Ara
Şahin Alpay'ın Steril Mülkiyesi
Şahin Alpay’ın aşağıda sunduğum “Herkül Millas'ın düşündürdükleri” (Zaman, 30 Eylül) başlıklı yazısına naçizane eleştirimdir.
Şahin Alpay, malum eski devrimcilerden. .. TİP'te Aren-Boran ikilisinin teorik duruşlarına başından beri karşı çıkmış ve Türk Solu çevresinde Mahir Çayan'la saf tutmuş bir isim.
Bu ara Alpay'ın Türk Solu'nda Cengiz Çandar ve Mahir Çayan'la fikirdaşlık yaptığı dönemdeki yazılarını okuyorum.
Ne günlermiş!..
Haftasonları da Çandar'la birlikte hazırladıkları "Küresel Bakış" programını izliyorum, Radikal ve Zaman'daki köşe yazılarını okuyorum.
Ne günler!..
Çandar ve Alpay'ın, bir 'çocukluk hastalığı' olarak gördükleri Marksizme laf arasında kondomsuz geçirmelerine şahit oluyorum. Bırakın liberal parlamenter demokrasiyi, zamanında parlamenter kazanımlarla sosyalizmi kurma iddiasındaki TİP'e bile tahammül edemeyen Çandar-Alpay ikilisinin değişimi, hem yazılarıyla hem de TRT'deki performansları yla parmak ısırtıyor.
Çandar, geçen haftaki tv programını biraz erkene aldırmış, çünkü cumhurbaşkanının sınırlı sayıda gazeteciyi kabul ettiği New York uçağına yetişmesi gerekiyormuş... Dönüş yazısı ise bu yakınlığı özetleyecek türden: "Central Park’ta yürüyoruz. Ortada Abdullah Gül, sol yanında ben, sağ yanında Mehmet Altan..." (Radikal, 23.09.2008)
Şahin Alpay'ın aşağıda sunduğum yazısı, Herkül Millas'tan yola çıkarak, demokrasinin bir yaşam biçimi olduğunu gösteriyor. Demokrasi kültürümüzün temellerinin okuduğumuz okullara da bağlı olduğunu savunuyor.
Alpay'ın derdini paylaşıyorum, ancak meramını anlatırken geçmişine sırtını bu kadar dönmesini, 'o günler'i 'tukaka' ilan etmesini yadırgıyorum.
Alpay, tüm yaşananları "Biz de geçtik bu yollardan"a indirgiyor.. . Siyasal terbiyesinin, hoşgörüsünün köklerini Robert'e ve Mülkiye'ye bağlıyor, sol kuşak içinde yazıp çizdikleri bu arada kaynayıp gidiyor. "Farklı olsak da beraberiz, biz bize benzeriz" tarzı "organik cemaatçi" Mülkiye havasının mezunlarına verdiği terbiye:
"Ne taraftan olursan ol, saygılı ol..."
Eee, tamam ama bir dönem savunulmuş ideolojiler bu şiarın neresinde duruyor? Geçmişinizin hesabından Mülkiyelik hoşgörüsüne sığınarak mı kurtulacaksınız? Mülkiye'nin o dönemdeki siyasal duruşunu nasıl kodlayacaksınız?
Siyasal'ın siyasal yanı olmadan, salt hoşgörü kültürüyle hatırlanması onun toplumsal işlevini köreltmedi mi? Bizatihi bu tavır Mülkiye'yi 4 Aralık toplantılarında tekrarlanan "Yetiştik çünkü biz..." nakaratlarına sıkıştırmadı mı?...
"Yaşandı ve bitti, şimdi gerçekleri görüyoruz... Bugünkü demokrasi anlayışımızın temelini bize katan meğerse okullarımızmış" diyerek geçmişinizdeki 'güzel' yanları ayıklayacaksını z, her yaşanmışlığı Mülkiye cemaatçiliğinin parantezine alacaksınız, ama iş, değişiminizin nedenlerini ortaya sermeye gelince duraksayacaksı nız... Türk Solu'ndaki yazılarınızı size yazdırabilen Mülkiye'nin siyasal tavrı, eski eylemciliği(niz) ayrı kaba, bugünkü hoşgörü anlayışınıza kök salan Robertlilik ve Mülkiyelilik ruhunuz ayrı kaba...
Öyleyse, can alıcı soru şu olabilir:
-Siyasal, siyasal duruşunu bu tip "hoşgörü ve demokrasi aşılayan yuva" söylemlerine terk ettiği anda mı bir "yüksek lise" olmaya başladı?..
Alpay'ın yaptığı bana bu yüzden biraz “steril bir demokrasi, hoşgörü ve Mülkiye” okuması gibi geliyor...
Herkül Millas'ın düşündürdükleri
Şahin ALPAY
Dostum Herkül Millas'ın "Boğaziçi Üniversitesi ve reflekslerimiz" (Zaman, 27 Eylül) başlıklı yazısı, bütün yazıları gibi, çok dikkate değerdi.
Herkül, bu yazısında, özetle şunları söylüyordu: Hepimiz şu veya bu ölçüde çevremizin, özellikle de okuduğumuz okulların ürünüyüz. Beni ben yapan, Robert Kolej'de (yüksek kısmı sonra Boğaziçi Üniversitesi oldu) aldığım eğitimdir. Bu okulda eğitildiğim için, doğru ya da yanlış, görüşümü çekinmeden söylemek benim için bir reflekse dönüştü; bu sayede farklı görüşlere her zaman açık oldum. Demokrasi, bir yaşam ve davranış biçimidir. Farklı düşünen ve davrananlara yasaklar koymaya kalkarsanız, egemenliğin halka ait ve özgürlüğün bir erdem olduğunu biliyor olmanızın hiçbir kıymeti yoktur. Medeniyet dediğimiz şey özünde farklılığa saygı ve hoşgörüdür...
Herkül, buradan kalkarak, Boğaziçi Üniversitesi' nin yeni rektörünü, okulun bütün geleneklerini hiçe sayarak, kurallar bunu gerektiriyor diyerek, kız öğrencileri başörtülerini çıkarmaya zorladığı için istifa etmeye çağırıyordu. Yeni rektör istifa etmedi ama gördüğü yaygın tepki üzerine öğrencilerin başörtüleriyle derslere devam etmelerini engellemeye son verdi. Ne var ki, bu insan haklarına, demokrasiye ve uygarlığa karşı yasak, yasalar değil ama yüksek yargı organları böyle diyor diye üniversitelerimizin büyük çoğunluğunda uygulanmaya maalesef devam ediyor. Türkiye özgürlükçü bir demokrasi, uygar bir ülke olma iddiasını sürdürecek ise bu yasağı kaldırmak zorunda. Bunun çok geçmeden gerçekleşeceğine inanıyorum.
Evet, eğer söz konusu yasak bunca yıllık demokrasi tecrübesine rağmen sürüyor ise bu sadece yüksek yargı organları kararlarının değil, ne yazık ki ailelerde, okullarda verilen eğitimden, genel kültürden beslenen farklılığa saygısız, hoşgörüsüz zihniyetin bir sonucu. Genel olarak okullarımızın, eğitim sistemimizin öğrencilere Robert Kolej'in Herkül Millas'a kazandırdığı refleksleri kazandırmadığı muhakkak.
Herkül'ün söyledikleri beni kendi eğitimim üzerine düşünmeye de sevk etti. Ben onun gibi "hazırlık sınıfından üniversiteye Robert Kolejli" değilim. Hazırlık sınıflarını ve ortaokulu, 1971'de kapanan İngiliz Erkek Lisesi'nde, sadece liseyi Robert Kolej'de, üniversiteyi ise Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi, yani Mülkiye'de okudum. Robert Kolej'den Mülkiye'ye, İstanbul'dan Ankara'ya taşınma ciddi bir çevre değişikliğiydi. Ama yalnız İstanbul'daki okullarımdan değil, ailemden de aldığım hayli liberal değerlerle, Mülkiye'deki ilk yıllarda da soru sormayı, eleştirel bakmayı, araştırmayı, farklı fikirleri sınamayı, görünenin arkasındaki gerçeği aramayı sürdürmedim değil. Eleştirel düşünceyi telkin ve teşvik eden hocalar da yok değildi.
Ama bir süre sonra ne olduysa oldu... Robert Kolej'den gelenler dahil çoğu arkadaşlarım ve ben, mutlak doğruların keşfine yöneldik. Bu bizi sonunda "Küçük kırmızı kitabı oku, yeter" noktasına kadar götürdü. Robert Kolej'den gelmek, hiçbir şekilde ağır bir dogmatizme saplanmaya engel olmadı. Bunda o günlere damgasını vuran, "zamanın ruhu"nu çalmış olan otoriter ya da totaliter ideolojilerin bombardımanı altında kalmamızın büyük rolü olduğu muhakkaktı. Evet, çoğumuz zamanla söz konusu ideolojilerin tutsaklığından kurtulmayı başaracaktık, ama bu hiç de kolay olmayacaktı.
Demek istediğim, sadece okulların ürünü değiliz. Sadece okulların ürünü olmadığımız gibi, aynı okullar farklı kimselere farklı refleksler verebiliyor. Robert Kolej mezunları arasında bugün tanık olduğum, liberal eğilimlilerle otoriter Kemalist eğilimliler arasındaki bölünme hayret verici ölçüde derin. Yine de bugün dünden çok farklı. Bugün otoriter zihniyetin karşısında duran demokratik zihniyet, giderek yayılıyor ve güçleniyor. Giderek globalleşen dünyamızda otoriter ve totaliter ideolojilerin hakimiyeti hayli geride kaldı. "Geri dönüş kesinlikle olmaz" denemez elbette, ama edinilen tecrübelerin bir kenara bırakılacağını hiç sanmıyorum. Onun için geleceğe dair temkinli iyimserim.
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder