İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’nin Balyoz davası bağlamında 102 birey için çıkardığı yakalama emri, duruşma tarihinin dört buçuk ay sonraya bırakılması, emekli Orgeneral Çetin Doğan’a yapılan gereksiz hoyratlıklar her şeyi olağan karşılamaya alışmış toplumumuzun vicdanında rahatsızlık yarattı.
Demokratik toplumlarda, mahkûm olana dek masum sayılması gereken insanların özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları ciddi bir konu. O nedenle bireylerin özgürlükleri ve fiziksel güvenlikleri keyfi sınırlamalara karşı sıkı güvencelere bağlanıyor. AİHM’ye göre, bireyin özgürlüğünden yoksun bırakılması öylesine ciddi bir konudur ki, başka bütün önlemler incelenip yetersiz bulunduktan sonra en son bu önleme başvurulmalıdır. (Varbanov/Bulgaristan 2000)
Özgürlükten yoksun bırakmanın keyfi olmamasına karşı ilk ve en büyük güvence, yakalama, gözaltına alma, tutuklama kararlarının hukuka uygun olması. AİHM bu konu ile ilgili başvurularda önce bunu inceliyor. Hukuka uygunluk incelemesinde AİHM şu öğeleri göz önünde bulunduruyor: Özgürlükten yoksun bırakma kararı ulusal yasaya uygun mu? Ulusal yasanın uygulanması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne uygun mu? Ulusal yasa Sözleşme’nin standartlarını karşılıyor mu? Özgürlükten yoksun bırakma kararı “hukuksal belirlilik” (legal certainty) ölçütüne uygun mu?
Bu açıdan baktığımızda, İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 23.7.2010 tarihli yakalama kararının türlü sorunlar doğurduğu ortaya çıkıyor.
Ulusal Hukuka Uygunluk: Mahkeme, yukarıdaki kararıyla sanıklar adına CMK 98/3 gereğince yakalama emri çıkarıyor. CMK 98/3, yakalama emrinin “kaçak sanık” hakkında verilmesini öngörüyor. Kaçak sanık ise, CMK 247 maddeye göre, “Hakkındaki kovuşturmanın sonuçsuz kalmasını sağlamak amacıyla yurt içinde saklanan” kişiye deniyor. Kararda adı geçen sanıkların bir bölümü görevli subay. Görev yerleri belli. Geri kalan emekli subayların ise adresleri belli. Bunlar bir süredir serbest. Hangisi saklanmış? Ya da hangisine tebligat yapılmış da duruşmaya gelmemiş? Mahkemenin bu kişilerin neden kaçak olduklarını kararında belirtmesi gerekirdi. Bu yapılmamış.
Ayrıca, yakalama kararındaki gerekçeler tutuklama gerekçeleri. Oysa karar tutuklama kararı değil. CMK gereğince, gıyabi tutuklama kararı çıkarılamıyor. Bu durumda, 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararının ulusal hukuka uygun olduğunu söyleyebilir miyiz?
Gerekçenin Yetersizliği: Mahkemenin yakalama kararının gerekçeleri yakalamaya değil, tutuklamaya ilişkin. Ama ne olursa olsun, bireyi özgürlükten yoksun bırakan bir kararın “kanıtların durumu, suçun niteliği” gibi soyut, klişe gerekçelere dayandırılmasını AİHM kabul etmiyor. Bu nedenle AİHM’nin Türkiye’ye karşı verdiği yüzlerce ihlal kararı var. Gerekçenin somut verilere dayandırılması ve bunların ayrıntılı olarak açıklanması gerekiyor. Aynı şekilde, adli kontrol önlemlerinin neden yetersiz kalacağının da ayrıntılı olarak belirtilmesi isteniyor.
Hukuksal Belirsizlik: AİHM, özgürlükten yoksun bırakma kararlarında belirsizlik bulunmamasını, “hukuka uygunluk” koşulunun temel öğelerinden biri olarak görüyor. Örneğin, Jecius/Litvanya (2000) kararında, AİHM, tutuklamaya yol açan yasaya ilişkin olarak ilgili makamlar arasındaki görüş ayrılıklarının bir belirsizlik doğurduğuna, bu nedenle tutuklamanın hukuka uygun olmadığına karar verdi.
Balyoz davasında bir sanığın iki kere tutuklanıp tahliye edildikten sonra, ortada yeni bir kanıt yokken üçüncü kere yakalama emri çıkarılmasını, hukuksal belirlilik ve hukuk güvenliği ilkeleriyle nasıl bağdaştırabiliriz? 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararında buna bir açıklama getirmesi gerekirdi. Buna gerek duyulmamış.
Bireylerin özgürlükten yoksun bırakılmaları gibi önemli bir konudaki hukuka aykırı kararlar, yargıya ve hukuk devletine olan güveni sarsıyor. Bireylerin özgürlüklerinden keyfi bir biçimde yoksun bırakılmayacaklarına güven duymaları, demokratik bir toplum olmanın en temel koşulu.
Rıza Türmen, Milliyet, 2 Ağustos.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder