Ara
Nihai Çözüm
Mithat Sancar, hükümetin elinde hazır, içeriği net şekilde saptanmış bir paketle kamuoyuna çıkmamasının müzakere sürecini olumlu bir yöne götürebileceğini anlatıyor, "müzakere"nin bizatihi karşılıklı öğrenmeye ve tartışmaya açık bir "süreç" olduğunun altını çiziyor...
"Nihai çözüm"ün etimolojisi, dünyaya neler kaybettirdiği yazıda güzel işlenmiş.
Nihai Çözüm
Taraf, 18 Ağustos.
Bir süredir, içinde “süreç”, “çözüm” gibi kelimelerin yer almadığı bir yazı yazmak imkânsızlaştı. Bugün bunu denemeye niyetlenmiştim; biraz uğraştım ve anladım ki, nafile bir çaba olacak bu. Ben de tam tersini yapmaya, yani bol “süreç”li, “çözüm”lü bir şeyler karalamaya karar verdim.
Hemen belirteyim ki, hükümetin başlattığı “açılım süreci”nin doğru tasarlandığını ve iyi gittiğini düşünüyorum. Elinde bir paketle kamuoyunun önüne çıkmak, yapılabilecek en büyük hataydı.
Sıkça vurguladığım gibi, şiddetin bulaştığı etnik temelli sorunların, “belli bir anda belirli bir reçetenin uygulanmasıyla birden ve toptan sıhhate kavuşmak anlamında bir ‘çözüm’ü yoktur”. Ancak bu söylediğim barışçıl ve demokratik çözüm için geçerlidir. “Kesin çözüm”, aksi yöndeki planların varlığına işaret eder. Birileri “kesin çözüm”den söz ediyorsa, niyetlerinin kötü, hatta çok kötü olduğundan şüphelenmek gerekir.
“Kesin çözüm”, meş’um bir terimdir. Neden böyle olduğunu daha iyi anlamak için, “kesin” yerine aynı anlama gelen “nihai” kelimesini koymak lazım. “Nihai çözüm”ün patenti Nazilere aittir. “Yahudi sorununu halletmek” amacıyla hazırlanan ve uygulanan projenin anahtarı bu terimde yatar. 1941’de tedavüle giren “nihai çözüm” terimine, Batı dillerinde ve literatüründe o günden bugüne hep bu projeyi tanımlamak için başvurulur (Almanca Endlösung, İngilizce final solution, Fransızca solution finale).
Nazilerin “nihai çözüm”den ne anladığını ve bunun gereklerini nasıl yerine getirdiklerini bilmeyen yok. Bu “çözüm”e giden yol, “Yahudi sorunu”nun anlaşılış şeklinden geçiyordu. Diğer antisemitler ve ırkçılar gibi Naziler de, “Yahudi sorunu” derken, Yahudilerin bir sorun oluşturduğunu kastediyorlardı. Yahudilerin sorun olduğunu düşünenler, çözüm olarak üç “tedbir” üzerinde durmuşlardır: Asimilasyon, tehcir, tenkil.
Naziler, asimilasyon ihtimalini peşinen elemişlerdi; geriye tehcir ve tenkil kalıyordu. Tehcirin “zahmetli” olacağını gören ve Yahudilerden “kesin” bir şekilde kurtulmayı sağlamayacağına kanaat getiren Naziler, son seçeneği devreye soktular ve o vahşi soykırımı gerçekleştirdiler.
Cumhuriyet tarihi boyunca devlet katında Kürt sorunu, aşağı yukarı “Yahudi sorunu” gibi algılanmıştır. Devlet elitleri için Kürtler bir sorundu. Sorunu çözmek, onlardan kurtulmakla mümkün olacaktı. Asimilasyon, Kürtleri Kürt olmaktan çıkarmanın, onlardan böylece kurtulmanın başlıca yolu olarak seçilmişti. Kürtleri Kürt olmaktan çıkarmak amacıyla, mecburi iskân ve (isyanlar bahanesiyle) tenkil yöntemleri de kullanıldı. Ama olmadı, Kürtler Kürt olarak kalma konusunda inat ettiler.
Şimdi bu zihniyetten ayrılma yönünde önemli çabalar var. “Kürt sorunu”nu, Kürtlerin bu ülkede sorunları olduğu, bu sorunların temelinde de eşitlik ve özgürlük meselesinin yattığı şeklinde gören anlayış, devlet düzleminde kabul görmeye başladı. Soruna böyle bakınca, “çözüm” buna göre şekillenir.
Bu çabalar, Cumhuriyet’in otoriter ve homojenleştirici modernlik projesinde köklü bir kırılma anlamına geliyor. Bu projeyle yaratılan sistemin savunucuları ve nemalanıcıları, işin ciddiye bindiğinin farkındalar. Bu farkındalık, bazılarının dillerini çözdü. “Bu ülkede herkes eşittir”, “Türklük bir etnik topluluğun değil, Türkiye’de yaşayan herkesin ortak adıdır” gibi “yalanlar”ı bir kenara bırakmaya başladılar. Bunun için çarpıcı örnek arıyorsanız, internetteki sakil yazıları boş verin, mesela Mümtaz Soysal’a bakın.
Soysal, genel başkanı olduğu Bağımsız Cumhuriyet Partisi’nin internet sitesinde, “kesin çözüm” başlıklı kısa bir yazı yayımladı. (http://www.bcp.org.tr/mumtaz-soysal/kesin-cozum.html) Yanlış okumadınız, başlık “kesin çözüm”; önerisi de şu:
“Güneydoğu’da ise, bölgesel özerklik, resmî dil dışında öğretim gibi ulus-devlet ilkesiyle çatışan isteklere karşı kesin kırmızıçizgiler çizmek ve düzen değiştirici planlı ekonomik-sosyal kalkınmayı öne çıkarıp bu koşullara uymak istemeyenlerin Irak’taki Türkmen nüfusla değiştirilmesini önermek gerekecektir.”
Soysal, Kürtlerin eşitlik ve temsil taleplerini sürdürmeleri halinde neler olabileceğini, şantaj ve tehdit diliyle açıklıyor: “Bu tür çözümlerin ilk bakışta ne denli hoyratça, hatta trajik olduğunu en iyi bilen, bugünkü Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkanlar ve Kafkaslar’daki etnik temizliklerden kopup Anadolu’ya sığınmış olan aileleridir. Eğer bu Cumhuriyet de ayakta kalmak için nüfus mübadelesi gibi kökten ve acıklı çözümlere başvurmak zorunda kalırsa, bilinmelidir ki böyle bir trajedinin günahı etnik kimlik mikrobunu çileli Anadolu halkının içine tekrar sokan ve bölücülük tehdidiyle başka etnik haklar koparıp yeni bölünmelerin kapısını açmaya çalışanların olacaktır. İçtekiler ve dıştakiler bunu böylece bilmelidirler.”
Mübadele mümkün olmazsa, Kürtlere ne yapılması gerektiği konusundaki görüşlerini, açıkça söylemese de tahmin etmek zor değil herhalde.
Dilleri çözülen başkaları da var tabii. “Kürtlerden boşanma”yı tartışmaya açanlar bunların bir örneği. Ne dediklerinden önce, nasıl dediklerine bakmak, sorunu bilinçaltlarında nasıl algıladıklarını gösteriyor. Bu tartışmayı başlatan emekli büyükelçi Ümit Pamir ve bunu sürdürmeyi marifet sayan Kadir Gürsel, eşit öznelerden söz etmiyorlar; egemen (Türkler, “biz”) - madun (Kürtler, “onlar”) kurgusuyla konuşuyorlar. Gürsel’in yazılarının başlığı da, egemen öznenin bir madunu boşamasını esas alıyor. Sonraki yazılarında bir sürü söz sarf ediyor Gürsel; ama bu başlık ve şantaj kokan üslup bana yetti. Kürt sorunu, bu bakış açısında, esas olarak Kürtlerden kurtulma sorunudur.
Hâkim ulus konumunu ve iktidar duygusunu kaybetme ihtimali, “beyaz Türk ırkçılığı”nı çıplak hale getiriyor. Bir örnek daha mı istiyorsunuz, adını anarak vereyim. Bekir Coşkun, Ahmet Türk’ün Türkçe konuşma şekliyle alay ediyor; okurken midem bulandı: “Eme bizim görüşmemiz Beşbeken ileydi, hadi o olmadı AKP Genel Başkanı olarak olsun dedik. Pırt mentö ile görüşme nasıl olur?..” Herhalde Bekir Coşkun için de en iyi Kürt, kendini inkâr eden ve tercihan İstanbul Türkçesiyle konuşan, yani Kürt olmaktan çıkmış Kürttür.
Açık veya örtülü bir biçimde “kesin çözüm”den söz edenlere de, “hani paket, hani paket” diye ayaklarını yere vuranlara da kulak asmadan, demokratik usullerde ısrarcı olmak gerekiyor.
“Çözüm”e varmak, gerçekten de bir “süreç” işidir; esasen “çözüm”ün kendisi bizatihi bir süreçtir. Bu nedenle öncelikle yapılması gereken, iletişim ve siyaset kanallarını sonuna kadar açmak ve demokratik mekanizmaları pekiştirmektir; ki şu anda girdiğimiz yol budur. “Muhataplık” meselesinin özü de buradadır. Zira “muhataplık”, toplumun çeşitli kesimlerinin “birbirlerine hitap edebilmeleri”ni, bunun için gerekli olan “dil”i öğrenmelerini sağlayacak şartları tesis etmektir. Çözümü, demokratik bir cumhuriyette birlikte yaşamakta görenler, bu ortaklığın temellerine ve diline azamî itinayı göstermek zorundalar.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder