tarihsel Arka Plan: Direnişin İlk İşaretleri

18. ve 19. yüzyıllarda Osmanlı topraklarında belirleyici olmaya başlayan milliyetçi akımlar, Filistin coğrafyasında aynı dönemde etkisini gösterdi. Osmanlı Devleti’nin periferisiyle kurduğu eklektik ilişki, Filistin bölgesindeki ekonomik faaliyetin1 bölge halkının bağlarını güçlendirerek bölgeye özgü bir kimlik oluşumunu desteklemesi ve bu kimliği yeniden üretecek mekanizmaları kurması, Arap milliyetçiliğinin oluşumuna katkıda bulunmuştur.
Fakat, Filistin bölgesindeki milliyetçiliğin oluşumunu sadece bölgedeki ekonomik faaliyete dayandırmak yetersiz olacaktır. Osmanlı’nın imparatorluğun son dönemlerinde izlediği politikalar da Filistin topraklarında milliyetçiliğin oluşumunu hızlandırmıştır. Osmanlı’nın son dönemlerinde toprak kayıplarını önlemek için öne sürülen çözümlerden bir tanesi olan Türk milliyetçiliği, Türkleştirme politikalarıyla hayata geçirilmeye çalışılmıştır. Türkleştirme politikalarına tepki olarak imparatorluk sınırları içinde yeni milliyetçilikler ortaya çıkmış, Arap milliyetçiliği gibi inşa halindeki milliyetçiliklerin oluşumu da hız kazanmıştır. Başka bir deyişle, her ne kadar Osmanlı’nın Filistin ile kurduğu gevşek ilişki bölgede milliyetçiliğin doğuşuna ortam hazırlamışsa da, 19. yüzyılın başından itibaren uygulanmaya çalışılan müdahaleci politikalar -bölge halkının devlete tutunumunu ve sadakatini sağlayan bir bürokratik araç olan din faktörünün yerine milliyetçiliğin yerleştirilmeye çalışılması- Filistinlilerin Arap milliyetçiliğine kaymasını hızlandırmıştır.
Filistin bölgesinde Türkleştirme politikalarına karşı tepki Arapların bağımsızlık isteğiyle birleşerek 5 Haziran 1916’da Mekke Şerifi Hüseyin’in önderliğinde bir ayaklanmaya dönüşmüştür. Bu ayaklanmanın ortaya çıkmasında Mısır’daki İngiliz Yüksek Komiseri Henry Mc Mohan’la yapılan anlaşma da önemli rol oynamıştır. Bu anlaşmada, Araplara, Birinci Dünya Savaşı’na İngilizlerin yanında katılmaları karşılığında verilen bağımsızlık sözünün yarattığı motivasyon, milliyetçiliğin o dönemde bölgedeki etkisini anlamak için kayda değerdir. Savaşın ardından bölgeye hakim olan manda yönetimi de kısa süre içinde Arap milliyetçiliğinin tepki alanı içine girmiş ve onu şekillendiren, oluşumunu hızlandıran etkenlerden birisi olmuştur.
Yukarıda belirtilen nedenlere ek olarak, Arap milliyetçiliğinin şekillenmesinde ve özelde Filistin milliyetçiliğinin oluşumunda en önemli etken 19. yüzyıl sonlarında başlayıp 20. yüzyılın ilk yarısında hız kazanan Yahudi göçleridir. Filistin topraklarındaki Yahudi nüfusunun artışına ve Yahudi yerleşimcilerin bölgeye yayılmalarına paralel olarak bölge halkının tepkisi de artmaya başlamıştır. Bu tepkilere bir örnek olarak 2 Kasım 1919’da Kudüs’te yayınlanan Al-Quds gazetesindeki şu yazı verilebilir:
“İngiliz politikaları, Arap halkının ulusal ruhunu –kalbini- yok edemeyecektir(...) Taleplerimiz şunlardır: Kendi yönetimimizi oluşturmak, topraklarımızın bütünlüğünü sağlamak. Siyonist göçü kabul etmiyoruz. Bu taleplerimizden vazgeçmemeliyiz. Topraklarımızın Yahudilerin evi haline gelmesine izin vermemeliyiz.” (Nassar,1991).
Giderek artan tepkilerin neticesinde, 1930’larda politik organizasyonlar ve ilk gerilla grupları ortaya çıkmış; bölgedeki Siyonistlere ve manda yönetimine karşı gösterilen tepkiler ayaklanmalara dönüşmeye başlamıştır. Bu ayaklanmalardan en önemlisi, 1936-1939 yılları arasında Filistin Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni’nin liderliğini yaptığı ayaklanmadır. Fakat aile ağlarına dayanan geleneksel liderlik anlayışı ve örgütlenme eksikliği bu organizasyonların ve grupların hareket alanını daraltmış ve etkilerini azaltmıştır. Ayrıca, 1930’lu yıllardaki ayaklanmalar, Filistinli seçkinlerle kırsal kesimde yaşayan halkın direniş kavramına bakışlarındaki farkı anlamak açısından da önem arz etmektedir. Bu fark, Filistinli liderler ve seçkinler ile kırsal kesimde yaşayan halkın kutuplaşmasında önemli bir noktayı teşkil eder.
1948 yılında meydana gelen Deir Yassin Katliamı ve İsrail Devleti’nin kurulması, bölge halkının bilincine felaket olarak kazınırken, Filistin bölgesindeki direniş hareketlerini de işgale karşı direnişi etkili hale getirmek için, kendilerini sorgulamaya ve yeni stratejiler geliştirmeye itmiştir. Aynı zamanda bu yazının konusu olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün gündemindeki en önemli konulardan birisi olan Filistinli mülteciler sorunu da 1948 yılından itibaren bölgedeki direniş üzerinde belirleyici olmaya başlamıştır.
1948’deki trajedilerden sonra Filistinli direniş gruplarının öfkesi ilk olarak bölgedeki liderlere ve rejimlere yönelmiş, bunun sonucu olarak 1951 yılında Ürdün Kralı Abdullah, Kudüs’te öldürülmüş, 1952’de Mısır’daki darbe desteklenmiştir. Bu öfkeyi henüz daha kurulmamış olan Filistin Kurtuluş Örgütü’nün kurulduktan sonra bölge siyasetinde kartları yeniden dağıtıcı etkisinin bir ön işareti olarak okumak mümkündür. Aynı zamanda, FKÖ’yü oluşturacak olan direniş gruplarının geleneksel liderlik anlayışına yönelik tepkilerinin bir tezahürü olarak da okunabilir bu öfke.
1948 felaketini izleyen yıllarda her ne kadar bu felaketin ilk faturasını bölgedeki belli başlı politik aktörlere kesseler de, Filistinli direniş grupları, Filistin davasını savunabilmek için etkili bir temsiliyetin gerekliliğinin de farkına varmışlardı. Bu farkındalık, Nasır’ın 1956’daki Süveyş Savaşı’ndan sonraki retoriğinin yarattığı hayal kırıklığıyla birleşti. 1950’li yılların sonlarına doğru direniş grupları Arap devletlerinin Filistin’le dayanışma adına Arap liginde Filistinlilere verdikleri sembolik temsiliyetin ötesinde gerçek bir temsiliyet yaratma fikrini benimsediler.
Bu yazıda konu edilen Filistin Kurtuluş Örgütü yukarıda kısaca özetlenmeye çalışılan tarihsel zeminin dinamiklerine ve yazının ilerleyen bölümlerinde değinilecek olan bölgesel politikalara bağlı olarak ortaya çıkmış ve 1960’lı yılların ortalarından itibaren Filistin sorununun ötesinde Ortadoğu siyasetinde de belirleyici aktörlerden birisi olmuştur. Tarihsel arka planda da işaret edildiği üzere hem işgale hem de bölgedeki diğer aktörlere karşı bir politikanın eksikliği Filistinli direniş gruplarını tek bir çatı altında toplanmaya, Filistin davasını ve Filistin halkını savunmaya itmiştir. 1964’te kurulan Filistin Kurtuluş Örgütü, her ne kadar kuruluşunda Arap devletlerinin, özellikle Mısır’ın etkisi olsa da, temelde Arap devletlerinin Filistin davasını savunmadaki yetersizliklerine, Filistinli direniş gruplarının ortak politika eksikliğine ve temsiliyet krizine karşı verilen cevabın cisimleşmiş halidir.

Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ)

I.
1948 yılından sonra Ortadoğu ülkelerine dağılan yüz binlerce mültecinin varlığı ve El-Fetih başta olmak üzere Filistinli direniş gruplarının giderek sertleşen tepkileri Filistin sorununun görünürlüğünü artırarak bu sorunu bölge politikalarında üst sıralara taşıdı. 1950’li yılların başından itibaren Arap halklarını etkisi altına alan ve Mısır Devlet Başkanı Cemal Nasır’ın öncülüğünü yaptığı Pan-Arabizm hareketi, Filistin sorununa müdahil olmakta gecikmedi. Nasır, Filistinlilerin bağımsız bir Filistin Devleti’nin vatandaşları olmalarından çok onları kurmayı düşündüğü Arap devletini oluşturacak halklardan biri olarak görme eğilimindeydi. Bu yüzden Filistinli grupların söylemlerini ve eylemlerini zaman zaman kendi bölgesel planına yönelik bir tehdit olarak algıladı. Aynı zamanda, 1956 savaşından sonra, Mısır dahil bölge ülkelerinin Filistin sorununun çözümünde yetersiz kaldığını fark etmişti. Bunun sonucunda bütün direniş örgütlerini tek bir çatı altında toplayabilecek ve bölge devletlerinin bu sorunu kendi çıkarları doğrultusunda kullanmalarını engelleyecek bir yapı kurmaya yöneldi. Bu yönelimin altında yatan iki ana sebep; Filistin sorunu üzerinden kendi politikalarını uygulamaya devam etmek ve potansiyel tehdit olarak algıladığı Filistinli direniş örgütlerini kontrol altında tutmaktı. Filistinli direniş örgütleri ise parçalanmışlığın getirdiği etkisizlik, kurumsallaşma ve finansal destek ihtiyacı, direnişi sürdürebilecekleri coğrafi alandan yoksunluk gibi sebeplerle böyle bir yapının kurulmasını onayladılar.
Yukarıda belirtilen nedenlerin de etkisiyle, Nasır, 1964 yılında Kahire’de düzenlenen Arap Konferansı’nda “Filistin Varlığı” tanımını ortaya atarak İsrail işgaline karşı direnişin etkili şekilde yürütülebileceği bir örgüt kurulması gerektiği konusunda bölge devletlerine çağrı yaptı. Arap Konferansı’nda ortaya atılan bu fikri tartışmak için, aynı yıl Doğu Kudüs’te 400’den fazla delegenin katılımıyla düzenlenen toplantıda FKÖ’nün kuruluşu ilan edildi. Örgütün silahlı kanadı Filistin Kurtuluş Ordusu, siyasi kanadı ise Filistin Ulusal Konseyi isimlerini aldı. Örgütün ilkeleri onaylandı. Nasır tarafından desteklenen Ahmet Şukeyri, FKÖ’nün ilk başkanı oldu.
FKÖ’nün kuruluşu bir yandan Filistinli direniş hareketlerine direnişi sürdürebilmeleri için gerekli olan kurumsallaşmayı, parasal ve askeri desteği sağlarken, bir yandan da bölge ülkeleri arasında Arap kimliği ve bu kimliğin temsiliyeti üzerinden devam eden çekişmeyi sürdürebilecekleri yeni bir zemin oluşturdu. Daha doğru bir ifadeyle FKÖ, kurulduğu ilk yıllarda hem farklı Filistin direniş gruplarının ideolojik ve taktiksel farklarından kaynaklanan hem de bölge devletlerinin Filistin sorununa bakış açılarından ve Arabizm anlayışlarından kaynaklanan bir çekişmeler bütününün somutlaştığı platform oldu. FKÖ içindeki etkili gruplardan birisi olan Yaser Arafat önderliğindeki El-Fetih, bu çekişmelerin bir parçası olarak El-Fetih’in yönetimine talip oldu.
Arafat, Filistin sorununun bölge devletlerinin çıkarları bağlamında ve Pan-Arabizm politikasının bir uzantısı olarak ele alınmasından rahatsızdı. Bölge devletlerinin benimsediği politikanın aksine Arafat, Filistin direnişinin Filistin halkının önderliğinde tabandan yukarıya yönelen bir politik stratejiyle başarıya ulaşacağını düşünüyordu. FKÖ’nün liderliğini ele geçirmesi bu stratejisini uygulamak için bulunmaz bir fırsat yaratacaktı. El-Fetih, 1969’da, FKÖ’nün beşinci yıllık konferansında bu fırsatı yakaladı. Arap devletlerinin düzenli ordularının 1967 yılındaki savaşta İsrail’in bozgununa uğraması ve El-Fetih’in gerilla saldırılarının göreli olarak başarılı olması Arafat’ın elini güçlendirmişti. El-Fetih’in 1968 yılında Ürdün vadisindeki Karameh’te İsrail ordusuna karşı gösterdiği direniş, Arap ordularının sürekli yenilgileri karşısında giderek umutsuzluğa kapılan Filistin halkını cesaretlendirmiş, El-Fetih’in ününü de bölge sınırları dışına taşımıştı.2 Arafat ve ekibi, Karameh savaşında olduğu gibi, kazandıkları her başarıyı mitlerle süsleyerek mülteci kamplarında, bölge kamuoyunda ve uluslararası platformlarda destek bulmayı amaçladılar. Gerçeklerin ve mitlerin karışımından oluşan anlatılar, FKÖ’nün Filistinlilerin gözünde bir efsaneye dönüştürülmesinde ve işgale karşı direnişin halka benimsetilmesinde Arafat ve ekibinin kullandığı önemli enstrümanlardan birisi oldu. Bu anlatıların uluslararası platformlarda Filistin davasının tanınmasına yaptıkları katkı FKÖ’nün dünya kamuoyunun hatırı sayılır bir bölümünü kendi yanına çekmesini kolaylaştırdı.
1969’da FKÖ’nün liderliğini ele geçiren Arafat ve ekibi uluslararası platformlarda etkinliklerini artırmak, gerilla savaşını daha geniş bir bölgeye yaymak ve direnişe kurumsal bir kimlik kazandırmak gibi avantajlar elde ettiler. El-Fetih’in FKÖ yönetimine geldikten sonra İsrail’e karşı direnişi etkin hale getirmede karşılaştığı temel zorlukları şu şekilde özetleyebiliriz: FKÖ içindeki grupların ideolojik ve taktiksel farklılıklarının yarattığı parçalanma tehlikesi, bölge devletlerinin, özellikle Suriye ve Mısır’ın, FKÖ’yü kontrol altında tutma istekleri ve 1948’de yerlerinden edilen yüz binlerce Filistinliye tutunum sağlayacak bir ideolojinin eksikliği. Bu zorlukların aşağıda anlatılacak olan önemi ve belirleyiciliğine bakarak, aslında direnişin sadece işgale karşı gösterilen tepkiyle sınırlı olmadığını; Arabizmden boşanmış bir Filistinli kimliği inşa etme sürecinin ve Filistin davasının temsiliyetine ilişkin bölge devletleriyle FKÖ arasındaki güç ve çıkar ağlarıyla örülü bir mücadelenin de FKÖ’nün direnişine dahil olduğunu, hatta bu zorluklarla mücadele etmenin direnişin en önemli halkasını oluşturduğunu ileri sürmek mümkündür.
Yukarıda belirtilen zorluklara ve FKÖ’nün bu zorluklarla mücadelesine odaklanan bu yazı, bugüne kadar İsrail’e karşı silahlı mücadeleyle ve savaştan savaşa koşan gerilla gruplarının hikayeleriyle çerçevesi çizilmeye ve daraltılmaya çalışılan bir FKÖ analizinden uzak duracaktır.
II.
El-Fetih yönetimi ele aldığında FKÖ içindeki farklılıklar su yüzüne çıkmaya başlamıştı. George Habaş’ın Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), Ahmet Cibril’in Filistin Kurtuluş Cephesi (FKC), Naif Havatme’nin Filistin’in Kurtuluşu için Demokratik Cephesi- Genel Komutanlık örgütü, Ebu Nidal’ın Kara Haziran örgütü ve Suriye destekli El-Şaika bu farklılığın taraflarıydılar. Bu örgütler Mısır, Suriye ve Irak politikalarının FKÖ içindeki taşeronluğunu yapmalarının yanı sıra ideolojik olarak da birbirlerinden farklılardı. Marksist-Leninist bir çizgi izleyen FHKC, Filistin sorununu bütün dünyada gerçekleştirilecek devrimlerin bir parçası olarak görüyordu. FDKC ise burjuvaziye bakışıyla FHKC’den ayrılıyordu. FHKC burjuvaziyi dışlamazken FDKC burjuvaziyle hiçbir işbirliğine yanaşmıyordu. Suriye destekli El-Şaika, Filistin sorununa Pan-Arabizm bağlamında bir çözüm öneriyor ve FKÖ içindeki Pan-Arabist örgütlerin desteğini alıyordu. İdeolojik ve politik farklılıkların bir yansıması olarak direnişin bölgeyle mi sınırlı kalacağı, yoksa bütün dünyaya mı yayılacağı da FKÖ içinde tartışılan konulardandı.
Örgüt içindeki teorik ve pratik anlaşmazlıkların yaratacağı parçalanma tehlikesinin farkında olan Arafat, FKÖ içindeki çatışmaların tarafı olmak yerine, popülist- milliyetçi bir söylemi arkasına alan kapsayıcı ve bütünleştirici bir siyaset izledi. Bu siyaseti Arafat’ın demeçlerinden izlemek mümkündür:
“Bütün Filistin toprakları üzerinde laik, demokratik Filistin Devleti’ni kurana kadar mücadelemize devam edeceğiz. Dr. Habaş (George) ile benim aramda hiçbir fark yoktur. Ulusal hareket bütün Filistin ulusunun temsilcisidir.”
1968’de kabul edilen FKÖ’nün ilkeleri içinde yer alan “direniş örgütleri arasındaki ihtilafların ikincil önemde olduğu” vurgusu kapsayıcı bir siyaset izlemeyi kolaylaştırdı. FKÖ’nün yönetimine geldikten sonra Arafat’ın yaptığı ilk işlerden birisi de “Silahlı Mücadele Komutanlığı” adı altında FKÖ içindeki silahlı grupları birleştirmeye çalışmak oldu. Birleştirici ve kapsayıcı söylem ve bunun ifade edilmesine imkan tanıyan araçlar Arafat’ın, ileride değineceğim gibi, sorunu Filistinlileştirmeye ve uluslararasılaştırmaya yönelik siyasetini uygulamasını kolaylaştırırken FKÖ içindeki farklı grupları da kontrol altında tutmasını sağlıyordu. Ayrıca, Arafat’ın kapsayıcı ve birleştirici cümlelerle kurduğu, dini referanslarla ve sol jargonla güçlendirdiği popülist-milliyetçi söylem tıpkı bir sarkaç gibi salınarak, FKÖ’yü dünya ve bölge siyasetinin temel gerçekliklerine meydan okumadan istediklerini elde etmeye çalışan bir direniş örgütü haline dönüştürecekti.
III.
Mısır ve Suriye başta olmak üzere bölge devletlerinin zaman zaman kendi rejimlerine karşı tehdit olarak gördükleri FKÖ’yü kontrol altında tutmak istemeleri de direniş hareketinin karşılaştığı zorluklardan birisiydi. Sorunun Filistin halkından bağımsız olarak Arap milliyetçiliği bağlamında ele alınması ve bölgesel çıkarların gözetiminde ve devletler arasındaki güç ilişkilerinin sürdürülmesinde bir araç olarak görüldüğüne dair işaretler3 Filistin halkının temsiliyeti bağlamında FKÖ’nün ve Arafat’ın etkinliğini sorgulanabilir hale getirebilirdi. Bölge devletlerinin direniş hareketine sağladığı coğrafi alan, parasal ve lojistik destek ve bu desteğin yarattığı bağımlılık ilişkileri FKÖ’nün bu devletlerle ilişkisinde hareket alanını kısıtlasa da yeni çözümleri beraberinde getirdi. Bölge devletleriyle silahlı bir çatışmaya girmekten kaçınan FKÖ, sahip olduğu sembolik gücü etkili bir şekilde kullandı. Örneğin Arafat, mülteci kamplarındaki Filistinlilerin ve Arap halklarının gözündeki popülaritesini zaman zaman bölge devletlerine karşı bir baskı aracı olarak kullanmaktan çekinmedi. Filistin davasını Mısır’ın Pan-Arabizm politikasının bir nesnesi olmaktan kurtarmak için direnişi Filistinlileştirmeye (Palestinisation) çalıştı. Fakat bölge devletlerinin desteği olmadan direnişi sürdürmenin mümkün olmadığından hareketle farklılıkların ve anlaşmazlıkların ifadesinde diplomatik bir dil ve denge siyaseti FKÖ’nün en çok başvurduğu araçlar oldu. Başka bir deyişle FKÖ, bölge devletlerinin desteğini ve Filistin davası üzerindeki kendi ağırlığını kaybetmemek için bölge devletlerinin FKÖ üzerindeki kontrolünü azaltmak ve dünya kamuoyunun desteğini almak için sorunu “uluslararasılaştırmak” da FKÖ’nün izlediği direniş yöntemlerinden birisiydi.
FKÖ, Filistin sorununu uluslararası platformlara taşıyarak hem İsrail’e karşı direnişi genişletecek yeni politik araçlara kavuşmayı, Filistin halkını kimin temsil ettiğine ilişkin tereddütlerden kaynaklanan krizi aşmayı hem de bölge devletlerinin kendi üzerindeki kontrolünü azaltmayı amaçladı. 1948, 1956, 1967 ve 1973 yıllarındaki savaşlarda Arap devletlerinin yenilgileri, gerilla saldırılarının yarattığı heyecan ve umut atmosferi FKÖ’nün Filistin direnişinde öne çıkmasını sağlayacak bir ortam yaratmıştı. Arafat, bu ortamın sağladığı rahatlığı, sorunu uluslararasılaştırarak pekiştirmek istedi.
Bu anlamda 1974 yılı FKÖ için altın bir yıl oldu. 19-21 Mart 1974’te Cezayir’de düzenlenen Bağlantısızlar Hareketi’nin toplantısı FKÖ’yü gündemin ilk sıralarına taşıdı. Castro ile Kaddafi arasındaki anlaşmazlığın çözümünde Arafat’ın üstlendiği arabuluculuk rolü ve Nasır’ın ölümünden sonra duraklama dönemine giren Bağlantısızlar Hareketi’ne yardım etme isteği bu harekete üye devletler arasında FKÖ’nün prestijini artırdı. 1974’teki konferansının sonuç metninde FKÖ’nün Filistin halkının tek ve yasal temsilcisi olduğunun ilan edilmesi FKÖ’nün izlediği stratejinin başarıya ulaştığını göstermesi açısından önemlidir. Fakat uluslararası platformlardaki manevra kabiliyeti gerilla savaşından çok diplomatik araçları kullanmaya bağlıydı. Bu gerçeklikten hareketle Arafat, FKÖ içindeki radikal unsurların etkinliğini azaltmaya ve Filistin halkının direniş hareketi içindeki hareketliliğini kolaylaştıran “ya her şey ya da hiç bir şey” olarak formüle edilebilecek söylemini yumuşatmaya yönelik adımlar attı. FKÖ’nün, Haziran 1974’te 12. yıllık toplantısında ilan ettiği ‘10 Madde Programı’nın dördüncü maddesi bu adımlardan biridir:
“Filistin’in kurtuluşu için yapılan her eylem FKÖ’nün demokratik Filistin Devleti’ni kurmaya yönelik stratejisinin bir parçasıdır.”4
1974’teki toplantıda alınan kararlar, ilerleyen yıllarda diplomasinin de silahlı mücadeleyle birlikte bir araç olarak kullanılacağının işaretiydi. Dikkatli bir okumayla, FKÖ yönetiminin bu kararlarla, uluslararası görüşmelerde verilmesi muhtemel tavizleri Filistin’in özgürleştirilmesi için atılan adımlar olarak algılatmak istediğini iddia edebiliriz.
FKÖ’nün diplomasiyi de silahlı mücadele gibi Filistin’in bağımsızlığına giden yolda bir araç olarak kullanma niyeti hemen karşılık buldu ve Yaser Arafat 16 Ekim 1974’te Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından, aynı yıl kasım ayında New York’ta düzenlenecek olan BM toplantısına davet edildi. Arafat, 13 Kasım 1974’te BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada5 direnişin meşru olduğunu ve meşruiyetini emperyalizmin ve kolonyalizmin Filistin topraklarındaki devamı olan Siyonist işgale karşı gösterilen savunmadan aldığını dünya liderlerine anlattı. Filistin sorununun çerçevesini Siyonizm’e karşı verilen varoluş mücadelesi olarak çizdi ve BM üyesi devletleri soruna bu çerçeveden bakmaya çağırdı. Arafat’ın dünyadaki bağımsızlık savaşlarından örneklerle ve dini anlatılarla süslediği konuşması, Filistin sorununu dünya gündemine taşıması ve FKÖ’nün uluslararası alanda tanınmasını sağlaması bakımından başarılıydı. Sembolik anlamların ağırlıkta olduğu bu konuşma, uğrunda savaşılan bağımsız Filistin Devleti’nin sınırlarına değinilmemesi ve Arafat’ın bölge barışına yönelik mesajları göz önüne alındığında FKÖ’nün giderek müzakere masasına yaklaştığının, en azından söylemindeki yumuşamanın en erken işaretlerinden biri olarak da okunabilir. Arafat’ın müzakere masasına yaklaştığına yönelik işaretlerden birisini de Der Spiegel dergisinin 7 Ekim 1974 tarihli sayısında bulabiliriz:
“Soru: Filistin Devleti bugünkü İsrail toprakları üzerinde mi olacak?
Yaser Arafat: Ben gelecekteki demokratik Filistin Devleti hakkında konuşmak istiyorum, devletin sınırları hakkında değil.”
Arafat’ın BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasını sadece dünya devletlerine verilen mesajların bir listesi olarak okumak konuşmada seslenilen aktörlerin hepsini görmemizi engelleyebilir. Arafat hem konuşmasının başında iki defa hem de konuşmasının sonlarına doğru bir defa FKÖ’nün Filistin halkının tek ve meşru temsilci olduğunun altını çizdi. Bu vurgu, Arafat’ın 28 Ekim 1974 yılındaki Rabat Konferansı’nda FKÖ’yü Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi olarak tanıyan -tanımak zorunda kalan- Arap devletlerinin FKÖ üzerindeki kontrollerini azaltma çabasında başarıya ulaştığının ve temsiliyet krizinin sona erdirdiğinin ilanıdır. Kısaca, 1974 Birleşmiş Milletler Konferansı, FKÖ’ye Filistin sorununu kendi bakış açısından dünyaya anlatma fırsatı vermiş, dünya kamuoyunun direnişe desteğini artırmış, İsrail’e karşı yaptıkları bütün savaşlardan başarısız çıkan Arap devletlerinin FKÖ’yü kontrol altına alma çabalarının artık bir işe yaramadığının bir ilanı olmuştur.
IV.
FKÖ’nün direnişi etkin hale getirmede karşılaştığı en önemli zorluk, İsrail işgaliyle bölgeye dağılan yüz binlerce Filistinlinin kendilerine tutunum sağlayacak ortak bir bilinçten giderek uzaklaşmaları ve Arap devletlerinin yenilgileriyle umutsuzluğa düşmeleriydi. 1948 felaketinden sonra birbirlerinden coğrafi olarak uzaklaşan Filistinli kitlelerin mobilizasyonlarını ve tutunumlarını sağlamak için ortak bir kimliğin ve bu kimliği yeniden üretecek mekanizmaların yaratılması işini de FKÖ üstlendi.
FKÖ, kurulduğu ilk yıllardan itibaren temsilciliğini üstlendiği Filistinlilerin kimlik taleplerine cevap verebilecek ve onların sorunlarına çözüm üretebilecek bir yapıda örgütlenmeye başladı. Örgüt kısa zamanda, sadece silahlı direniş örgütlerinin ve onların temsilcilerinin değil; planlama, sağlık, eğitim, araştırma, koordinasyon, maliye ve politika bölümlerinin de yer aldığı bir yapıya kavuştu. Devlet benzeri bir yapıda örgütlenen FKÖ, Filistinlilerin gündelik sorunlarına cevap veren bir örgüt yapısıyla toplumu biçimlendirmeyi ve dönüştürmeyi direnişin bir parçası olarak görüyordu. Bu dönüştürme işini gerçekleştirmek için yukarıda sayılan ana bölümlerin belli başlı alt birimlerinin neler olduğuna bakmak yararlı olacaktır; Gençlik ve Spor Yüksek Konseyi, Tiyatro ve Sanat Federasyonu, Aslanlar ve Çiçekler-Filistin Gençlik Organizasyonu, Filistin Haber Ajansı, Filistin Fotoğraf ve Film Birimi, Radyo, Çocuk merkezleri, Filistin Kızılayı, Filistin Mahkumlarını Savunma Komitesi. Bu birimlerin işgal altında ve savaşların arasında ne kadar verimli olabileceği tartışma konusu olsa da Filistin halkının ortak bir kimlik kazanmasında etkili oldukları bir gerçektir. Bu birimler, aynı zamanda FKÖ ile bölgeye dağılmış Filistinliler arasındaki iletişimi sağlayan araçlardır. Örneğin, Kral Hüseyin’in FKÖ savaşçılarını Ürdün’den atmasından sonra Lübnan’a yerleşen FKÖ kadrosu, Filistinlilere ve bölgedeki Arap halklarına FKÖ Radyosu aracılığıyla mesajlarını iletmeyi sürdürdü. 1976 yılında Salah Halef’in Beyrut’ta FKÖ Radyosu’nda yaptığı konuşma buna örnek olarak verilebilir:
“…Filistin direnişi özgürleştirilecek, bütün topraklar üzerinde ulusal bir yönetim kuracaktır…”
1964 yılında ilan edilen ve 1968 yılında son şeklini alan FKÖ İlkeleri’nin yirmi altıncı maddesi, aynı zamanda Filistinlilerin benliğinde işgal ve sürgünler sonucunda zedelenen ulusal sınırlar, vatan gibi kavramları Filistinlilerin kimliğine tekrar yerleştirme çabalarının bir ürünüdür.6 Bu maddede, FKÖ’nün, her ne kadar sınırları çizilmese de, eskiden Filistinlilere ait olan ve silahlı mücadele sonucunda tekrar Filistinlilere ait olacak bir toprak parçasına vurgu yapması dikkate değerdir. FKÖ’nün ilkeleri 1964’te “Al-Mithaq Al-Qavmi Al-Filastini” başlığı ile yayınlanmış, 1968’deki düzeltmelerden sonra “Al-Mithaq Al-Watani Al-Filastini” başlığı ile tekrar ilan edilmiştir. İlk başlıktaki “kavim” kelimesinin “vatan” kelimesi ile yer değiştirmesi Pan-Arabizm ile Filistin milliyetçiliği arasındaki çekişmeyi gösterdiği gibi, Nasır’ın düşlediğinin aksine Filistin varlığına ait bir Filistin toprağı olduğuna dair algılamayı da kayda geçirmiştir.
Filistin kimliğinin oluşumundaki diğer bir faktör de liderliktir. Arafat, hitabet yeteneği ve ikna gücüyle Filistinli kimliğinin oluşumunda gerekli olan güçlü bir lider portresi çizmeyi başardı. El-Fetih’in gerilla savaşındaki başarıları, Arafat’ın kendi geçmişine yönelik, doğruluğu hala tartışılan, abartılı anlatıları, kahramanlıkları, onu Filistinlilerin gözünde mitleştirmişti.7 Arafat’ın Filistin halkının lideri olarak kazandığı destek, onun kitleleri harekete geçirmesini ve Filistinli kimliğini, bölgenin farklı yerlerine dağılmış Filistinlilere benimsetmesini kolaylaştırıyordu. Arafat, bu desteği de arkasına alarak Filistin direnişini, Arap devletlerinin politika yapma alanı olmaktan çıkarıp Filistin toplumunun varoluş mücadelesi haline getirdi. FKÖ’nün bölgedeki etkinliği ve sunduğu örgüt yapısı, liderlik ile halk arasındaki iletişim kanallarının kurulmasına ve karşılıklı bir etkileşimin ortaya çıkmasına yardımcı oldu. Arafat, Filistin toplumunun dinsel farklılıklarını da göz önünde bulundurarak demokratik, laik Filistin devletini kuracak bir direniş örgütünün lideri olduğunu sürekli vurguladı. FKÖ’nün direnişinde önemli yer tutan “demokratik, laik Filistin devleti” söylemi Filistin bölgesinde yaşayan bütün halkların farklılıklarıyla birlikte Filistinli kimliğine dahil olabileceklerini anlatması açısından önemlidir.
Filistinli kimliğinin inşa sürecinde rol oynayan faktörlerden birisi de anlatılardır. Ortak bir Filistinlilik bilincinin direnişi daha etkin hale getireceğinden hareketle, FKÖ, geçmişte yaşanan acılara, yaşanmakta olan işgale ve direnişe, gelecekte kurulacak demokratik ve laik Filistin Devleti’ne olan inanca dayalı anlatıların üretilmesinde ve benimsetilmesinde önemli rol üstlendi. Bu anlatıların yayılmasında hem FKÖ’nün kendi birimleri (radyo, haber ajansı) hem de uluslararası medya araç olarak kullanıldı.
Filistin halkının direnişe katılımını artırmak, moralini yüksek tutmak ve yaratılmakta olan Filistinli kimliğini somutlaştırmak için birtakım semboller de etkin bir şekilde kullanıldı. Arafat’ın kefiyesi ve silahı, direniş örgütlerinin makineli silahları, dağda yürüyen gerilla resimleri, zafer işareti, bayrak ve marşlar bu sembollerin en bilindik olanlarıdır. FKÖ hem bu sembollerin üretilmesini hem de bunların yayılmasını üstlendi. Bu sembolleri üreten mekanizma olarak kendisi de Filistin halkının gözünde bir sembole dönüştü. Başka bir deyişle FKÖ, Filistinli kimliğinin bir parçası haline geldi.

Sonuç

İsrail işgaline karşı Filistin direnişini örgütleyen FKÖ’nün bu direnişi örgütlerken karşılaştığı zorlukları çözme çabasından hareketle Filistin direnişine bugüne kadar sunulanların dışında başka bir çerçeveyle bakmak mümkündür.
20. yüzyılın başından itibaren başlayan işgale karşı direniş, 1948 yılında İsrail Devleti’nin kurulması ve yüz binlerce Filistinlinin mülteci durumuna düşmelerinin ardından temsiliyet kriziyle karşı karşıya kaldı. Bölge devletlerinin Filistin sorununa yönelik güven vermeyen tutumları, geleneksel liderlik anlayışının başarısızlığa uğraması ve ortak bir direniş stratejisinin yokluğu FKÖ’nün kurulmasında ve Ortadoğu siyasetinin etkili bir aktörü haline gelmesinde etkili olan nedenlerdir.
FKÖ, 1964 yılında itibaren kendi içindeki grupların mücadelelerinin, bölge devletlerinin örgütü kendi çıkarları doğrultusunda kullanma isteklerinin ve Filistin halkının ortak bir kimlik kazanmasına yönelik girişimlerin kristalleştiği bir platform oldu. 1969 yılında FKÖ’nün yönetimine gelen El-Fetih grubu, Filistin sorununu Pan-Arabizm’in etki alanından çıkarmak ve örgütü Filistin halkının tek ve meşru temsilcisi yapmak için bölge devletleriyle mücadele etti. Sorunu uluslararasılaştırarak ve denge siyaseti izleyerek bu mücadelesinde başarılı oldu. FKÖ lideri Arafat’ın izlediği popülist-milliyetçi, kapsayıcı-bütünleştirici söylem, FKÖ içindeki grupların örgütten kopmalarını engellerken, Arafat’a da bu örgütleri kontrol altında tutabileceği bir alan kazandırdı. İşgal ve sürgünlerin Filistin halkında yarattığı kimlik krizini çözme işini de FKÖ üstlendi. Devlet benzeri bir kurumsallaşmanın yaratılması, toprak-halk arasındaki ilişkinin kurulması, liderlik, ortak anlatıların yaratılması ve sembollerin etkin olarak kullanılmasıyla FKÖ, Filistin halkına bir kimlik kazandırmaya çalıştı.
Bu yazı bölge devletleriyle ve örgütü oluşturan oluşumların yıkıcı etkileriyle mücadelenin ve Ortadoğu’ya dağılmış yüz binlerce Filistinlinin kendilerini ait hissedebilecekleri bir Filistinli kimliği yaratma çabasının, FKÖ’nün işgale direnişine dahil olduğunu açıklamaya ve direniş kavramını da FKÖ üzerinden sorgulamaya yönelik bir okumanın sonucudur. FKÖ’nün direnişi, karşılaşılan sorunların ve bu sorunlara yönelik çözümlerin bir ürünü olarak anlaşıldığı takdirde, hem örgütü hem de işgale karşı direnişi, realist bakış açısının ve kronolojik okumaların dayattığı dar çerçevelerden kurtularak anlamak mümkün olabilir.
Kaynakça
Becker, Jillian. 1984. The PLO, The Rise and Fall of the Palestine Liberation Organization, New York: St. Martin’s Press.
Doumani, Beshara. 1995. Rediscovering Palestine, Londra: University of California Press.
Frangi, Abdullah. 1983. The PLO and Palestine, Frankfurt: Zed Books.
Grossman, Lawrance I. 1977. The Palestine Liberation Organization: A Documentary Handbook, Montreal:Canada-Israel Committee.
Kurz, Anat N. 2005. Fatah and the Politics of Violence, The Institutionalization of a Popular Struggle, Brighton: Sussex Academic Press.
Nassar, Jamal R. 1991. The Palestine Liberation Organization, From Armed Struggle To The Declaration of Indepence, New York: Praeger Publishers.
Pappe, Ilan. 2007. Modern Filistin Tarihi, Ankara: Phoenix Yayınevi.
Rubin, Barry; Rubin, Judith. 2003. Yasir Arafat: A Political Biography, New York: Oxford University Press.
Yaniv,Avner. 1974. PLO, A Profile, Jerusalem: Israel Studies Group for Middle Eastern Affairs.
http://www.bianet.org/bianet/kategori/siyaset/9101/arafatin-son-surgunu
http://www.iris.org.il/plophase.htm
http://www.mideastweb.org/arafat_at_un.htm
http://www.state.gov/p/nea/rls/22573.htm
1 18. ve 19. Yüzyıllardaki Filistin ekonomisi ile ilgili olarak, bkz. Doumani, Beshara. (1995) Rediscovering Palestine.
2 Karameh savaşında FKÖ savaşçılarının vücutlarına sardıkları bombalarla İsrail tanklarının önüne atlamaları, bu savaşın efsaneye dönüştürülmesinde sıkça başvurulacak bir örnek olacaktır.
3 1970 yılında Kral Hüseyin, FKÖ’yü Ürdün’den atmış, 1980’li yıllarda Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad, Yaser Arafat’ı baş düşmanı ilan etmişti.
4FKÖ’nün 1974 yılında ilan ettiğı programın tam metni için bkz. http://www.iris.org.il/plophase.htm
5Yaser Arafat’ın 1974 BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmanın tam metni için, bkz. http://www.mideastweb.org/arafat_at_un.htm
6 FKÖ’nün 1968’de ilan edilen ilkelerinin tam metni için bkz. http://www.state.gov/p/nea/rls/22573.htm
7 Arafat’ın biyografisi için bkz. Rubin, Barry; Rubin, Judith. (2003) Yaser Arafat: A Political Biography.

2 yorum: