Ara

"Türkiye'de Mizahın Anlamları"nın Mutfağı


Fotoğraf: Ümit Bektaş

Söyleşi:



Özge Mumcu, Levent Cantek'le "Nasıl" dergisi için bir söyleşi gerçekleştirdi. Özge ve Levent Cantek söyleşiyi önce blog/twitterlarından paylaştılar, dergi ise yakında basılacak. Mizah kuramlarını ve Türkiye'de mizahın dönemler halinde algılanışını, ideoloji'yi arka plana atmadan, ama her "çizgi"yi de ideoloji parantezinden okumadan değerlendirdi Levent Hoca. Söyleşinin başına aldığımız şu sözü, yöntemine dair ipuçları veriyor sanki:

“Mizah dergileri Türkiye’de siyasi yönleriyle hatırlanmıyor, dolayısıyla gerilemelerini sadece 12 Eylül’le eşleştirmek hatalı olabilir. Türkiye’deki mizahın dönüşümünü sosyal medya ve iletişim teknolojilerindeki değişimle daha fazla ilişkilendirerek, tv yapımlarının farklılaşan içeriği ışığında yeniden yorumlamalıyız. Tv dizilerine bugüne kadar hiç görülmemiş bir finansman sağlanırken, kapitalist kâr daha çok internet ve tv medyasından dönerken, mizah dergiciliğinin gerileyişini 12 Eylül ya da Berlin Duvarı’nın çöküşü ile sınırlı okumak, eksik bir analiz olur.”   

Deşifreleri yapıp hocanın geçmişten bugüne yazdığı makaleleri tararken, onun bir "mizah bileni" olmanın ötesinde, konuşurken editör kimliğini yazarlığı ve akademisyenliğiyle harmanladığını anladım. Ne eksik ne de fazla, ne aşkın ne de taşkın; her şey yerli yerinde... Özge'nin, "ondan öğrenecek çok şeyimiz var" sözünü biraz da buraya çekerek düşünüyorum. Özge'nin söyleşiyi de içeren, birgün pazar'daki Akif Beki'ye yanıt yazısını severek okudum:
(http://www.ozgemumcu.com/2011/11/mizah-neye-benzer.html)

Yazarın kendisine editör olabilmesi; yani yayınlatma amacıyla metnine geri döndüğünde ya da o metin hakkında konuştuğunda sadece kendisinin anlayabileceği açılımlara kapalı olması, düşüncesini "imla düzeltisi" faaliyetinin ötesine geçerek gözden geçirip keskinleştirebilmesi çok değerli, bir açıdan da siyasal bir duruş. Benzer bir tutumu Umut Tümay Arslan'da, Oya Baydar'da ve Tanıl Bora'nın yazılarında/söyleşilerinde gözlemliyorum. Söyleşi verirken bir bağlam oturtmak -ki dergi çalışanları yazarı genelde okumadan onun "adıyla" röportaja gelir, söyleşiyi ilerletmek yazar için bir kâbus ve ek mesaidir-, bağlam silikleşiyorsa onu bir şekilde yeniden tartışma hattına çekmek, röportajı yapan kadar verenin de sorumluluğu. Kişinin bilgisini sınırlayarak/sınıflayarak konuşması, derinliğinin de göstergesi...


Levent Cantek söyleşisini birkaç ay önce "academia.edu"da paylaşmıştım. Şimdiye dek o siteye koyduğum yazılardan en çok tıklananı bu söyleşi oldu. Site istatistiklerine baktığımda; "mizah kuramları", "türkiye'de mizah", "mizah tarihi", "aziz nesin ve henri bergson", "google" üzerinden en çok taranan başlıklardı.(http://ankara.academia.edu/okaybensoy/Papers/553408/Turkiyede_Mizahin_Anlamlari)

Bu söyleşiyi okurken, Cantek'in 1990'lardan itibaren yazdığı yazıların künyelerine erişebilirsiniz. Benzer bir yolu 2009'da İlhan Tekeli söyleşisinde denemiştik. Cantek ve Tekeli gibi konusuna hâkim, farklı alanlardan beslenmiş, çok yazmış ve yazılanları iyi okumuş insanlar, soru soruyu açarken aslında size makale ve kitaplarını özetliyorlar. Her bir sorunuza verdikleri yanıtlar bir tarihte yazdıkları metnin özetini içeriyor. Sanki prompter'dan okuyormuş gibi ama sıkmadan, kitap gibi konuşmadan, sığlaştırmadan, bildiri özeti vermeden; aksine doyurma amaçlı sohbet ediyorlar. 

Levent Cantek ve İlhan Tekeli'ye hazırlıklı gitmenin, yazdıklarını önceden iyi kötü okumuş, taramış olmanın faydalarını gördük. Yayına hazırladığımız bir de İlhan Cihaner söyleşisi var. Yakında o da "Nasıl" dergisinde yayınlanacak. Cihaner söyleşisi daha hacimli bir iş oldu.

Cantek ve Tekeli'deki "yazma-konuşma" uyumunu, Cihaner'de "konuşma-yaşama" açısıyla daha net görebileceğiz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder