Ara

Geçen, Yıllar Olsun






Sevgiden alacaklı çıkıyorum yıllardır. Gerçek dostlarımı bizim acemilerden seçiyorum. Hayatı güzel kılan biziz çünkü...

Ayakkabı boyatmaktan hiç hoşlanmam. Ne o öyle lord gibi; bir ayağını büküp adamın sandığına koyarsın, öteki ayağında haşmet, hani bir de ellerin belinde olsa tam olacak! Hiç tanımadığım birinin ekmek parası için karşımda yerlere dek eğilmesi gücüme gider. Evet, genelde kahvelere takılan boyacılar terlik kullanır: Ayakkabıları alır, terlik verir; giyer oturursun aşağı, beş on dakika terlikle takılırsın, sonunda pırıl pırıl ayakkabılar hazırdır ama evde bile terlik giymeyi sevmezken sokak ortasında... Üstelik gidecek bir kahvem de yok hanidir. Küçükken, bayram sabahları cami çıkışlarından sonra babamla Karaköy’deki efsane taş fırından Kürt böreği alıp gittiğimiz bir kahve vardı. Babam o kahvenin karşısındaki mezarlıkta yatalıberi gidesim yok hiçbir kahveye. Kahve, kıraathane demek zaten, kıraat okumak; kimsenin de bir şey okuduğu yok kahvelerde.

Bir kadının yanımda kürkle dolaşması da aynıdır, dünya güzeli de olsa ilgilenmem; çok pahalı bir saat takmak ya da çok kişinin alamayacağı bir telefonla gezmek de aynı. Beceremem. Lokantada rahat oturuyorsam garson geldi mi doğrulurum; sinemada filmin sonu hüzünlü bitmişse ağladığımı görmesinler, saklanırım, kuyruğa biri kaynak yapıyorsa uyarmak isterim, elimden gelmez; alışverişte para üstünü saymak zoruma gider, karşımdakine yalancı, sahtekâr muamelesi yaptığımı düşünürüm, oysa benim verdiğim para üstleri sayılmıştır hep. Eskiden sevdiğim zaman sevilmeyi beklerdim, sevmenin yettiğini biliyorum. Bir dergide şiir yayımlamak heyecanlıydı, yazmış olmak yetiyor. Sakal bırakmayı çok isterdim, sakallarım çok çıkınca yüzüme batıyormuş, yüzümün bana tanıdığı imkân kısıtlı. Televizyondan beklediğim çok şey vardı evvelden, hatta ilk renkli televizyonumuz yüzünden o gece hiç uyumamıştım, şimdi bira içerken eğlenmek için Flash TV dışında hiçbir şey izlemiyorum denebilir.

Bir yaşam acemisiyim. Daha doğrusu benim gibi insanları böyle tanımlıyorum: Yaşam acemileri. Acemiliğimiz, çocukluğumuzdan besleniyor. Söylenmeyenler, şikayet etmeyenler, mızmızlanmayanlar, hayatın üstüne üstüne yürümeye çalışanlar diyelim bize; ama içimizde, derin bir yerimizde, kimsenin görmediği bir kesiğimizde... Zaten neyi varsa derinde saklayanlarız biz, şarkıları, şiirleri çok sevenler... Bir romanda bir şehir adı, bir müzik parçası, bir isim görünce oturup onun peşine düşenler. Haberleri izlerken zorlanan, vicdan sahipleri. Anlamadan konuşmak yerine konuşmadan anlamayı deneyenler. Bizim gibiler yani, yaşam acemileri...
Unutmamak için kasetlerimiz vardır bizim, yaşamdaki güzellikleri kaydettiğimiz kasetler. O kasetlerin birinde, üstelik belki daha önce de yazmıştım ama tekrarlayacağım, Ahmet Erhan var. Sanırım 2003’e girdiğim yıl, kısa mesaj göndermişti: ‘Geçen yıllar olsun’ yazmıştı; dostluklar, arkadaşlıklar, sevgiler geçmesindi esas, yılların ne önemi var ki demeye getirmişti. O zaman Erhan’ın Taksim’deki evinin balkonunda güzel güzel güldüğü fotoğrafı anımsadım. Bütün dostlarımın fotoğraflarını, dostlarımı. Onlardan biri, çok sevdiğim yeşil hırkamı ödünç almış, vermemişti bir daha. Diğeri Attila İlhan’ın bana imzaladığı tek kitabı ‘okuyup geri getireceğim’ diye alarak çekip gitmişti. Gerçi gitme hakları yoksa dostumuz olamazlar değil mi?

Sevgiden alacaklı çıkıyorum yıllardır. Gerçek dostlarımı bizim acemilerden seçiyorum. Hayatı güzel kılan biziz çünkü. Biliriz, işkembecilerden alınan karanfiller var, ütülenmiş ceketin cebinden hiç hesapta yokken çıkan paralar, caddede yürürken beklenmedik bir anda hayatımıza giren güzelim şarkılar, posta kutusunda faturaların arasından çıkan asker mektupları, otobüste sevdiğimiz yazarı okuyan bir yolcu... Biliriz biz, hayatı güzel eyleyenler...

Bir yılın son yazısı bu. Demek 2009 da bitiyor. Güzelliklere, iyiliklere sebep oldum mu bu yıl, çok mu kavga ettim, rahat mı vicdanım, sevebildim mi, huzurlu muydum, üç beş kişi okuyan oldu mu binbir emekle yazdıklarımı, pazar kahvaltılarında konuşuldu mu satırlarım, zira yayımlanma isteği, içinde en nihayetinde başkalarına ulaşma isteğini de barındırır... Plan yapmaktan yine vazgeçmedim herhalde, küfür etmekten, erken kalkmaktan, kitap oburluğundan, cumartesileri sokaklara atmaktan kendimi, rengarenk, telaşlı sevmekten. Sevmek dedik, bir yeni yıl yazısı yazdık, Sezai Karakoç gelsin o vakit, İnci Dakikaları’ndan iki dize:

‘Sen bana yeni yılsın her dakika / Her dakika bir yaşıma daha giriyorum.’

Geçen, yıllar olsun dostlar!

Onur Caymaz, Birgün, 27 Aralık.

Fotoğrafı Ulus'taki Koç Müzesi'ne gittiğimizde (Mustafa-Vahap-Ali-Gözde-ben)
Gözde çekti, ellerine sağlık...
Ne güzel gündü;
iyi ki gitmişiz...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder