Ara
"Beni Vuran..."
Dün, Özlem'in binbir emekle yayına hazırlayıp da bana "oku" diye önerdiği bu kitabı karıştırırken, aşağıdaki yazı tam üstüne geldi...
Ha, bir de aylardır aradığım Melih Cevdet'in "Gizli Emir"inin 1970'teki ilk baskısını arşivden çıkartıp elime verdi ya, dünyalar benim oldu!
"Beni Vuran..."
Can Dündar, Milliyet, 20 Ağustos.
Abdi İpekçi öldürülmese geçen hafta 80. yaş gününü kutlayacaktı.
50’sinde kıydılar ona...
Cinayet dosyasının 30 yıllık zaman aşımı süresi geçen şubatta doldu ve cinayetin kilit ismi Yalçın Özbey, geçen hafta “cinayet mahalline” döndü.
Hürriyet yanındaydı.
Özbey, İpekçi suikastını “sıradan bir eylem” diye niteledi.
“Neden bu kadar büyütüldüğünü anlamadığını” söyledi.
Abdi İpekçi için ise “kader kurbanı” dedi.
Sonra, -Faruk Zapçı’nın haberinden öğrendiğimize göre- “99 yaşındaki babasını görmek üzere Malatya’ya gitti. Babasına sarılıp yarım saat ağladı.”
* * *
Nasıl “kader”se bu, İpekçi’yi öldürmekle suçlanan Özbey’e “dalya” arifesinde babasına sarılıp ağlama şansı bahşederken, İpekçi’nin kızı Nükhet’e son 30 yıldır babasının yaş günlerinde ona sarılamadan ağlama cezası verdi.
Aynı “kader”, Türk basınının en usta kalemlerini kanlı suikastlarla sustururken, onların katillerini itinayla himaye etti.
İpekçi’nin katili Ağca o “kader” sayesinde Türkiye’nin en iyi korunan askeri hapishanesinden kaçabildi.
O “kader”, Ağca’nın hapisten kaçarken bindiği otomobilin sahibi Yalçın Özbey’i 30 yıl Türkiye’ye getirtemedi, ama Özbey’i Almanya’daki cezaevinde ziyaret edip “devletin menfaatleri doğrultusunda görüş alışverişinde bulundu.”
Bu görüşmeden sonra tahliye olan Özbey’i dosya kapanır kapanmaz Genel Bilgi Taraması’na yakalanmadan Türkiye’ye soktu.
O “kader”, İbrahim Çiftçi’yi 4 kez darağacından kurtarıp beraat ettirdi.
“Kaderin cilvesi”, Haluk Kırcı’yı polisçe aranırken evlendirdi; nikâh şahidini sonradan İçişleri Bakanlığı’na getirtti.
Emniyet’in “katil” diye aradığı Çatlı’yı cebine harcırah ve pasaport verip resmi operasyona gönderen ve son yolculuğunda arabasını bir Emniyet Müdürü’ne sürdüren de yine o “kader”di.
* * *
Kurbanlarımıza acımadan kıyarken katillerimizi şefkatle kollayan o “alın yazısı”nı yazanları tanıyoruz artık...
Onu, “Devlet için kurşun atan da, yiyen de şereflidir; saygıyla anarız” diyen sesinden biliyoruz.
Eğittiği silahlı militanlardan, gömüp sakladığı silahlardan, açıverdiği karakol, cezaevi, sınır kapılarından, geciktirdiği iade dosyalarından, “yanlışlıkla” salıverdiği sanıklardan, korumaya almadığı tanıklardan, yok ettiği görüşme bantlarından...
Alınlarında kurbanlarımızın kanıyla boy gösterdikleri, “Türkiye seninle gurur duyuyor”lu karşılamalardan...
* * *
Mehmet Ali Ağca, 2000’deki duruşmasında “Ben İpekçi’nin katili değilim. Bu senaryoda katil rolü oynayan bir aktörüm sadece” demişti.
Şimdi “senaryo”nun diğer aktörleri de ”30 yıllık kanlı perde kapanıyor” diye, son kez çıkıyor seyirci önüne...
Pişmanlıkla değil ama...
Tersine, yetim bıraktıklarının hepten canını yakan bir pervasızlıkla...
* * *
Özbey’in “kader” dediği şeyi, ben kurbanlarımızın son nefeslerinde, yaralı parmaklarıyla sokağa yazdıklarını hayal ettiğim, “Beni vuran...” diye başlayan ihbarda okuyorum.
Failler konuştukça, kanla yazılmış silik yazı giderek netleşiyor.
Ve korkulan ihtimal, ağırlık kazanıyor:
“Kader” dedikleri, “devlet”in kod adı olabilir mi?
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder