Ara

Joseph A. Schumpeter:
Kapitalizm ve Süreksiz Devamcısı (?)
Olarak Sosyalizm (2)



Giriş

Bu yazı, Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi adlı yapıtı özelinde Schumpeter'in elit kuramını özetlemek, kapitalizm-sosyalizm karşılaştırmasında yazarın sisteme ve seçkinlere dayalı gözlemlerinde yer alan tarihsel yaklaşımı ön plana çıkartmak için hazırlandı. Schumpeter'in Marksizm eleştirisini de içeren incelemesi, sosyalizmi kapitalizmin başarıları sonucunda kurulacak bir sistem olarak öngörmesi anlamında da değer taşımaktadır. Bu yorumu anlayabilmek için kitabın bazı bölümlerine daha fazla odaklanacağız. Böylece kapitalist üretim ilişkilerinde ve sosyalizmdeki süreklilik içeren noktaları, olası kopuşları Schumpeter'in gözünden aktarmaya çalışacağız. Sosyalizme giden yolu zorlayan yapısal, tarihsel süreçleri izleyen Schumpeter’in kapitalist ve sosyalist toplumlarda elitlere yüklediği role özellikle değineceğiz. Buradan hareketle, kurucu bir kavram olan etik’in sosyalist toplumdaki olası işlevi de çalışmada işlenecek.

Marksizm Eleştirisi Üzerinden Kapitalizmi Anlamak

Schumpeter, eserine Marksizm analiziyle başlar ve “Mürşit Marx” başlığıyla Marksizmin kendisini yeryüzünde cennet vaat eden bir din biçiminde sunmasına eleştiri getirir. Öyle ki başka bir bilimsel kuram kendisini ondan daha iyi açıklasa bile, Marksizmin dünya sorunlarına getirdiği bakış ve sonucu kesin koyan ifade biçimi, ihtiraslı cümleleri, ithamları, çatışmacılığı onun daha fazla önemsenmesine neden olmuştur.1 Marx'ı anlamanın burjuva uygarlığının maddeci mekanik çağda yeni yapıtlar veremediği ve kültürel yoksunluk yaşadığı bir dönemde eser verdiğini bilmekle mümkün olabileceğini belirtir. Marx, kültürel fakirlik ortamına doğduğu için, ekonomi politik eleştirisini ve sınıf kuramını, tarihsel materyalizmi kendinden önce gelen düşünürlerin bilgi birikimi üzerine kurmuştur. Belki onun yerindekiler deneysel yöntemlerini sürdürseler, pozitivizmin kurallarını her sosyal olguya uyarlamaya çalışsalar, analitik bilgilerini 'toplumun kendisi' saysalar daha az başarı gösterirlerdi. Marx'ı Marx yapan, duygulara da hitap eden ve şanssızlar kitlesince duyulan hislerin teorik tercümanlığını üstlenen, kalbin isteklerini göz önünde tutan bir analizdir,2 hoşnutsuzlukların bir tür hümanist bileşkesidir. Schumpeter, Marx'ın 'sınıf bilinci'ni yanlış biçimde, tamamen toplumsal anlamıyla kullandığını, bunun da genelde yükselme ve küçük burjuva olmak isteyen işçi psikolojisini sarstığını ifade eder. O, basit anlamda bir mistisizme saparak işçilerin her ediminden bir sınıfsallık türetmemiştir fakat elde ettiği veriler işçi kitlelerinin aramadıkları amaçlara ulaşmayı hedeflemişti. Bu anlamda Marx, sırf hedeflediğine ulaşabilmek için incelediği uygarlıkların tarihsel özgünlüklerini es geçmemiş, kapitalist toplumda burjuvazi dahil her tarihsel olguya, figüre gereken değeri vermeye çalışmış, ölüme mahkûm ettiği bir sistemin tarihsel gerekliliğini teslim etmiştir.3
Marx'ın mürşit tutumu, teorisinin hâlesi sayılırsa, Sosyolog Marx'ı izlemek, bilimsel çalışmalarına daha fazla eğilmeyi gerektirir. Marx'ta Alman ekolünün de verdiği bir açılımla felsefi düşünme arka planı sağlamdı. Bu tavır, Hegelci diyalektiği reddinde de bir miktar izlenebileceği gibi, pozitif bilimleri metafiziğe tercih etmedi. Sosyal veriler ve maddi yaşam süreçleri odağıydı. Sosyal veri Marx'ta geniş bir tarihsel perspektife oturdu. Tarihin ekonomik yorumu, insanların bilinçli ya da bilinçsiz tamamen ya da kısmen ekonomik sebeplerle hareket ettiklerini göstermez. Tersine, ekonomik olmayan sebeplerinin, rollerinin açıklanması sosyal gerçekliğin insanların bilinçlerinde yer almasını sağlayan dolaşımın araştırılması teorinin önemli parçalarındandır. Marx, yalnızca kültürel verilerin gelişim ve düşüşlerini açıklamaya yarayan ekonomik süreçleri açıkladı: Üretim biçimleri sosyal yapının ortaya çıkışını sağlamaktaysa bu hareketler uygarlığı meydana getirirdi. Ona göre, üretim biçimleri, kendi sosyal şartlarını ve yaşam düzeylerini yaratırlardı.4 Schumpeter, tarihsel maddeciliğin temel argümanlarını sıraladıktan sonra örnekler üzerinden üretim biçimindeki bir değişimin sosyal şartları, yapıyı kendiliğinden değiştirmeyebileceğini anlatır. Bu otomatizasyon, her ne kadar Marksizmin şematik algısında 'kabul edilebilir' bir üstyapı değişkeni uyumsuzluğu olsa da, esasında bu tip sosyal verilerin fazlalığı altyapının sanıldığı kadar belirleyici olmayabileceğini gösterir. Schumpeter'in düz okumasından kaynaklanan bu Marksizm tespiti, ona göre üretim ve sosyal kurumlar arasında sanıldığı kadar kesin, çizgisel bir ilişki olmadığını gösterebilir. İlerleyen sayfalarda proletarya ile burjuvaziyi karşı karşıya bırakmak adına Marx'ın üretim ilişkilerinin, kültürü ve siyasi tarihi belirleyeceği savıyla sınıflariçi bir kültürün de kamplaşmış temelini atacağını, bunun sosyal sınıfları dar anlamda ele almaktan ve analitik bakışındaki zorunlu indirgemeciliğe saplanmaktan kaynaklandığını belirtir. Schumpeter'de Marx, kendi analizinin tuzaklarından dolayı kendi kendisinden kurtulamayan, temel ekonomi bilgisini Quesnay ve Ricardo'dan alan bir figür olarak gösterilir.
Ricardo'dan temellendirdiği değer teorisi, mükemmel rekabet ve denge koşuluyla, her malın değerinin bu malın içindeki emek miktarına bağlı olduğunu anlatır. İş miktarı, iş saati birimiyle ölçülür ve farklı nitelikteki işler zaman ortak paydasıyla tektip haline dönüştürülmeye çalışılır. Emeğin ekonomik değerin temeli olmadığı savına karşılık, emeğin ürünün temeli olduğunu varsayan emek-değer teorisi ciddi bir cevap bulma sorunu yaşayabilir, zira bu teori emeğin homojen ve tek üretim faktörü olması üzerinden kurgulanmıştır.5 Ara sınıfların oluşumu Schumpeter'e göre bu teoride ya pek incelenmemiş ya da proleterleşme okumasını sekteye uğratacak bir gerçekle karşılaşıldığında görmezden gelinmiştir. Örneğin, üstün zekalılık, iş üretme kapasitelerindeki fark, tasarruf yoluyla kapitalistleşme süreçlerine fazla eğilmediğini söylediği Marx'ın bu konuda can sıkıcı bir gerçeği bilerek ıskaladığını anlatır. Halbuki zeka ve enerji, sanayi üretimindeki iş pozisyonlarında başarıyı %90 civarında etkileyebilen, burjuvazinin doğal bir eğilimidir.6 Yine Marx'ın görece az yer verdiği sermaye birikim biçimlerinden tasarrufu Schumpeter, klasiklerin kişisel tasarrufu sermaye birikiminden ayırmayan yanlışlarını gösterdiği için önemser, ancak Marx'ın teorisini de abartılı bulur. Schumpeter, sermaye birikimiyle tasarruf arasına konan Marx'taki ayrımı kabul eder ancak feodal dönemin sonundaki sermaye birikim süreçlerinde gözlemlenen girişimcinin el emeği, kişisel tasarrufu ve doğal zekasını da öne çıkarır.7 Marksist teoriye göre; toplam sermayenin sabit bölümü, özellikle kapitalist sistemin karakteri gereği, gelişen üretim yüzünden çoğalıyorsa sermaye veriminin oranı da azalacaktır.8 Sabit sermaye değişen sermayeden daha hızlı oranda artacak, ücretler artma eğilimi gösterdikleri takdirde iş saatlerinin miktarı azalacak ve artık-değer azalacak, kapitalizm emperyalizm aşamasıyla kendi kendine sönümlenecekti.9 Marksizm, koloniyalizmle bağlantılandırdığı ucuz hammadde ve işgücü akışını evrensel anlamda bir sınıfsal pencereden okumaya çalışır, fakat Schumpeter için koloniyal politikanın sebepleri, sosyal sınıflar mücadelesiyle ilişkili değildir. Marksizm bu emperyal dönemi bir evrensellik iddiasıyla yorumlayarak sosyal sınıflar mücadelesinin izdüşümünü koloniyalizmde ve beraberindeki krizlerde görme hatasına kapılmıştır. Kaldı ki tüm bu faktörler Marx'ta bir kriz ya da da yükseliş devrinin nedenleri-sonuçları üzerinden değil, kapitalizme içrek ve bir anlamda özsel bir zorlamayla kriz, belli kurguların belli sonuçları doğuracağı biçiminde 'mantıki yönden'10 zorlanmıştır. İşletme ve örgütlenme biçimlerinin, özelde bürokrasinin kitlelere açılımı sınıf perspektifi ya da genel bir kapitalizm okumasından çıkarsanmaya çalışılmıştır. Ne var ki bu yöntem, Marx'ın kendisinden önceki iktisatçılardan farklı olarak, ekonomi teorisinin ne şekilde tarihsel analiz niteliğine erişeceğini kabul eden, tarihsel etütlerin nasıl 'mantıki tarih' haline gelebileceğini gösteren ilk iktisatçı kimliğine11 aykırı değildir.
Schumpeter'de kapitalizm, dönemler halinde incelenecek sanayi devrimleriyle anlam kazanır. Tarihsel olarak İngiliz kraliçesinin giyebildiği çoraplar, farklı kalitelerde bir kitle üretimi yoluyla tüm gelir gruplarına satılabiliyor ve bu fabrika üretiminde çalışanı da aynı anda potansiyel bir müşteri konumuna sokabiliyorsa, kapitalist gelişmenin karakterini işte bu ürün çeşitlemesi ve kitle üretiminde aramak gerekir.12 1780-1790, 1840-1850, 1897-1911 dönemlemesinde konjonktürel eğriler tespit eden Schumpeter, yeni üretim yöntemlerinin (makineli fabrika, kimyasal sentez vb.), örgüt modellerinin ve tüketim kalıplarının (elektrikli araç, otomobil vb.), yeni hammaddelerin (Plata yünü, Amerika pamuğu, Katanga bakırı vb.) ve yeni pazarların her bir devrede kapitalizmin işleyişini yeniden düzenlediğini ifade eder. Genel olarak kapitalist işletmelerin gelişiminden ayrı seyir izleyen beş faktörü sıralar: Devletin rolü (özelde 1870-1914 döneminde devlet müdahaleciliğinin oligopol piyasalara, güvenliğe, silah harcamalarına etkisi), altının kapitalist üretimde öncelik taşıyan bir faktör olarak kullanılmamaya (1890'lar) başlanması, nüfus artışı, coğrafi keşiflerin sermaye, hammadde ihtiyaçlarını ve Avrupa'da sınıflararası çatışmadan doğan gerginliği azaltması, teknik ilerlemeler.13 Tipik bir çiftliğin üretkenliği tarımda makineleşmeyle ve sınai tarımla artmış, enerji sektöründe su değirmeni yerini modern türbinlere bırakmış, ulaştırmada posta arabalarının yerine uçaklar geçmiş, yeni ulusal ve dış pazarlara geniş yelpazede ürünlerle açılınmış, yoğun ve büyük işletmelerin seri üretimini denetleyecek yeni örgütlenme biçimleriyle kapitalist sistemin kâr odaklı yükselişi sürekli içeriden devrim yaratarak ilerlemiştir. Bu sistemi ilerleten güç, 'yaratıcı yıkım' kavramıyla anılan kapitalist girişim, her girişimi de er geç kendisine benzetecektir. Bu yaratıcı yıkımın niteliği uzun erimli gözlemlenebilir bir karar süreci olup her gelişme döneminin iç şartlarıyla birlikte değerlendirilebilmelidir.14 Bu devrimler, her defasında gerçek gelirin akışını 'derinleştiren' ve 'genişleten' bir çığ gibi tüketim maddelerini artırmakta, önceleri bazı sıkıntılara, işsizliklere neden olsalar bile refah artışını sağlamaktadır. Kitlelerin çeşitli mallara kavuşabilmesi problemi, kapitalist sistemin araçlarıyla üretildikçe çözümlenmiştir.15 Her çağda kitlelerin tüketiminin arttığını, doların satın alma paritesinde yükselme görüldüğünü belirtir. 1890'dan itibaren aynı maddelerin fiyatlarındaki gelişme, para birimiyle değil de malları satın alabilmek için gereken çalışma saati miktarıyla karşılaştırılırsa gelişmenin hızı, üründeki kalite artışı gibi konular Schumpeter'e göre olumludur.16 1760-1940 döneminde bir işçinin bütçesi yalnızca çeşit ve mal bakımından büyümemiş, kalite bakımından da yükselmiştir.17 Ne var ki bu genel değerlendirme, tıpkı Marx'ın devrevi krizleri açıklarken kullandığı genel kötümser yorumu bu kez iyiye çevirmekten öte bir anlam taşımıyor. Marx'ın ekonomi analizini tarihsel perspektife oturtmasını öven Schumpeter'in, beraberinde devrevi kriz analizinde daha çok değer yüklü bir Marx portresi çizmesi ve artık-değer teorisini ekonomi bağlantısının ötesinde kendi kurgusuna göre bir sömürü sonucu çıkartması ona ne kadar bilimdışı görünüyorsa, Schumpeter'in bu devrevi analizi de yine 'her sanayi devriminin sonuçlarının uzun erimde kitlelere olumlu yayılacağı' yönünde bir öz barındırmaktadır.
Schumpeter, belki de bu özselliği aşmak adına kapitalist sistemin bazı tarihsel özgünlüklerini sıralamaktadır. İlk olarak burjuvazi, iş hayatındaki başarılarıyla ve hayatın tümünü ekonomik bir kazanç hedefiyle ördüğü için başarıya ve kâra odaklıdır. Başarının mükâfatının öncelikli olarak kâra yansımasını ister. Ayrıca iflas korkusu, her türlü cezai düzenlemenin önüne geçmiş olduğundan, birikim ve ilerleme düşüncesi burjuvaziyi yeni örgütlenme modellerine, üretim tekniklerine zorlar. Girişimci sınıfa dahil olmanın 'başarılı olma' gibi bir kuralı olsa da burada sosyal çevreyle önceden iyi ilişkiler kurmanın da Millsçi anlamda bir şans faktörünü doğurduğu belirtilir. Şans, idealist anlamda değil, daha çok kendi ilerleme kanallarını açma becerisiyle ifade edilir. Wright Mills'te üst yöneticiler için başarıda şans faktörü, aslında çok da muğlak bir kavram değildir. Şans, özellikle üst sosyal çevrelerin birbirleriyle yakın bağlar kurmaları ve yükselme gösteren bir yöneticinin başarılı olmasının kriteri olarak önüne konan üst yöneticilerden geçer not almasıdır. Şans, bu aşamada üstatların yaptıklarını izlemek ve sosyal çevresinde yine üst düzeylerle ilişkiye geçmekle ilgili bir durumdur.18 Ancak Mills'te şans faktörünün Amerikan toplumunda farklı sınıflarda ve sosyal tabakalarda farklı elde edilme biçimleri belirtilse de Schumpeter şans faktörünü kabiliyetli olma ve bunu sosyal ilişkilere dökebilme haliyle eşler, Mills'ten daha kısa bir yol izleyerek yüksek gelir getiren mevkiye erişmenin aynı mevkide başarıya ulaşmak olduğunu bildirir.19
Marx, gerçekte kapitalizmi açıklama gayretindeyken, tarihsel analize dayalı örneklerini bazen kapitalist verileri açıklarken kökensizlik gördüğü yerlerde önceki üretim biçimlerindeki geçişliliklere bağlamayı istemiştir. Kapitalist topluma giden yolun köklerini feodal dönemde (Asyatik üretim tarzı da bu üretim biçiminin kendisinden çok kapitalizm öncesi biçimleri anlamak için kullanılmıştı) ararken, kapitalizm analizine uymayan bazı verileri feodalizme dönüşü sırasında orada bırakmıştır. Tarihte sosyal olgularda kişisel rolün önemi konusunda yine korsanlar ve yağma ekonomisi, ilerideki ticaret için birikime yol açmıştı. Bunun için üretim biçiminin zorlamasından çok o sosyal gruptaki, örneğin korsanların kişisel becerileriyle bu talanı gerçekleştirmeleri gerekmişti.20 Marx, birçok açıdan Ricardo'dan beslense de onun kuramının üzerine eklemelerde bulunmuştur. Örneğin, sermayenin net geliriyle ilgili ayrımlar Marx'ın önceki başlıkta anıldığı üzere bir tür ezilmişlikleri birleştirme kaygısını içinde taşıyarak ilerlemektedir. Ne var ki bu unsurdan da önemli olan, Marx'ın kuramında üretim biçimlerine bireysel edimlerden fazla yer vermesinin de bir nedeni oluşturan, büyük Sistem'i okuma kaygısıdır. Burada Marx, bulgularını yegâne kurtuluş yolunun bilgi'si olarak sunmaya yakın bir didaktik anlatım kullanmakla beraber, asıl derdinin sloganlardan uzaklaşmış bir kapitalist mantığın açığa çıkarılması olduğunu vurgular. Burada patron sömürüsü ya da tek başına bir artı-değer sorunundan bahsetmek artık olası değildir, zira Marx'ın bireysel, örgütsel eylemlerden ziyade sistemik kavrayışa uzanmak adına tek tek özgüllüklere yukarıdan bakması bir yöntemsel sorun ve aynı zamanda siyasal seçim halini almıştır.
Marx'a göre işgücü, potansiyel bir iş yükünü temsil etmektedir. Bu 'stok', kapitalist toplumda mal değerindedir, çünkü iş sözleşmesi, köleden farklı olarak kişinin bedenini değil ama potansiyel işgüçlerini satın almış olur. Schumpeter ise yine değer kuramından hareketle, tam rekabet durumunda emeğin gereken saat miktarına (işçiyi yetiştirme, giydirme, yedirme, barındırma için gereken süre) oranla ücret alacağını savunur ve potansiyel iş stokunun değerini piyasa kurallarının belirleyeceğini düşünür. Burada Marx, ona göre işgücü analizinde işçinin tam da nasıl çalışmaya zorlandığını sosyal fikirlerden oluşan bir dekor içinde popüler sloganlarla ifade etmiştir.21 Halbuki işçi, iş potansiyelinin tam değerini almaktadır ancak daha fazla çalıştırılarak kapitalist tarafından üretim için harcanan iş saatine oranla daha kârlı biçimde satılan mallar üzerinden elde edilen ek kazanç da kapitaliste kâr olarak dönmektedir. Marx'ın kesinlik kurarak bağladığı emek-değer denkleminde emek değerinin emek üretimi için harcanan iş saatine orantılı olduğu ispat edilememiştir. Emek, değerin özü olduğuna göre, bütün metaların sahip olduğu değerin miktarı da onlarda bulunan emeğin miktarıyla ölçülür, fakat bu süre metayı meydana getiren bireyin ihtiyaç duyduğu belirli süre ya da emek zamanı değil, toplumsal bakımdan gerekli emek zamanıdır: “Değerin miktarı, ancak bir kullanım değerini üretmek için toplumsal bakımdan gerekli olan emek zamanıdır” (Kapital, c.1, s. 46)22. Kapitalist sistem, artık-değerin maliyet fiyatına oranından oluşan geçici kazançlar sağlamaktadır; Marx'ın yoğunlaşma teorisini Schumpeter de reddetmez. Ne var ki Marx'ın değer ve artık-değer modeli tam rekabet ve denge koşullarına göre tasarlanmışken, kendisinin kapitalizmin mecburi krizler yaşayacağını ve bunun sistemin doğasına yabancı olmadığını vurgulaması, bu çelişkiyi saymazsak “kriz ve sömürü” nitelemesiyle olağan ve kriz dönemlerinde de sorunlu olan, işçinin hakkını gasp eden bir sistemin iki yönden de kötülemesini sağlayabilecektir.23

Elit Teori ve Kapitalizm-Sosyalizm Bağlantısı

“İspatlamaya çalışacağım tez, kapitalizmin ekonomik bir bozgun sonucunda yıkılacağı değil, başarısının sosyal kurumlarını çürütmesi ve bu şekilde kaçınılmaz bir halde kendini yıkacak şartları hazırlaması ve kendi yerine sosyalizmin gelmesini sağlayışıdır.
Vardığım sonuç, beni bu sonuca götüren düşünce silsilesi değil, hepsi Marksist olan sosyalist yazarların eriştikleri sonuçtan farklı değildir. Bununla birlikte bu sonuca katılmak için sosyalist olmak şart değildir.
Sosyalizmi şiddetle tenkit etmek, ama aynı zamanda bu sistemin dünyaya hâkim olacağını tahmin etmek, görmek mümkündür. Bu sonuç, onu kabul edenleri zorunlu olarak sosyalist yapmaz.”24



Demokratik elit teori25 içinde tanımlanabilecek Schumpeter, kapitalizm-sosyalizm bağlantısını iki üretim biçiminin karşılaştırmalı ekonomik analizinden çok örgütsel yapılarındaki farklılık ve/veya devamlılık üzerinden incelemekte, fakat analojiyi ön plana çıkaran bir tavır yerine sosyalizmin bürokratik kanallarının tamamıyla kendisine ait bir ilkeden doğmayacağını savunmaktadır. Örgütün, modern anlamda bürokrasiyle uyuşan yapılanmasında Schumpeter’in birincil işlev yüklediği yönetici elitler, gerek kapitalist, gerekse sosyalist üretim ilişkilerinde demokratik siyasal yapının sürdürülmesinde karar verici, ilerletici mekanizma olarak yer edinirler. Bu açıdan örgüt sorunu; ölçek, nüfus, istatistik ve toplumsal’ı kurma anlamında kapitalist düzende kamu-özel ayrışmasındaki muhasebe kayıt sistemi, emir-komuta zinciri, alışveriş dengesi ve tüketici geri bildirimi; sosyalist düzende ise yine bir yönetim sorunu açısından yeni bir işletme bilgisi26 ve kendine ait ‘piyasa’ yapılanması, fiyat ve tüketim biçimlerinin merkez komitesince saptandığı, kapitalist toplumun aksine alışveriş geri bildirimi üzerinden yürümeyen, fakat emir üzerinden işleyen ve kendisini biricikleştiren bürokrasi anlayışı yoluyla çözülecektir.
Bir yönetim sorunu olarak ortaya konan bürokrasi, özünde ne kapitalist ne de sosyalist toplumla milatlaşabilir. O, modern dönemin bir tür yaratıcısı ve varlık nedeni olarak kendi peçesini demokratik rejimlere, üretim biçimleri her ne olursa olsun, ölçek ve istatistik, karar verme süreçleri, bir meşruiyet krizi olarak oy kullanma faaliyetleri gibi görünümlerle açacaktır, toplumsal’ı örecektir. 'Modern' olanı belirleyen vurgu rasyonaliteyle yapılır. Modern öncesi insanla kapitalist aklın günlük yaşamı rasyonelleştirdiği ve önceki insan modellerinden ayırdığı düşüncesi Schumpeter'de belirgindir. “Kapitalizm öncesi inan kapitalist insandan daha az çıkarını düşünmez fakat kapitalizm, harekette ve tutumda rasyonellik demektir. Kazanç ve gider hesaplaması, rasyonalite üzerinde etkisini gösterir, aritmetiğe özgü işletme mantığına ayrı bir işlev kazandırır. Bu mantık, bir defa ekonomik sektörde tanımlanıp kantitatif yer kazandı mı, felsefeden tıbba, estetikten hukuk ve değerlere kadar tüm alanlara etkisini gösterir.27 Ekonomik etkinliğin daha aşağı birim olarak görüldüğü feodalizmden farklı olarak kapitalizm, alanına tüm iradeleri çekmeyi bildi28, aynı zamanda bu iradelerin yaratıcı teknik adımlarını işletmelere aktarmalarıyla bilimle ekonomi arasındaki mesafeyi iyice daralttı. İradenin metafizik inançlardan; her çeşit romantik ve mistik düşüncelerden atılmasının nedeni ve sonucu olan “ruh rasyonalizasyonu”, yalnızca amaçlara erişebilmek için gereken yöntemleri değil, aynı zamanda bu amaçları yeniden düzenler.29
Örgüt, bürokrasi alt başlığıyla birlikte düşünüldüğünde, demokratik kaos ortamlarının aşılmasında ve rejime bir sınır çizilerek kuralların üst organlarca saptanmasında gerekli rolü oynayacaktır. Bu, öylesine bir tasarımdır ki gerek merkantil, gerekse sosyalist toplumların ihtiyaç duyacağı demokratik bir yönetimin hallince yürümesinde olmazsa olmaz biçimlendirme faaliyetlerine imza atacaktır. Burada yönetilenler kapitalist ve/veya sosyalist demokrasiden dışlanmış, yönetim aygıtından, katılımdan yalıtılmış değildir. Ancak demokratik bir rejimin işleyebilmesi, genel karar alma mekanizmalarında elitlerin birbirleri arasındaki eşgüdüme bağlanmaktadır. Halk, siyasal a(o)landa kendisine biçilen rolü oynayan karakterlere dönüştürülmez ancak onun yerine, örgütlerce karılan bir toplumda yapısal gerekliliklerin var ettiği bürokratik kanalların kararlarıyla demokrasiye tutunur.
Kuşkusuz ‘bürokrasi’ derken modern bir kavramdan bahsedip duruyoruz, ancak bürokrasinin bir kapitalist tahakküm aracına indirgenmesinin çok ötesinde bir ölçek sorunun olduğundan da yola çıkabilmeliyiz. Schumpeteryen bir gözle, bürokrasi ve onu da kapsayan örgüt, merkantil toplumdaki kamu-özel ayrışmasında sektörel farklılıklar taşıyacak olsa da temelde aynı modern örgütlenmenin demokratik toplum için zorunlu olan yanına işaret edeceklerdir. Bu, kâr güdüsüyle hareket eden ve işletmenin muhasebe kayıt girdilerinde rol alan, temel işletim mekanizmalarını belirleyen elitler için de, alt kademelerdeki uygulayıcılar için de kapsayıcı, gerçek anlamda temel ilkeleriyle toplumun kendisini yukarıdan kuran ve yönlendiren bir mekanizmanın kendisidir. Polanyici bir bakışla; bu “örgütsel yaşam”, kapitalist toplumda, tıpkı kapitalist piyasa öncesinin, arkaikleştirilen biçimler’in’de de olduğu gibi mevcuttur, ancak onlardan farklı olarak, geçmişi bir bütün olarak kendi ilkelerine göre uyarlayarak, toplumdan uzaklaşarak ve toplumun üzerinde yükselerek ona yabancılaşır ve kendi iç krizleriyle boğuşarak temel bir ilke olarak ‘yaşamın nedeni, bireylerin statü simgesi’ haline geliverir. Daha ötesinde “piyasa toplumu”30 olarak Polanyi’nin not düştüğü, Schumpeter’in de bürokrasinin kendisi olarak belirlediği ‘şey’, doğası itibariyle belli bir süreklilik ve kopuş dinamikleriyle dönüşür. Ancak, kendisini bir ilke üzerinden ‘evrensel toplumun bilgisi’ diye kurması ve bunu yakın dönemi örnekleyen bir tarihsellik üzerinden sunması (çizgisel bir zaman akışı içinde değişmezlik olarak modern ‘insan insanın kurdudur’ mottosu); istatistik ile nüfusu belirlemesi, kaynaklara bu kapitalist kâr güdüsü içinden bakması, onu daha da totaliterleştirir, devasa tutarlılığı karşısında bizi cevap veremez hale getirir. İster istemez, kapitalist demokratik krizlerin gerek ekonomik, gerekse siyasal yönden aşılabilmesinde elitlerin kilit rolü teslim edilir, ancak elitlerin toplumu kurması ile toplumun kendisi arasındaki açı farkı (tabla ile zemin arasındaki mesafeyi kapatan ve ona masa görünümü veren ayaklar da denebilir buna), elitlerin merceğinden bu ölçek ve nüfus bilgisi’nin saptanmasıyla azaltılmaya çalışılır. Zahiri bilginin örgütün kendisi tarafından ‘toplumun ilkesi’ sayılması ve toplumca onaylanması demokratik kapitalist sisteme içrek bir yönelim olabilir. Bu kriz sarmalı –demokratik idare için genel oy ilkesi ve nüfus bilgisinin örgüt bilgisiyle birleştirilmesi sonucu örgütsel kimyanın toplumsal fizikle uyumlaştırılması süreci- elitlere daha merkezi rol atfedilmesine, yukarıda bahsedilen açı farkının azaltılması için de kamu ve özel sektör elitlerine karar mekanizmalarında daha fazla özerklik tanınmasına yol açabilmelidir. Öyle ki örgüt -kapitalist manada özel ve kamuda ortak bir ilke olarak özerk elit- kendi içinde barındıracağı elitlerin ‘girişim’e yönelik kabiliyetlerini sınırlamayacak, onlara daha özgün atılımlar ve hızlı karar verme süreçleri için kalıplarını dayatmayacaktır. Aksi halde, topluma dönük modern örgütsel yüzün, biçimlendirme ilkesinin elite de dönmesi; elitin toplumsallaştırıldıkça sıradanlaştırılması, toplum katına sıkıştırılması, indirilmesi esasında örgütün varlık nedenini sönümlendirebilecektir. Bu, cümle içinde kullanırsak; bayağılaşmış, ele ayağa düşmüş, siyaset elitleri halkla sürekli birlikte görülen popülizm örneklerinde veya apayrı bir izdüşümle demos’u kaos yaratma derecesinde karar alma süreçlerine sokan, eliti ona bağımlı hale getiren demokratik uygulamalarda gözlenebilir. Halk kitlelerinin tek başlarına sadece mevcut rejime yönelik öfkesini dağınık biçimde seslendirebileceğini fakat bunun bir siyasal içerik kazanarak o rejimin görece dışından bir ideolojik tasarımla siyasal tepkiye dönüşebilmesi için elit kitlenin gerekli olduğunu vurgulayan Schumpeter, 'aydın sosyolojisi' adını verdiği incelemesinde aydın'ın tarihsel izini sürer ve günümüzde onun belirleyici özelliğini farklı sınıfsal tabanlardan gelse de yine de kamuoyuna dönük bir rasyonaliteyle olaylara 'müdahil' olmasında bulur. Nüfus artışı, boş zamanın değerlendirilme biçimindeki değişim, gazete fiyatlarının düşmesi, öğretim kapasitesinin genişlemesi elitlerin kişisel birikimini ve nicel artışını sağlamış olmakla beraber, kendi mesleki formasyonunun dışında da rejime ve güncel olaylara tepkisini kamusal araçlarla duyurabilen bir kitle de Schumpeter tarafından elit diye adlandırılır. elitlerin rejime karşı eleştirileri onların varlık nedeni iken, bu tepkiyi dağınık biçimde dile getiren ve elit tepkisinden farklı gelişebilecek bir kesimlerin eğilimleri bir noktada birleşebilir. Hatta toplumsa uyanan bu tepki, elitlerin kamuoyuna açılmasının gerekçesi de olabilir.31 elit, benzer hassasiyetleri temsil edip karşıtlıklar mücadelesini bir mücadele biçimine sokarsa, ona şekil verirse, kişisel tepkisini de kamusallaştırmış olabilecektir. Bu açıdan elitin verebileceği tepki, ister istemez bir dayanağa muhtaç kalacak, bu da bir sınıfsal mücadeleyle ilişkiye geçebilmesine olanak sağlayacaktır. Her ne kadar işçi hareketi elit etkisi olmadan çıkmış ve onların demagojiye varan konuşmalarına direnmişse de, büyük şirketler çağında ve kapitalizmin bu evresinde görece dağınık haldeki sendikal hareketi parti düzeyinde broşür hazırlama, sekreterlik, müşavirlik hizmetleriyle toparlayacak özne olarak elitlerle alt sınıfların işbirliğini sisteme karşıt olanların konjonktürel zorunluluğu olarak görür. Ayrıca “Avrupa bürokrasisi” olarak adlandırdığı ve kapitalizm öncesi bir tarihsel nitelik atfettiği alan, sadece kamu görevlileriyle bağlantılı sayılmamakta, kapitalizm öncesi dönemdeki kökleri düşünüldüğünde kamu görevlileriyle birlikte elitlerin da bu bürokratik alana müdahalesi mümkün görünmektedir. Amerika örneğinden hareketle, bürokrasiye salt kamu görevlilerin hakim olmasının bir devlet politikası olarak da engellenmesi ve elitlerin da buraya dahil olması sağlanmıştır. Bu not, demokratik elit teori içinde gösterdiğimiz Schumpeter'in elitlerin devlet bürokrasisine olası özerk etkilerini demokratik yönetim altında göstermeleri bakımından yararlı olabilir. Kaldı ki elitlerin bu işlevi, sosyalist topluma geçişte daha fazla anlam kazanacaktır.32 Elite özgü “yaratıcı yıkıcılık”33 kapitalist sistemde sermaye birikimini de eşgüdümleyen bir örgütsel devrim yaratabilmiştir Schumpeter’e göre:34
“Rejimin gelişimci niteliği, nüfusun otomatik olarak artmasına, sermayenin aynı şekilde çoğalmasına ya da para sistemlerinin ‘kaprislerine’ bağlı değildir. Bu faktörler, sebepleri değil, şartları teşkil eder. Kapitalist mekanizmayı çalıştıran ve devam ettiren; yeni tüketim maddeleri, yeni üretim yöntemleri, yeni pazarlar, yeni endüstriyel örgütlenme tipleridir ve tüm bunlar kapitalist teşebbüs tarafından yaratılmışlardır.”
Elitlere tanınan bu özerk karar alma ve düşünme süreci, onların yönetmeyi bir toplumsallıkla dolayımlayarak ‘zorunlu olarak’ toplum ‘adına’ (Schumpeteryen anlamda topluma ‘rağmen’ değil), toplum için bu ‘erdem’e ulaşmalarını da sağlayabilmiştir. Rejimin kamusallık hâlesini taçlandıran veya ötesine geçerek bizzat onun zeminini kuran ‘erdem’ ilkesi, yönetme hakkının ve ödevinin pathos’unu belirleyebilmektedir. Bunun, sosyalist toplumda daha dolayımsız bir biçime bürünüp etik ödevle birleşerek aradaki kapitalist kâr ve statü odaklı (belli oranda meritokratik) yükselme fetişini geride bırakacağı düşünülür. Ne var ki, etik manada toplumsal’ı kuran ve her yoldaşa görev yükleyen bu bürokratik süreç, kapitalist işbölümünün yerine geçecek sosyalist ilkelerle yeni bir bürokratik mekanizma kuracak olsa da, bu modern örgütlenmenin kendisini belli oranda kapitalizmde de biçimlendirmiş görünümlerini silemeyecek, yeni demokratik rejimin ilkeleriyle uyumlu olarak bu kez merkez komitesinin emirleriyle işleyecektir. Ne var ki, Schumpeter’in öncelikle Weberyen analizin demir kafes bazlı izleyicisi ve kapitalist bürokratik algısının sosyalist toplumdaki bir taşıyıcısı olmadığını not düşmeliyim. Ona göre, kapitalist demokratik rejimin -ki merkantil toplumun az veya çok değişik bir alt formudur bu kapitalist sistem- kendi kendine dönüştürmek durumunda olduğu bu içrek kriz sarmalı, sosyalist sabaha uyanırken kendisini tamamen terk etmeyecek, demir kafesin farklı fakat yeni bir ‘etik’ ve ‘gönüllü işbölümü’ anlayışına uyarlanacaktır. Daha ileri adım atarsak, sosyalist demokratik bürokrasinin karne esasına dayalı tüketim olgusunun bürokratik kanallar tarafından düzenleneceği, merkez komitesinin karne uygulamasında somutlaşacak emirlerinin kapitalist piyasa ilişkilerini yatay keserek bu müşteri odaklı geri bildirim sürecini bürokratik modern örgütlenmenin sosyalist versiyonuyla farklı bir etik hedef doğrultusunda, özerk elitler eliyle öreceği varsayılmaktadır. Alışverişin geri bildirim ve tekrar piyasaya sunulacak malın içeriğini belirleyeceğini düşleyen piyasa tasarımlı karar alma mekanizmalarından, yukarıda açıklandığı üzere, kendi ilkelerinin piyasayı kurduğuna ve yönettiğine, bu anlamda toplumdan yabancılaşmak durumunda olduğuna inanılan krize mahkûm piyasadan, geri bildirimsiz ve karar verme merkezli bir örgüt tasarımına girişilir.
Schumpeter, özel sektörle sosyalist yönetimin bir yatırımdan bekledikleri sosyal fayda ve kâr ayrımının yanlış yorumlandığı üzerine notu aydınlatıcıdır. Bazı yazarlarca, özel teşebbüsün, yeni yatırım olanakları için gereken şartlar oluşmazsa yeni tesis ve araçları düşünmeyeceği ifade edilir. Mevcut tesis ve araçlar amorti edilinceye kadar yeni yöntemlere ilgi göstermeyeceği, oysa sosyalist yöneticinin sosyal faydayı düşünerek eski yöntemi, maliyetleri düşürebilen yeni yöntemle hemen değiştirebileceği öne sürülmüştür. Schumpeter ise özel girişimin kazanç amacıyla hareket ettiğinde ancak bir sosyalist idare kadar belirli bir binanın ya da makinenin değerini korumaya çalışacağını söyler. Özel girişimin bütün hedefi toplam aktifin net değerini en yüksek seviyeye getirmektir. Bunun anlamı, tüm yönetimlerin yeni üretim yöntemlerini ancak ileride bu yöntem yerine eski yöntemi kullandığında elde edebileceği kazançtan daha yüksek bir kazanç sağlayabileceği zaman uygulayabileceğidir.35 Eski makinelerin kullanılması, yeni makinelerin sebep olacağı giderlerden tasarrufu büyük ölçüde sağlıyorsa, bunların kullanım değerleri kapitalist olduğu kadar sosyalist işletmeci için de daha uygun olabilir.
Belli noktalarda yönetilenlere gözünü kapatırcasına baktığı düşünülebilecek Schumpeter sosyolojisinin esasında bir kurumsal analizin sosyalist toplumdaki örgüt yoklamasını yaptığı az sonra anlaşılabilir. Bu yoklamanın anlamı ve içeriği, kapitalist ya da daha geniş bir kümede merkantil toplumla basit eklektik bağlar kurması kaçınılmaz bir bürokratik ilerlemeciliktir, bir tür devamcılıktır, diye düşünülebilir. Oysaki Schumpeter, Weber’in örgütsel odaklanışına daha fazla daldığı oranda bir yandan da örgütün teorik tasarımdan ziyade, zaten doğasında pratiği işletmeye dönük olan ilkesine bakış atar. Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi’de (özellikle 2. cildi Sosyalizm'de) ekonomik ve tarihsel verilerin el çabukluğuyla geçilmesini, güncele kurban edilmesini ve örgütselliğe atıfların pratik örnekler üzerinden işlenmekte diretilmesini biraz da buraya yormak gerekir. Bottomore, ise Mosca, Pirenne, Pareto, Schumpeter karşılaştırmasında bu yazarların hiçbirinin toplumdaki bireylerin ve elitlerin dolaşımlarıyla ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel sistemdeki değişmelerin ölçüsü arasında oranları da içeren bağlantı sunmamasını, ele aldıkları fenomenin eksiksiz ölçümünü vermemeleri nedeniyle kuramsal bir eksiklik kabul eder. Bireylerin sınıfsal konumlarını değiştirdiklerini -ki Marksizm etkisi toplumsal analiz anlamında olmasa bile bireysel değişimi sınıfla yorumlama anlamında bu yazarlarda etkisini gösterir- ya da seçkinler ile seçkin olmayanlar arasındaki değişmeleri gösterebilmişlerdir. Ancak bize en çok gereksinim duyduğumuz şeyi; seçkin kesim ya da üst sınıfın oran olarak ne kadarının toplumun alt katmanlarından alındığını ve alt katmanlardan yükselebilenlerin oranını açıklayamamışlardır.36 Sosyalizmde örgütsel mekanizmaların ötesine geçilerek toplumun kendisinin de kurgulanması, Schumpeter'e göre, Polanyici manada, kapitalist ‘piyasa toplumu’nun, toplumun kendisine yabancılaşmasının uzun erimli büyük adımlarını takip etmek anlamına gelecektir. Sosyalist örgüt, kendisini kurar ve işleyiş mekanizmalarını saptarken, bunun bir toplum mühendisliğine evrilmemesine dikkat çekilmelidir. Schumpeter’in reel sosyalizm eleştirisinde parıldayan ve kapitalist toplumsal tahayyüllerin önünde sonunda örgüt dolayımıyla toplum mühendisliğine varan çizgiselliğine karşı duruşu, sosyalist toplumda özellikle yeniden düşünülmeli, elitlerin öncülüğündeki karar mekanizması bürokrasinin toplumsal’ı yaratması ve emir-itaat zincirini kırması biçiminde işletilebilmelidir. Çalışana örgütsel yapılar içinde uyması beklenen kuralları sosyal yaşamda da tekrarlatmak, hazır kıta pozisyonu yüklemek, sosyalizmin bürokratik örgütsel algısının topluma yanlış bir şekilde nüfuz ettirilmesi, büyük Örgüt’ten arındırılmış bir hayat kılcalının düşünülememesi anlamına gelecektir. Kuşkusuz Weberyen demir kafes analizinin kötümserlik içinde yorumlanışı ve sosyalizmin de nihayetinde böyle bir modern ‘kapatılma’ya mahkûm olacağı fikri, bizi Schumpeter’in çarpık bir algılamasına götürebilir. Schumpeter, bu yüzden sadece ve sadece Weberyen analizin basit takipçisi ve zorunlu görülen sosyalist aşamanın kapitalizmin bürokratik bir kopyası olduğundan ibaret izlenimini de uyandırabilir. Ne var ki, Schumpeter’in örgütsel algısını toplumsal’ın kuruluşuna taşımamaya, bu anlamda da elitlerin karar mekanizmalarındaki özerkliği sayesinde devlet’in aşırılıklarını törpülemeye dönük (sosyal liberalizm anlamında bir manikürcülük değil, daha içeriden ve tırnağı kopartmayı göze alarak onu iyileştireceğine inanan yıkıcı edim) girişimleri, Benthamcı modernizmi sosyalizmdeki gözetleme toplumundan ayrıştırma gayretlerini belirler. Ne yapmalı?nın pratiğe odaklanan ve şimdi şimdi Bloch’ta kavramaya çabaladığım geniş ufuklu okumayı güncele feda etme durumunda kalma arasında bocalamadır belki de Schumpeter’in sayıklamaları. Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi’nin dertli, hafif çakır keyif gövdesi de gün ışıdıkça gözünü hafif kısarak yerinden doğrulur: Reel sosyalizm… Lenin’in hız’ı ve teorik arka planı(nı) heba etmese dahi pratik örgütsel tasarımlar uğruna bir nebze feda etmeye yaklaşması, tam da sosyalistlerin bir şey ortaya koyamama, eleştirdikleriyle malul olma ‘halleri’, örgütün pratiğe yönelme durumlarında ne yana düşecekti? Beyn(i?) ve kol(u?) birbirinden o güne dek, uzun süreli iktidar anlamında, bağımsız37 hareket eden ama siyasal tasarımlarda kendi kamusunu ‘düşlemek’ten öteye geçemeyen bir ideolojik ve etik kaygı, iktidar vakti çattığında eli ayağı birbirine dolaşmasın diye mi örgüte bu kadar değer vermeye başlayacaktı? Böylesi bir etik kaygı, hız’la bağlantı kurularak okunabilir mi? Nazizmin hız’ını aşarken tekrar kendini yakalamaya çabaladığı38 anda kendi ahlakını kurma benmerkezciliği39, insanlık geçmişine karşı sorumluluk duymayan arlanmamış ‘özgürlüğü’nden, sürat lüksünden mi kaynaklanıyordu acaba? Veya sosyalist etiğin ideolojik kurgusuna öncülük eden, istemese dahi onu boğazlayan bir geçmişe yönelme, geçmişe sorumluluk duyma, tarihe sahip çıktığı oranda ilerleyeceğine dair inanç’ı ve buna göre kendine çizdiği ahlaki tasavvur mu benmerkezciliğini engelliyor? Tasavvur’un tasarruf’u belirleyebilmesi, tarih’in hız’ı kesmesi ve hız’ın tarih’e dönülmediği müddetçe etiği hızla kurabilmesi, tıpkı kapitalist ilkelerin toplumun kendisini bir ‘piyasa toplumu’na dönüştürebilmesi gibi, insanlığa karşı duyulan ahlaki sorumluluğun her adımda tarihselliğe boğularak genişçe okunması, sosyalizmin hız’ını sınırladığı oranda ona hümanist bir ‘umut’, Nazizme ise önüne, ‘işine’, dolayısıyla örgütüne baktığı oranda bir ivme ve pragmatizm mi aşılıyor? Nazizmin tutkunca kullandığı ve önüne katarak ilerlediği, sadece kendi ırkına özgü olduğu için anakronik ve görev odaklı etik tasarım, insanlık tarihine hapsolan sosyalist kendi yağında kavrulmacılıkla (yanarak ve çerçevesini tutturmaya çalıştığı için teoriye mahkûm kalan) ‘yarış’ edebilir mi?
Belki de modern örgütlenmenin Schumpeter’in andığı üzere, hem bir iç düzen (burada bürokratik organın kendi hücreleri) hem de bir kitle mobilizasyonu (tam anlamıyla bürokrasi ayak ise toplum eldir) yaratma ‘doğallığı’ sosyalizmin kendi etik kaygısını da biçimlendirmiştir. Kuşkusuz bu ‘doğallık’, ‘piyasa toplumu’nun kendisini kurarken kullandığı sembolik, ‘ezeli ve ebedi piyasa’ yanılsamasından öteye düşebilir ve hatta bununla övünebilir ama tehlikeli bir durakta beklemekte olduğu gerçeğini de göz önünde tutmalıdır.
Bu gelişmeler, kapitalizmin mutlak başarıları olmakla beraber, yenileme imkânlarının sınırlı olması, tekrar edilemeyen başarıların ilerleme odaklı üretim biçimi olan kapitalizmin sorunlu alanıdır. Kapitalist gelişme yukarıda sayılan etmenlerden ötürü tesadüfi bir ilerleme kaydetmemiştir ancak bundan sonrası, ilerlemenin sınırları keşfedildikçe kapitalizmin sonunu getirebilecek niteliktedir. Birçok iktisatçının özellikle cari yatırım hacminin azalmasının kapitalizmin son dönemlerinde büyük krizlerle karşılaşarak yıkılacağı öngörüsü, 1930-40 devresi rakamlarına bakıldığında bu kadar kesin konuşulmaması gerektiğini bildirmektedir. Ne var ki, aynı oranlar yatırım hacmindeki düşüşün kapitalizmin kısa vadede sorunlar yaşasa bile uzun vadede bu sorunları aşabileceği yönündeki bir iyimserlikle de yorumlanamaz. Bu açıdan Schumpeter, tesadüfi rakamların bir öngörünün içeriğini belirlememesi adına yakın gelecekteki kapitalizm beklentisini şöyle sıralar:
“Kapitalist gelişme, siyasi güç yoluyla, kapitalizme düşman hukuki ve idari birtakım tedbirleri bir araya getirdi. Bu birleşme daima artacak ve bir gün gelip kapitalist mekanizmanın işleyişini baltalayacaktır. Kapitalist mekanizmada kısıtlayıcı uygulamalar, fiyat kontrolleri ve katılığı mevcut sermaye değerlerini muhafaza endişesiyle yakından ilgilidir (s. 179).
(...)Ancak kapitalizmin çökmesini yalnızca sermaye ünitesinin verimlilik derecesinin düşmesinde arayanlar daha uzun zaman beklemeye mahkûmdurlar (s. 189).
Kapitalist sistemi besleyen mallar için özel sektörün yatırım ve girişim şansı ekonomik sektörlerdeki doyma, nüfus artış oranındaki azalma, yeni bölgeler, teknik yenilikler ve yeni güncel yatırımların daha çok kamu sektöründe görülmesi nedeniyle azalmaktadır. Nüfus artış oranındaki azalma, herkesin ihtiyacı giderilmiş olsa bile, ancak ek nüfusun çıkmasıyla ek talep karşılanabilecektir. Özel sektörün ortaya çıkabilecek açıklarını kapayamayacağı düşüncesinden hareket edilirse, kamu finansmanı ihtiyacı ortaya çıkacak demektir. Bu ihtiyaç ise her çeşit yatırım için mevcut olacaktır (s. 190).
Arz yönünden de demografik gelişme yüzdesindeki düşüşün üretimde de azalmaya neden olacağını söyleyebiliriz (ss. 180, 181).”
Kapitalist süreç, büyük işletmelerde kurumsal çerçevede burjuvazinin hakimiyetini sorgular hale gelmiştir. Tek şahıs ya da aile mülkiyetine dayalı işletmeden ücretli yöneticiler, şef ve şef yardımcılarının ağırlık kazandığı yapılanmaya geçilmiştir. İşletmelerde bir de büyük ve küçük aksiyonerler çalışmaktadır. İlk grup memur zihniyetine bürünmekte, aksiyonerlerin çıkarlarına uymamaktadırlar. Büyük aksiyonerler ise şirketle bağlantılarını sınırlı tutmakta, şirkete yön verecek atılımlara girişmemektedirler. Küçük aksiyonerler, düşük bir gelir kaynağı olarak gördükleri şirkete sınırlı çalışma saatleri dışında emek harcamayı istememektedirler. Hisse senetlerine dayanan birçok şirketin geliri, ortaklarının yatırıma ve yeni yaratıcı kararlar almaya dönük hamlelerinin olmaması, çalışanlarının kurumsal iş akitlerini yaratıcılık sağlayan çalışmalar üzerinden yürütmemeleri nedeniyle sistemi kilitlemektedir.40
Schumpeter'in kapitalizmin gelişiminde temel belirleyicilerden biri saydığı girişimcilik işlevi, ilerlemeyi temel ilke edinmiş bu sistemin sürekli bir durgunluk evresine girmesiyle zayıflayacaktır. Girişimci, kazanç ve faiz oranları azalacağından yeni yatırımlara yönelemeyecektir. Burjuvazi, gelişemediği ve yıkıcı yaratıcılık işlevini yeni yatırımlar için kullanamadığı anda ticari işletmelerin idaresinde personellerin bürokratik işlemlere dönmesiyle farklılığını yitirecektir. İnsan enerjisi iş hayatından çekilecek, ekonomi dışı ve rutin eylemler faal, dinç zihinleri kendine çekmeye başlayacaklardır. Bu durumda sosyalizm, rasyonelleşmiş aklın kâr güdüsüyle işletmelerde yönetim modelleri oluşturma algısını terk etmesiyle sanki kendiliğinden gelecektir. Sistem bir kapitalist üretim ilişkileri biçiminde sürse bile, girişimciliğin bir malı bulmanın ya da işletme için elverişli şartları yaratmanın ötesinde o işi 'gerçekleştirmek' olan işlevi, diyalektik biçimde, teknik imkânların artmasıyla aykırı yeniliklerin getirilmesini zorlaştıracaktır. Teknik ilerleme, ısmarlama iş yapan, pratik sonuçlara ulaşan uzmanların eline kalabilecektir.41 Kısacası, kapitalist gelişme sona erer veya tamamen otomatik hale gelirse, endüstriyel burjuvazinin desteği, sıradan idari işler için ödenen ücretlerle, bazı rant ve tekel kârlarıyla sınırlanacaktır. Dev endüstri, yalnızca orta büyüklükteki işletmeyi değil, müteşebbisin gelirini ve varlık nedenini ortadan kaldıracaktır.42



1SCHUMPETER, J. A. (çev. AKOĞLU, Tunay) (1974), Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, Varlık Yayınları, 3. Baskı, c. 1, s. 17
2age., s. 19.
3age., s. 21.
4age., s. 27.
5age., ss. 48-53.
6age., s. 62.
7age., s. 37.
8age., s. 61.
9age., s. 90.
10age., s. 76.
11age., s. 82.
12age., ss. 116-118.
13age., ss. 172-174.
14age., s. 141-142.
15age., s. 118-119.
16age., s. 138.
17age., s. 140.
18MILLS, John Wright (1974) (çev. OSKAY, Ünsal), İktidar Seçkinleri, Ankara: Bilgi Yayınları, s. 194.
19Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c. 1, s. 128.
20age., s. 40-41.
21age., s. 70.
22(akt.) VON BOHM-BAWERK, Eugen (2006) (çev. MADENCİ, Can), Marx ve Marksist Sistemin Bitişi, Ankara: Liberte Yayınları, s. 7
23Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c. 1, s. 59.
24age., s. 108-109.
25Elitlerin devletten ve öteki elit gruplardan göreli özerkliği bu teorinin merkezinde yer alır. İfade, örgütlenme özgürlüğü, serbest seçimler, yalnızca demokrasinin vazgeçilmez unsurları değil, aynı zamanda elit özerkliğinin yaratılmasında ve yaşatılmasında rol oynayan temel etkenlerdendir. Gücün farklı elit gruplarında dağılması ve elitlerin özerk olmaları yalnızca demokrasiyi koruyup yaşatmak için değil, despotik rejimlerin ortaya çıkmasını önlemek için de zorunludur. Gücün toplumda eşitsiz dağıldığı gerçeğinden hareketle, demokratik elit teorisyenler, önemli olanın gücün eşit dağılımı değil, güçlü bir konuma ulaşılabilmesindeki fırsat eşitliği olduğunu bildirirler. Tek merkezde veya elit grubunun elinde odaklaşmış siyasal güç; baskı, despotizm, siyasi kirlenme gibi tehlikeleri beraberinde getirir. (akt.)ARSLAN, D. Ali (2007), Elit Sosyolojisi, Phoenix Yayınları, Ankara, ss. 33-34, 40-41. Schumpeter de bu eşitlik vurgusunu sosyalizm üzerinden tartışırken “…sosyalizmin eşitlikçi olması gerekmez ancak sosyalist bir toplumun müsamaha ile karşılamasını umduğumuz hiçbir gelir eşitsizliği miktarının da kapitalist dönemsel (cyclique) fazlar ortalamasında hasıl eden yatırım oranını tutturabilmesi beklenemez” demektedir. SCHUMPETER, A. Joseph (çev: TINAZ, Rasin) (1971), Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, İstanbul: Varlık Yayınları, c. 2, s. 35.
26Schumpeter'in Marx analizinde işletmeye verilen değer ayrı bir başlığı oluşturur. Marx'ın kapitalistin, birey olarak yatırımına ve bunun sosyal psikolojik bağıntılarına gereken yeri vermediğini düşünen Schumpeter, yine makro anlamda işletmeler topluluğu olarak kapitalist sistemde işletmeci-kapitalist ayrımına gitmektedir. İşletme bilgisi’ni kapitalist deneyime özgüleme olasılığı, sosyalist yeni rekabet fikrinin ve örgütün kâbusları olarak gözükür. Gerek kapitalistlerin sosyalist işletme ve piyasa algısının kapitalist piyasanın kötü ve durağan bir kopyası olacağına dair vurgusu, gerekse insanı tarihsel süreklilik içinde değişmezliğe boğan “insan doğası” anakronizmi Schumpeter’in karşı çıkacağı argümanlardandır.
27Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c.1, s. 194.
28age., s. 196.
29age., s. 200.
30POLANYI, Karl (çev. BUĞRA, Ayşe) (2006), Büyük Dönüşüm: Çağımızın Siyasal ve Ekonomik Kökenleri, 5. Baskı, İstanbul: İletişim Yayınları, s. 118; KOVANCI, Onur (2003), Kapitalizm, Yoksulluk ve Yoksullukla Mücadelede Tarihsel Bir Deneyim: İngiliz Yoksul Yasaları, Ankara: Mülkiyeliler Birliği Vakfı Yayınları, ss. 34-48.
31Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c. 1, ss. 231-233.
32age., s. 235.
33Kapitalist gelişme açısından örgüt merkezli bir analizi benimseyen Schumpeter, tarihsel analizi öne çıkaran C. W. Mills’in eleştirisine hedef olur. Mills, Schumpeter’in yeniliklerin ve buluşların öncüsü durumundaki elitlerin örgütsel önderliğini, kapitalizmin temel ilerleticisi olarak okuyan tarihsel analizini ‘teknolojik ilerlemelerle mali güdümlemeleri birbirine karıştırmak’ biçiminde yorumlar. Ona göre, asıl gerek duyulan şey, “uzmanlaşmış bilgi değil, milyonlara hükmedebilme yeteneğiyle birleşmiş bir satış tekniği; büyük bankalar aracılığıyla yatırım satışlarına geçilmesi ve şirketler hukuku ile hisse senedi işlerinden anlayan adamların bulunması, yetiştirilmesi olmuştur.” Mills, Schumpeter’İn teknoloji bilgi’sini öne alan teorisinde elitlere açtığı alanı daha üst bir başlık olan sanayileşme ile yorumlama niyetindedir: “Sanayileşme sürecinden zengin olanlar da zaten buluş sahibi ileri görüşlüler veya sanayi yöneticileri değil, işin mali yanını finanse eden büyük sermayedarlardır.” MILLS, C. Wright (çev. OSKAY, Ünsal) (1974), İktidar Seçkinleri, Bilgi Yayınevi, Ankara, s. 136.
34Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c. 1, s. 140.
35age., ss. 158-160.
36BOTTOMORE, B. TOM (çev. MUTLU, Erol) (1997), Seçkinler ve Toplum, 2. Baskı, Ankara: Gündoğan Yayınları, s. 58.
37Proletarya ve köylünün emek bilincinin kendisi için sınıf anlamında bir iktidara dönüştürülmesi sürecinde ‘rekabet’in kapitalist sözlükteki anlamlarından arındırılması, özelde örgütsel bir tasarımı gerekli kılmaktadır, ki bu da hız’ı ve eylemi şartladığı oranda teoriyi pratiğin koynuna sokacaktır. Bu bağlamda Lenin, sosyalist rejimde -burjuva aklının sosyalizmi yererken kullandığı sıkıcı, rutin, rekabetten uzak ve durağan kışla sistemi argümanlarının aksine- rekabetin sönümlenmeyeceğini fakat ilk kez rekabetin geniş ve kitlesel ölçekte örgütleneceğini haber veriyordu. (…)Çünkü sosyalizm; halkın çoğunluğunu, yetkinliklerini geliştirip kendilerinde o kadar bol olup da kapitalizmin ezip bastırdığı, boğup öldürdüğü yetenekleri sergileyebilecekleri emek alanına çekecektir. (…)İşçilerin bu bağımsız girişkenliğini geliştirmek, genel olarak tüm emekçi ve sömürülen halkın bu yeteneğini mümkün olan en geniş şekilde yaratıcı örgütsel çalışmaya dönüştürmektir. LENIN, V. Ilyiç (çev: ÇULHAOĞLU, Metin) (2003), “Rekabet Nasıl Örgütlenmeli?”, Halkın Devlet Yönetimine Katılımı Üzerine, içinde, NK Yayınları, Ankara, ss. 63-71; (özgün metin), Toplu Eserler, c. 26, ss. 404-415, 6-9 Ocak 1918.
38Nazi Almanyası’nda Yahudilere karşı yerel halkın linç girişimleri o denli artmıştı ki, bir yerden sonra partinin bu çıplak şiddete müdahale etmesi ve şiddeti kontrolü altına alarak yönetmesi, ‘mücadele’ formuna sokması, şiddeti merkezileştirmesi gerekmişti. Kontrol edilemeyen güç, güç değildi.
39Burada üzerinde önemle durulması gereken, etik’in kuruluşu ve kitleye ulaştırılması sırasında izlenen yoldur. Bloch’un sosyalizm eleştirisinde Nazilerin kitleyle kurduğu köprüyü ve ezilmişliklerin mobilizasyonunu sağlayan yöntemlerine dikkat çektiğini görüyoruz. Ona göre, Nazizmin başarısı “kendini kapitalizm içinde yurtsuz hisseden” insanların tepkilerini, “anti-kapitalist kıpırtıları” seferber etme yeteneğinde görülebilmelidir. Bora, Bloch’un Erbschaft Dieser Zeit’ta yurtsuzluk duygusuna, hoşnutsuzluklara hitap ederek bunları karşı-devrimci bir doğrultuda kışkırtmayı bilen Nazi üslubunu hatırlatır ve Nazilerin sadece olumsuz saiklere değil, insanların mevcut düzenin ötesine uzanan, tanımlayamadıkları, kavramsallaştıramadıkları ama tahayyül dünyalarındaki kadim ütopya öğeleriyle, dinsel imgelerle, Mesihçi izleklerle, mitolojilerle rezonans halindeki özlemlerine de hitap edebilmesini önemser. Naziler, uyguladıkları psişik şiddetle, bu hoşnutsuzluk ve özlemlere değen imgeleri “montajlayıp” -belki de anakronizmanın kendisini de dönüştürebilecek bir tahrifatla- kullanmışlardı. Komünistlerin, solun yenilgisinin esas nedeni, “mekanik bir entelektüalizme” düşerek salt akla seslenmeleri, insanların kapitalizmin “ruhsuzlaştırıcı, gayrıinsanileştirici, mekanikleştirici” etkilerinden muzdarip yanlarını göz ardı etmeleriydi. Bloch’un ifadesiyle; “Naziler aldatıcı konuştular –ama insanlarla. Komünistler tümüyle hakikatten konuştular -ama şeylerin hakikatinden.” (akt.) BORA, Tanıl (2007), “Peygamberâne ve ‘Geveze’? Ernst Bloch ve Eleştirel Teori: Akrabalıklar ve mesafeler”, Toplum ve Bilim, S. 110, s. 138.
40age., s. 219-220.
41Kapitalizm, Sosyalizm ve Demokrasi, c. 1, ss. 204-207.
42age., s. 210.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder