Bizim, diğer mesleklerin mensuplarından bir farkımız da budur: Haberleri, düşünceleri olduğu gibi, gün olur en mahrem duygularımızı da sizlerle paylaşabiliriz. Nasıl destek geldiğini tasavvur edemezsiniz. Ve neylesine makbule geçtiğini...
Hasan Pulur-severlerin, paylaşma, sahiplenme yoluyla ve onun acısını biraz hafifletebilme ümidiyle nasıl çırpındıklarının farkında mısınız? Yazılanları ben de okuyorum. Yalnız yaşıtlarımız değil, genç gazeteciler de ağabeylerini teselli gayretindeler.
Ben son zamanlarda korka korka Hasan’a:
– Korkut nasıl, diye sorabiliyordum. Ondan öte ne diyeceğimi bilemeden.
Yol boyu pek çok sevdiğini, yakınını kaybeden insanın (yaşlanmanın bilin ki bir anlamı da budur) ölümle de bir ünsiyet peyda edebildiğini sanmayın sakın! Tamam «İnsanlar için 1 numaralı gerçek ölümdür» diyen var. Nedir ki, kabul edilebilir bir gerçek olmadığı da bir diğer gerçektir bazı ölümlerin.
*
Çok sevgili kaybettim, çok laf ettim. Hâlâ da ederim.
Öğrendiklerim var.
Ben ki, sınıfta arkadaşlarıma uyup gülmemek, kürsüdeki hocayı sinirlendirenlerden biri olmamak için «babam ölmüş» diye düşünür, o ruh halini yaşayıp kendimi frenleyebileceğimi zannederdim. Beceremezdim, ama tekrarlamaktan da vezgeçmezdim.
Babamın, ölen arkadaşlarının cenazelerine yalnız gitmesini istemez, bir faydam dokunurmuş gibi her seferinde birlikte giderdim. Kaybedilenler çoğu zaman, amca dediklerimden biri olurdu. Ağladığım ilk cenaze törenleriydi. Sıra babama da gelecek, diye ağladığımı sonradan akıl ettim. (Ben çok yakınlarımdan birini 1951’de kaybettim. 22 yaşındaydım. Çocukluğumdan kalma ölüm acısı yok hafızamda.)
*
Bu alanda bile gelişiyor insan. Yol boyu o kadar çok sevgili kaybediyorsunuz ki...
Ben de zamanla öğrendim, aile büyüklerinin bir bir kaybedileceğini. Beynimizin ketum köşelerinden biri pekâlâ bildiği halde bu konuda bizi bilgilendirmemeye özen gösteriyor. Bunu idrak etmek için yaşıtlarınızı, daha fenası sizden küçük sevdiklerinizi kaybetmeniz gerekiyor.
Yeğenlerimi kaybettim ben. Biri evimizde bildiğim, sevdiğim ilk küçük çocuktu: Yeğenim Özgül. Diğeri terörün çocuklara da musallat olduğu dönemin kurbanı oldu. Kızım Zeynep’in arkadaşı olan bir diğer kızım Figen Soysal’ı kaybettim. Onların acısı da bir başkadır.
Sırada yaşıtlarınız, arkadaşlarınız da oluyor. İnanması güç, ama çâresiz. Böğrünüze yediğiniz dirsek darbesi gibi, değişik bir acıdır onlarınki de...
Ben Lülüş’ü kaybettiğim zaman saydım. O, kaybettiğim 47’nci sevgiliydi. Yol arkadaşından olmanın ne anlama geldiğini Hasan’da bilir. Bu son darbe ona, hissediyorum ki, bir öncekiyle birlikte çullandı. Acını tasavvur etmekten duyduğum acıyı Hasan, sana nasıl anlatabilirim ki?
Hasan’ın yanında, acısını en içten paylaşacağı insan da yok, diyorum. Belki de Allah onu bu acıdan olsun sakındı, diye düşünüyorsun. Sanırım haklısın.
*
Beni şimdi, sağlığıma zarar verecek rüyalardan sakınan -evladım yerinde- bir hekimim var. Rüya görmenin, doğru dürüst uyuyamamak anlamına geldiğini de ondan öğrendim.
Çok haklı. Rüyasız uyku sahiden daha dinlendirici oluyor olmasına da, artık yalnız rüyada görebildiklerini orada olsun görmekten, konuşmaktan mahrum da kalıyorsun bu arada. Sabah gözlerini açmadan bildik seslenmelerle açığı kapatmaya çalışman nafile. Cevap veren olmuyor.
Hasan cânım, Zeynep bana «Sen ömür boyu annemi kaybetmekten korktun» diyor. Ben öyle hatırlamıyorum. Hatırladığım başka bir şey var. Çocuklar kullanmayı öğrenip de, arabayla yalnız bir yerlere gittiğinde, kulağım hep telefon sesinde oluyordu. Lülüş’e bile söyleyemesem de, bir kaza haberi gelir mi, korkusuydu bu.
Diyeceğim, biz galiba hep sevdiklerimizi kaybetme korkusuyla yaşıyoruz Hasan. Beynimiz, anamızın, babamızın ölümü haberini aldığı an, öyle gelir ki bana, münasip bir dille «Arkadaş bu hiç beklenmedik bir haber de değil» diyor bize. Mübalağa etme, çevrendekileri daha fazla üzme, onlara destek olacak konumdasın sen!
Onun bu telaşı bile, bizi önlenemez âkıbetlere hazırlamaktan âciz kaldığının bir belirtisi ve itirafı değil mi?
*
Hasan!
Söylemeye dilim varmıyor amma, sen benim evladını kaybeden ilk arkadaşımsın.
Birlikte kime şekva edeceğimizi bilemiyorum. Ben de sevdiklerimi kaybettim, bu acının ne olduğunu bilirim, elbette diyemiyorum.
İsyanım, kendi de bilir ya, bizi yaradana. İçimden çok geçti, yüksek sesle haykıramadım. Birçok kaybımız oldu, yaşça kaybedenlerin en büyüğü bendim, ses çıkaramadım.
Gel, birlikte haykıralım diyeceğim isyanımı söyleyeyim sana:
– Yarabbi! Vakitli vakitsiz, sıralı sırasız geri alacağın insanları niye bize bu kadar sevdiriyorsun? Yeri doldurulmaz kıldıktan sonra, onları niye elimizden alıyorsun? Ben sana isyan etmeyeyim de şikâyetimi kime haykırayım?
Ben yıllar yılı hayvanlarla da hemhal oldum. Canlılar arası ilişkilerin o düzeni hakkında da fikrim var.
– İnsanlara bahşettiğin nimetlere karşılık, o boyutta acı çektirmek de ilahî adaletin bir icabı mıdır?
– Sevgi ve saadetin bedeli, ızdırap ve gıyap mıdır?
*
Unutmayalım ki sana kalanlar da var, Hasan. Bana kalanlar da olduğu gibi. Başlı başına bize emanet edilmiş sevgililer. Unutma, gidenler nezdinde biz de onlara emanetiz.
Ben, dünyevi meselelerle bütün ilişkimi kesmeyi denedim. Sevdiklerime tavsiye edebilirim.
Hakkı Devrim, Radikal, 29 Ağustos
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder