Ara

'Sömürgeleşmiş zihinler'le satranç oynamak...

Naipaul konusunda bir daha yazmamaya karar vermiştim, ama bakıyorum, hâlâ bu meseleyi gündemde tutmaya ve beni 'günah keçisi' olarak kurban etmeye çalışanlar var...

İşe, Naipaul'un Türkiye'ye gelmesinin ve ona yöneltilen eleştirilerin, hazretin yüzüne karşı yapılarak 'medenî' bir tartışma zemininin yaratılmasının doğru olacağı iddiasında bulunanlarla başlayalım. Senaryo şu olacaktı: Farzedelim ki, Avrupa Yazarlar Parlamentosu toplantısına katılacak, Naipaul'un, Edward Said'in deyişiyle, bir 'sömürge aydını' olduğunu, onun başta İslam olmak üzere, Batı'nın Yahudi-Hıristiyan medeniyeti dışında kalan kim ve ne varsa, tümünü saldırgan ve galiz bir biçimde aşağılayan bir 'brown sahip' ('kahverengi efendi') olduğunu, bu konuda kendisini nasıl savunacağını sormaya kalkacak olsaydım, zihinleri sömürgeleşmiş Türk aydınları, hemen vaveylayı koparacak, 'Arkadaş, burada edebiyat konuşuyoruz! Buraya edebiyatın sorunlarını tartışmaya geldik! Bu sözlerin yeri burası değil!' diye müdahale edecekler, beni susturmaya kalkacaklar, Naipaul'u fanatik İslamcılara 'hedef' gösterdiğimi öne sürecekler, bu konuda bugüne kadar yazılanlardan çok daha ağır ve hakaretamiz köşe yazıları döşeneceklerdi! Üstelik Naipaul İstanbul'dayken;- yani, tam da hedef olabilecek konumdayken! (Hamle 1!)

İyi bir satranç oyuncusunun akılyürütme yeteneğinin, rakibin hamlelerinin ne olacağının önceden kestirilmesine bağlı olduğu söylenir. Naipaul'un İstanbul'a gelmekten vazgeçmesinden dolayı beni sorumlu tutanlar, acaba bu söylediklerimi hesaplamışlar mıdır?

Yine farzedelim ki, davetli olduğum Avrupa Yazarlar Parlamentosu toplantısına, toplantıyı protesto ederek gitmedim (Naipaul gelseydi, elbette katılmayacaktım toplantıya!). Peki, bir başkası Naipaul'u eleştiren bir konuşma yapar mıydı? Hiç sanmam! Hiç sanmam,-çünkü, daha sonra kendilerine 'Niçin Naipaul'u eleştirmediniz?' diye sorsam, verilecek cevabın ne olduğunu biliyorum: Bana, geleneksel Türk misafirperverliğinden söz edecekler, 'Adam, bizim misafirimiz olarak gelmiş! Ayıp olmaz mıydı?' diyeceklerdi;- bundan da hiç şüphem yok...(Hamle 2!)

Dahası, toplantıda, farz-ı muhal, Naipaul'un İslamofobisi söz konusu olsaydı bile, geçen yazılarımdan birinde yazdığım gibi, zihinleri sömürgeleşmiş Türk aydınları(!), 'Bakınız Sir Vidia, biz Endonezya, İran, Malezya ve Pakistan Müslümanları gibi değiliz. Biz onlardan farklıyız. Biz, laik, modern, çağdaş Müslümanlarız!' diyecekler ve ezip sömürülen Müslüman halkları ötekileştirerek, 'kahverengi sahib' Naipaul'un gözüne modern, Batılı 'bembeyaz Türkler' olarak girmeye yelteneceklerdi! Bundan da adım gibi eminim! (Hamle 3!)

Her şey, 'sömürgeleşmiş zihinli' Türk aydınları tarafından, Naipaul lehine gerekçeler üretmek üzerine kurulduğundan, ben her halükarda okka altına gidecektim. Elbette, bunlara bir de, daha önce cehaletleri, budalalıkları, saçmalıkları ile durmadan ve bıkmadan teşhir ettiğim şahsiyet(siz)lerin kuyruk acılarıyla 'fırsat, bu fırsattır!' diyerek karaçalma kampanyasına katılmaları da eklenince, durumun tam bir linçe dönüşmesine de şaşmamak gerekir. İşin en acı yanı, beni destekleyeceklerini düşündüklerimin, ağızlarını açıp tek kelime etmemeleri oldu. Sevgili Yağmur Atsız'ın 'Star' gazetesinde, sevgili Hasan Pulur'un 'Milliyet' gazetesinde, sevgili Atılgan Bayar'ın 'Akşam' gazetesinde yazdıklarını burada şükranla anıyorum...

Bu son on gün içinde 'sömürgeleşmiş zihinler' tarafından aleyhimde yazılan yazılar, vız gelir tırıs gider! Onlar kendilerini ele veriyorlar ve Müslüman Türk halkı karşısında şah mat olduklarının farkında bile değiller!

Hilmi Yavuz, Zaman, 8 Aralık 2010.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder