Sakarya üniversitesinde Kriz ve Kritik anabaşlıında "Türkiye'de İslamcılığın Dönüşümü" üzerine iki gün süren çok güzel bir sempozyum gerçekleştirildi. İslamcılığın akademik bir çatıda başka ülkelerde sıklıkla gündeme gelip tartışıldığını görüyoruz, amma Türkiye'de bu düzeydeki tartışılmasına ilk defa tanık oluyoruz. Öncelikle emeği geçen herkesi tebrik etmek istiyorum.
Benim de İsmail Kara, Ümit Cizre ve Ferhat Kentel ile birlikte giriş panelinde konuşmacı olarak katıldığım sempozyum vesilesiyle, daha önce başlatmış olduğumuz İslamcılık tartışmasına devam edebiliriz.
İslamcılığa yönelik bazı eleştirilerin haklı olup olmaması ayrı bir konu, ona dair beklentilerin sınırları hakkında ilginç görüntüler ortaya çıkarıyor. İslamcılığın bir yenilik getirmiyor olması, modern bir hareket olması, yerli olmaması gibi eleştirilerden bahsediyoruz. İslamcılık ile İslam'ın aynı şeyler olmaması ikisi arasında hiç bir ilişkinin olmadığı anlamına gelmiyor elbet. Dahası, İslam bir din olarak mutlak bir irade tarafından takdir ve tahtim edilmişse de onun tarihsel tezahürleri hep insani-beşeri dolayımlarla mümkün olmuştur. Bırakınız ideolojik yanları daha ağır basacağı varsayılan İslamcılığı, insani yorumdan bağımsız bir İslam da ancak Allah indinde var, insanlara düşen samimiyetle o İslam'dan muradın tam olarak ne olduğunu anlamaya, gereğini de yerine getirmeye çalışmak.
"Bu esnada İslamcılığın değişim ve dönüşümüne, görüntü çoğalmasına karşı, hem İslamcı kesimin içinden hem de dışarıdan sergilenen tepkiler, bu konudaki bir soruna işaret etmemizi gerektiriyor. Türkiye'de İslamcılığa atfedilen bir metafizik sabitlikten söz edebiliriz. Ancak kurduğumuz cümlenin tabiatı gereği her şeyden önce bunun "atfedilen" bir şey olduğunu peşinen söyleyerek bunda İslamcıların payını tamamen ihmal etmiş olma riski de var. Oysa bu, İslamcılığın tanımına ve konumuna bulaşan ve onu siyasalın dışında kalmaya zorlayan metafizik söylemde hem İslamcıların hem de İslamcı olmayanların kendilerine göre önemli rolleri vardır. İslamcı olmayanların rolü, zaman zaman İslamcılarda görülen değişimleri karşılama biçimlerinde kendini gösterir.
İslamcı siyasetin siyasal manevralarının ve stratejilerinin İslamcılığa atfedilmiş metafizik bir sabitlik eşliğinde izlenmesi gerçekten de zordur. Ayrıca İslamcılar her zaman gerçekten de büyük stratejiler uğruna önceden ilan etmiş oldukları bir tanımdan veya bir tarzdan sapıyor olmayabilirler. Böyle bir stratejileri olmayabilir veya belli dönemlerde böyle bir strateji tanımı yapmışlarsa, bunu takip etmekte bir zaaf göstermiş olabilirler, bu tanımlarını sonradan değiştirmeye karar vermiş olabilirler. Elemanları çok büyük yanlışlar da yapabilir bu esnada. İyi niyetle veya kötü niyetle İslamcılık içinde hareket edenler çok kötü yorumlarla çok farklı angajmanlara girebilirler.
İslamcılık bir dünyevi ideoloji olarak zaman zaman farklı ittifaklar ve husumetler içinde yer alabilir. Bu ittifak veya husumetlerin kompoziyonları ve tarafları da zaman zaman değişebilir. Her siyasal hareketin kendi seyri içinde kendini haklılaştıran, meşrulaştıran tamamlayıcı bir içsel mantık vardır. Bu mantığın işleyiş hızı ve rutini çoğu kez kendisini öznesine hissettirmeyecek kadar kendini unutturacak şekilde çalışabilir. Bütün bunlar "bir beşeri hareket olarak İslamcılık" için de "caiz" olan şeylerdir, ama tabii ki caiz olması eleştirilmez veya dokunulmaz olması değil, tam da öyle olması demektir. Doğrusu bu noktada bilmemiz gereken şey İslamcılığı eleştirmenin İslam'I değil, İslam hakkındaki bir yorumu veya bir yoruma dayalı bir pratiği eleştirmek anlamına geldiğidir.
Esasen, kendimizi başka bir ideolojinin değil de İslamcılığın beşerîliğine vurgu yapmak zorunda hissetmemiz, tek başına İslamcılığın zımnen nasıl bir beklenti, hatta baskı altında olduğunu gösteriyor. İslamcılığın beşerî yanı hem İslamcılar hem de İslamcı olmayanlar tarafından zaman zaman hatırlanır, çünkü aslında ona yüklenen beklenti, onu siyasal bir metafiziğin sabitliğine, bölünmez bütünlüğüne gönderme yaparak onu bir anlamda da hayatın ve siyasetin dışına itmeye yarayan bir baskı uygular.
Doğrusu kendi siyasal iddialarını ilahi dayanakları olan, dolayısıyla en azından verili haliyle mutlak sayılan bir dine ve onun kusursuz (masum) olduğu kabul edilmek durumunda olunan liderine isnad eden bir hareketin salt bu bağlılıktan kaynaklanan manevi ağırlık altında bir siyasal metafiziğin dezavantajlarına yakalanmaması gerçekten de zordur. İslamcılık her ne kadar İslam'ın kendisi değilse bile İslamcıların söylemlerinde İslam'la çok kolay özdeşleştirilebilen bir söylemdir.
İslamcıların İslam hakkındaki bir yorumundan ibaret olan bu söylem içinde öznesini kendisiyle var eden bir gramerin işlediği rahatlıkla görülebilir. Yani İslamcıların çoğu kez kendi yorumlarını İslam'ın kendisinden ayrı görmedikleri, dolayısıyla belli bir tarihsel dönemde İslam'a atfettikleri bir yoruma tarih-üstü bir değer atfettikleri görülebilir. Bu durumda yine belli tarihsel dönemlerde emr-i hak vaki olup da bu tür söylemlerden gerçekleşen her türlü ric'at trajik bir biçimde İslamcıları mutlağın kırılganlığının uyandırabileceği şoklara maruz bırakabiliyor."
Bununla birlikte, İslamcılığın siyasalı keşfettiği momentte bu tür kırılganlıklara karşı da belli bir dayanıklılığın geliştirildiği söylenebilir. Hem kırılganık evresinin hem de buna karşı gelişen koruyucu reflekslerin yarattığı otantisite söylemlerinin bir değerlendirmesi de ayrıca gereklidir.
Yukarıda çoğu İslamcılık çalışmamın (Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce, 6. Cilt, İletişim Y) giriş bölümünde de geçen mülahazalar ışığında İslamcılığın yerli olup olmaması da, yeni bir şeyler söyleyip söylemiyor olması da modernlik ve gelenekle ilişkisi de apayrı bir bağlamda değerlendirilmek durumunda kalır.
Kurban bayramınız sizi yakınlarınıza, sevdiklerinize, sizin için hayır olan bütün yollara, nihayetinde yüce Allah'a yaklaştıran bir vesile olsun, mübarek olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder