Ara

"Amerika, 11 Eylül'ü çok sevdi..."



11 Eylül'den doğan büyük fırsat...

Paye'ye göre aslında Batı dünyası, reel sosyalist düzenin çökmesi ardından hukuk devletini budama konusunda çok ciddi hazırlıklar içindeydi; 11 Eylül onlara bu amaçla atılacak adımları hayata geçirme konusunda çok güzel bir gerekçe sağladı.



HASAN AKSOY, Radikal Kitap, 18 Eylül.

Başta ABD olmak üzere, dünyanın birçok yerinde, 11 Eylül 2001 sabahı ABD’yi vuran yolcu uçaklarını ve sonuçlarını konuşacak. Hatırlanacaktır, saldırılar sonrasında, ABD Başkanı George W. Bush’un “Ya bizimlesiniz ya da düşmanımız” cümlesiyle özetlenebilecek yeni dünya düzeni söz konusu artık... Dünyanın dört bir tarafına şirketleri, orduları ve zihniyetiyle kök salmış süper güç, 11 Eylül günü evinde vurulması ve dünya başkenti sayılan New York’un siluetini iki saat içinde değiştiren bu felakette, üç bine yakın insanın yaşamını yitirmesi sadece küçük bir ayrıntıydı.

İkinci Dünya Savaşı sırasındaki Pearl Harbour baskınından beri toprağında savaş görmemiş olan ABD’nin aldığı bu ağır darbe, esasen süper gücün imajını sarsıyordu. ‘Düşük teknolojili, yüksek hedefli’ bu saldırının bir milat olduğu hissediliyordu. Bu arada, saldırılardan haberi olmadığı, yönetimi uyarmadığı için yerden yere vurulan istihbarat servisleri iki günde kendilerini toparladı ve suçluların kimliğini açığa çıkardı! Toplam dört uçakta on dokuz militanın olduğu ve bunların El Kaide tarafından gönderildiği ilan edildi.

Böylece, 11 Eylül sonrasında ABD’de Arap kökenli Amerikalılara ve Müslümanlara karşı ayrımcılığın arttığı gözlenirken, Bush’un ‘Haçlı Seferleri başladı’ benzeri gerçek niyetini ortaya koyan gafları, ‘medeniyetler çatışması’ kehanetinin gerçekleştiği endişelerini artırıyordu. Sonunda ‘Ya bizimlesiniz, ya onlarla’ çağrısının ardından kurulan uluslararası istihbarat ağı sayesinde alelacele toplanan kanıt dosyası, NATO Konseyi’nin önüne konuldu. Kanıtların aslında yetersiz olduğu görüldü. Ama nafile. ABD kavgaya çağırdığında herkes yanında olurdu; yeni uluslararası hukuk artık böyleydi.

Afganistan uzun süre bombalandıktan sonra, en az Taliban kadar vahşi olan Kuzey İttifakı güçleriyle kara savaşı başlatıldı. Bol silah ve paraya boğulan kuzeyli savaş ağaları, Taliban’ı yendi ve Kabil ele geçirildi. O günden bu güne Afganistan’da ABD öncülüğünde yabancı güçler başkent Kabil’in güvenliğini sağlıyor. Kırsal bölgelerde çatışmalar devam ediyor. Afganistan’a ABD yanlısı bir yönetim kurulduktan sonra, sıra Irak’a geldi. Bu ülkeye saldırı için uydurulan gerekçe ise Saddam’ın elinde var olduğu iddia edilen kitle imha silahlarıydı. BM’nin bu yöndeki denetimlerinde silah bulunamamasına rağmen, ABD 20 Mart’ta Irak’ı havadan vurmaya başladı. Daha sonra ABD ve İngiliz birlikleri karadan Irak’a girdi ve başkent Bağdat 9 Nisan günü düştü. Tüm bunlar dünyanın gözleri önünde olurken, 11 Eylül vesile edilerek ABD ve Avrupa’ya getirilen yeni hukuksal düzenlemelerin yeterince farkında olduğumuz söylenemez. 11 Eylül sonrasında ABD öncülüğünde yapılanlar, hukuk devletinin sonunu getirmiştir.

Terör eylemi tanımları

Bunu biz değil, uluslararası bir üne sahip olan sosyolog ve kamu hukukçusu olan Jean-Claude Paye söylüyor. Terörle mücadele konusunda Le Monde, Le Monde Diplomatique, Monthly Review ve daha birçok yayın organında makaleleri yayımlanan Paye’nin daha önce İtalyanca, Almanca, İngilizce, İspanyolca, Yunanca ve Hollandaca’ya da çevrilen Hukuk Devletinin Sonu: Olağanüstü Halden Diktatörlüğe isimli eseri geçen hafta Türkçe olarak yayımlandı.
Kitabında Paye şöyle diyor: “11 Eylül 2001 saldırıları, Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’da hukukun altüst edilmesine bir ‘gerekçe’ oldu. Patriot Act, Avrupa çerçeve kararı ve diğer iç güvenlik yasaları, ‘hukuk devleti’ ilkesiyle ilişkilendirilen özgürlüklere saldırıp olağanüstü usulleri genişleterek anayasal güvenceleri etkisiz hale getirdi. Bu düzenlemeler, halkların genel olarak denetlenmesini sağladı. Bunun yanında, devletlerin ‘terör eylemi’ tanımları geniş ve muğlak yorumlara imkân tanırken, muhalif hareketleri -özellikle küreselleşme karşıtı hareketleri- suçlu ilan etmelerinin arkasındaki meşruiyet duvarını ördü...”
Paye’ye göre aslında Batı dünyası, reel sosyalist düzenin çökmesi ardından hukuk devletini budama konusunda çok ciddi hazırlıklar içindeydi; ancak 11 Eylül onlara bu amaçla atılacak adımları hayata geçirme konusunda çok güzel bir gerekçe sağladı. İngiltere’de bir bakanlık yetkilisinin, bir meslektaşına 11 Eylül günü gönderdiği elektronik postada “Bugün almamız gereken tüm önlemleri sessiz şekilde yeniden gündeme getirmek ve kabul ettirmek için çok güzel bir gün” deyişi ne olduğunu çok iyi anlatan bir kanıt olarak kitapta veriliyor.

ABD’ye Avrupa da uydu

ABD’de sivil hakları budayan Yurtseverlik Yasası’nın çıkışı ve onlarca istihbarat örgütünü bir araya getiren onlarca milyar dolar bütçeli İç Güvenlik Bakanlığı’nın kuruluşu kitapta anlatılırken; buna benzer adımları atmada ikircikli davranan Avrupa için İspanya’daki 11 Mart 2004 saldırılarının acı bir uyarı olduğu belirtiliyor. Nitekim bu tarihten sonra AB’de güvenlik amaçlı adımların hızla atıldığı görülüyor. 11 Eylül 2001 ve 11 Mart 2004 saldırıları gerekçe gösterilerek ABD ve Avrupa’daki insan haklarını yok eden ‘hukuksal’ düzenlemeleri ve bunların hukuk devletinin sonu anlamına geldiğini ve gidişatın diktatörlük düzenine doğru olduğunu ayrıntılı şekilde anlatan kitabın belki de en çarpıcı bölümü, terör örgütü listeleriyle ilgili.
ABD Dışişleri Bakanlığı’nca her yıl yayınlanan ‘terörist örgütler’ listesi, 11 Eylül öncesinde pek fazla ilgi görmezdi. Ancak bu tarihten sonra bu liste, ulusal ve uluslararası planda savaşılacak örgütler olarak haddinden fazla ciddiye alınırken, benzeri bir listenin AB tarafından da ilan edilmesi dikkate değer bir gelişme oldu. Daha önceleri örneğin Hamas, Hizbullah, Tamil Kaplanları ve benzeri halk tabanı oldukça geniş örgütlenmelere karşı genelde ABD’nin tüm dayatmalarına rağmen Avrupalılar karşıt tavır alabilirken; ya da en azından hayırhah davranabilirken, şimdi ABD ile birlikte tavır almaya başladılar.

Ancak burada söz konusu örgüte karşı birlikte herhangi bir fiili savaştan çok, terörist ilan edilen örgüte karşı ilgili devletin yapacağı her türlü hukuksuzluğu, insan hakları ihlalinin hoş görüleceği anlamına geliyordu. Yani hedeflenen örgüt değil, hoş görülen, hoş görülecek bir devlete insan hakları ihlalinde yardım, suç ortaklığı söz konusudur.

‘Terörist örgütler’ listesine alınan örgütlenmeyi yok etmek üzere savaşan söz konusu devlete, böylece “İstediğin gibi savaş, her türlü yöntemi kullanabilirsin. Bunlar normal durumlarda uluslararası hukuka aykırı ve insanlık dışı gibi görünebilir ama biz görmezden geleceğiz” denmektedir. O nedenle, İsrail, Hizbullah’a misillemede bulunacağım derken Lübnan’ın yarısını yıkarken, Hamas’ı hizaya getireceğim derken, Gazze’yi harabe haline getirirken ve son olarak Sri Lanka’da Tamillere soykırım uygulanırken AB’den en kısık tonda birkaç mızırdanma sözünden başka bir şey duyulmadı.

Bu gelişmeleri değil ama bunların niçin böyle olduğunu çok akıcı ve herkesin anlayabileceği şekilde anlatan sosyolog Jean-Claude Paye, hukuk alanında yaşanan değişimin detaylı bir bilançosunu çıkartarak, yürürlükteki hukuk dışı mantığı ortaya koymayı amaçlıyor. Siyasal rejimdeki kökten değişimi yani hukuk devleti’nin yerine kalıcı bir ‘olağanüstü hal’ durumunun geçmesini gözler önüne seriyor. Sosyolog ve hukukçu Paye, ABD’nin bu süreçte itici güç rolü oynadığı konusuna da açıklık getirerek, bu devletin uluslararası ilişkileri kendi lehine yeniden düzenleyip hukuku askıya almasıyla, yeni düzende kurucu bir rol üstlenen emperyal yapının nasıl yaratıldığını açıklıyor. Olup bitenleri ve hatta olabilecek gelişmeleri anlamak için bu kitabın okunmasında yarar var.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder