Ara

"Üçüncü Dalga" ve Bir Kitap Başlığı Nelere Kadir?

Üçüncü Dalga: Geç 20. Yüzyılda Demokratikleşme’de akademisyen ve siyasi danışman kimliklerini birlikte kullanan Samuel P. Huntington, dünyada demokratikleşme süreçlerinin aktif bir figürü olarak karşımıza çıkıyor.

Soğuk Savaş’ın son yıllarında otoriter veya totaliter rejimlerin demokratikleşme süreçlerini siyasal, ekonomik, kültürel, sosyo-psikolojik, diplomatik, jeostratejik açılardan inceleyen Huntington, ülkelerin tarihsel birikimlerinin özgürleşmelerinin önüne çıkarttığı engellere ve fırsatlara değiniyor. Dünyadaki ilk iki demokratikleşme dalgasını, ayrıca 1974-1990 dönemini bugün siyasal alanın “temel” değerleri arasında sayılan demokrasi, çoğulculuk, serbest seçimler, insan hakları, erkler ayrımı, piyasa, sivil toplum, adil gelir dağılımı, anti-otoriterizm, şeffaflık, sivil-asker ve din-devlet ilişkileri üzerinden tartışıyor.

Yazar, bu “büyük dönüşüm”ün yerel/küresel etkilerini “saptıyor”, ülkelerin iç dinamiklerini kuran olguları -uluslararası siyasetin yeni bileşenlerini de göz önünde bulundurarak- “yönlendirme”yi hedefliyor. Asya, Avrupa, Afrika ve Amerika’nın birçok ülkesinin siyasi tarihlerinin özetleriyle zenginleştirilmiş bu akademik çalışmaya, bölüm sonlarındaki “demokratikleştirenlere öğütler” başlıklı bir tür “Machiavellist danışmanlık notları” eşlik ediyor.

Üçüncü Dalga’yı okurken, şu sorunun hemen her sayfaya yayıldığını fark ediyoruz:

Geçmişte düzenli birer demokratik kamusal alan oluşturamamış, aralarında Türkiye’nin de bulunduğu yaklaşık 30 ülke, “üçüncü demokratikleşme dalgası”nın saptadığı yeni düzenin kuralları çerçevesinde istikrarlı demokrasiler haline gelebilecekler midir?

çev. Ergun Özbudun, Kilit Yay., 2011.
 Şu son 2-3 yılın canalıcı gelişmeleri yine beş deniz havzasındaki toplumsal-siyasal hareketler üzerinden tartışılıyor. Halkların geleceği yine çokdenklemli bir hesap üzerinden çatılıyor. Yakın coğrafyada şekillenen projeksiyonlar, son 30-40 yılın tarihsel penceresinden baktığımızda, aslında pek de sanıldığı gibi "her şeyin değiştiği bir yeni dünya"da yaşamadığımızı gösteriyor. Bir Ortaöğretim Atlası'na avuçiçimi yerleştirdiğimde, izimi kaplayan alan, sürekliliklerin asli kopuşların ise tali olduğunu hatırlatıyor... Elbette siyasal alanın kimi aktörleri ve parametreleri değişebiliyor ama birçok noktada ülkelerin "kaderleri" sanki alttan alta benzer süreçleri tekrarlıyor. 

Özgün İngilizce baskısı 1991'de yapılan, Türkçeye 1994'te çevrilmeye başlanan ve ilk defa 1996'da yayımlanan Üçüncü Dalga: 20. Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma kitabını, Türkçedeki ilk yayımından 14 yıl sonra yeniden yayına hazırladığım dönemde, hergün gazete sütunlarını dolduran "demokratikleşme" denklemlerini yeniden düşünme fırsatı buldum.

İlk iş, kitabın altbaşlığını değiştirerek çeviriye siyasal bir alternatif katmaya cüret ettim. İlk çeviride tercih edilen altbaşlık 20. Yüzyıl Sonlarında Demokratlaşma idi. Ne var ki, hem özgün metindeki "Democratization in the Late 20th Century" ibaresindeki çarpıcılık, hem de metnin tamamı dikkate alındığında Huntington'ın vurgusunun "geç" dönem literatürüne bir katkı koymak olduğunu düşündüm. "Geç Dönem"in edebiyat, tarih, sanat, mimari ve politikaya yayılan o geniş literatürüne yazarın koyduğu stratejist katkıyı ön plana çıkarmaya çalıştım.

Başlık, sanırım, "20. Yüzyılın Sonundaki" olay-olgu kümesini aktarmanın ve saptamanın ötesinde, "demokratikleşme" kavramına dair üç devirlik (a.1882-1940, b.1940-1973, c.1974-1990 vd.) bir dönemselleştirme ve coğrafi-siyasal bakımdan yeni bir paradigma yaratmaya çalışıyordu. Akademisyen kimliğiyle "durum saptayan, az da olsa ucu açık gelecek göndermeleri yapan" ve danışmanlık boyutuyla politika-yapıcıları "yönlendirme" kaygısı güden bir "siyasal" yazarla karşı karşıyayız. Elimizdeki metni ideolojik hale getiren temel nokta, belki de onun bu birbirinden ayrılmaz ikili niteliği...

Huntington'ın seçtiği 1974 ve sonrası yıllar, onun dünya çapında ilk nüvelerini işaret edip geri çekildiği bir evrensel değişimin kodlamalarını içeriyordu. Kitabı salt "tarih aralığı" olarak "20. Yüzyıl Sonu" altbaşlığından okumak, bu paradigmatik kodlamayı pek hafife alma anlamına gelebilirdi.

Oysa Huntington, bu çalışmasında, Türkiye'de "Medeniyetler Çatışması" makalesindeki kötü şöhretinin ötesinde değerlendirilebilmeli. "Medeniyetler Çatışması" makalesinden üç yıl önce yayınlattığı bu eserinde onu hem stratejist hem de akademisyen olarak bir "yeni dünya kurucusu, aktivisti" olarak görebiliyoruz. Öyle ki, elindeki veri tabanı çok geniş, karşılaştırmalarında dönemin tüm muğlaklığını kavramaya dayalı analiz sepetleri kullanıyor. Ülkelerin ekonomik gelişmişlik düzeyleriyle toplumsal hareketlerin ilgili ülkelerde nasıl yönlendirildiğine dair geniş skalası ise ezberlerimizi cidden sarsacak nitelikte...

Kolaycı zihinleri karıncalandırabilecek, Post-Sovyet döneminin olası yansımalarını bilgiççe tarif etmekten kaçınan ve tam da bu yüzden muğlaklığın teorisini kurmaya yeltenen bir jeo-stratejist var karşımızda...

Muğlaklık, sanki yeni ekonomi-politik için bir fırsat kapısı onun gözünde... Pür liberalizm taraftarlarına; hemen her ülkenin özgün siyasal ve toplumsal tarihlerinden getirdiği örneklerle "demokrasi projeleri"nin yarım kalabileceği imasında bulunuyor Huntington. Her ülkede öğrenci isyanının yeterli olamayabileceğinin, askeri yapılanmaların otoriter sistemlerden çıkıştaki yarar/zararlarının, uluslararası sivil toplum örgütlerinin aslında hiç de sanıldığı kadar ülkelerde direkt sonuca ulaşamayabileceğinin, erk ayrımlarının ülkelere evrensel bir ilke/şema olarak dayatılmasının onlara geçmişte ne belalar açtığının, milli gelirdeki artışın siyasal rejimlerdeki etkisinin nasıl değişkenlik gösterdiğinin analitik bir değerlendirmesi olan bu kitap, tam da bu özgün karşılaştırma sepeti sayesinde "20. Yüzyıl Sonu" gibi takvimci bir adlandırmadan ziyade "Geç 20. Yüzyıl" gibi kendi paradigmasını kuran yeni bir dönem olarak çalışılmalı ve çeviri de bu anlamı içerebilmeli diye düşündüm. 

Eserin çevirisini bu gözle yayına hazırlamayı ve nereseyse tümüyle baştan ele almayı denedim.

Ersinhan Ersin'in tok kapak tasarımını ise, bu yeni kurucu paradigmanın, dalganın kendi ilkelerini değişim sürecindeki ülkelere işlemesiyle, sark(ıt)masıyla birlikte okumaya çalıştım: Dağınıklığı ve karmaşayı "ilke" edinen, kendi muğlaklığının düzenini siyasi rejimlere ve halkların bilincine de aşılayan, komşu ülkedekiyle yetinmeyip anında okyanus ötesinden de ateş isteyebilen ya da o ateşe maruz kalabilen bir ağsı durum... Siyah renk, hiç hesapta yokken bu karmaşayı bütünledi adeta...

Huntington'ın kesinlikten uzak duran, temkinli stratejist tutumunun önderlik ettiği bir akademik çalışmaydı bu... Benim için en kritik nokta buydu. "Geçiş" dönemi sancılarını dünya çapında kavramaya çalışan bir akademisyen-danışmanın uzun vadede bu "geç dönem"e dair dağınık bıraktığı notlar, onun kafa karışıklığından ziyade, dönemin ruhundan kaynaklanıyordu sanırım. Bugün ise "taşlar biraz yerine oturuyor" dediğimiz anda, yepyeni toplumsal hareketlerle karşılaşabiliyoruz. Hem Huntington'ın bu kitaptaki önermelerini yanlışlayan, hem de onun "olabilir" şerhiyle düştüğü yeni olasılıkları doğrulayan bir dönemdeyiz.

Huntington yaşasaydı, "3. Dalga devam ediyor" der miydi, bilemiyorum ama onun özellikle bu kitapta Afrika-Ortadoğu-Balkanlar ve özellikle Akdeniz üzerine çizdiği kimi şablonlar, bugün Tunus, Libya, Cezayir, Lübnan, Mısır, İran, Filistin, Yunanistan, Polonya, Bulgaristan, Brezilya, Çin ve Türkiye açısından oldukça manidar... Her halk hareketine "devrim" ya da "isyan" güzellemesine giden, başkaldırıdan otomatikman sosyalizm veya anti-emperyalizm payesi çıkaranlara bu coğrafyanın tarihini hatırlatan bir kitap bu... Temkinliliği esas kılıyor, veri analizini tarihe buladıktan sonra, heyecana yenik düşmüş yargıları geleceğe kavislemeye/kavilleşmeye çabalıyor. 

"Geç Dönem" işte bu yüzden sürüyor, "20.Yüzyıl Sonu" adlandırması ise Huntington'ın bu projeksiyonunu anlamaktan uzak kalıyor, takvim yaprağı gibi buruşturulmaya mahkûm oluyor.

Netleşmiş, harcı bizden önce karılmış, yazarının her şeyi çokbildiği metinlerden içi kalkan; başlara ve sonlara değil, süreçlere ve geçişlere odaklanmayı düşünen, kateşizmden makas almak isteyenlerimiz için bu kitap nefes açıcı olabilir.   




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder